30 Mart 2007

Bugün Iraklı Bir Çocuk Oldum

Bu helikopterler, bu uçaklar niye hep başımızda uçuşuyorlar Allah'ım? Şu elleri silahlı bize benzemeyen sarışın sarışın adamların ne işi var sokağımızda? Ne konuştuklarını da anlamıyorum bunların.

Sokağımızdaki ilk silah sesini duyduğumda havai fişek diye herecanla kapıdan çıkarken babamın bana engel olmasını anlamamıştım. Şimdi her gün silah sesini duyuyorum, bir gün havai fişek patlatıldığında aynı korku ile yine dışarı çıkamayacak mıyım acaba? Ya da havai fişek görebilecek miyim artık?

Peki ya her gün peceremizin önünden geçen onlarca tabut ve arkasındaki onlarca ağlayan insan, neyin nesi bunlar Allah'ım? Niye ölüyor bu insanlar? Amcam niye öldü, niye öldürüldü? Kim öldürdü? Babam niye her gün ağlıyor? Annem niçin annesine gidemiyor aylardır?

Eskiden Mevlit Kandilinde sokağımız süslenirdi.* Mevlitler okunurdu sabahlara kadar. Şimdi her taraf kapkaranlık, dışarı çıkmaya korkuyoruz.

Artık sabahları neşe içinde kalkıp okula gidebilmeyi istiyorum. Arkadaşlarımla korkmadan oyun oynamayı istiyorum.

* Hayatımda bir defa mevlit kandilini bir orta doğu ülkesinde geçirdim. Sokakların ve caddelerin süslenme sebebini sorduğumda mevlit kandili olduğundan demişlerdi.

29 Mart 2007

Altın Çatal

Malum bir kaç gündür Arap Birliği Zirvesi vardı S.Arabistan'da. Bu Arap Birliği her toplandığında aklıma yıllar önce dinlediğim bir fıkra gelir. Her ülkenin üzerine atfedilen bir özelliği vardır ya, Arap ülkelerinin bazıları için de bu tür özellikleri vardır denir. Cimri, hırsız, zengin, kahraman gibi...

Fıkra şöyle;

Yine bir Arap Birliği Zirvesi yapılır S.Arabistan'da. Liderler saatler süren toplantılar neticesinde yorulmuşlardır ve Suud kralı misafirlerin şerefine bir yemek verir. Tabi petrol zengini olan S.Arabistan kralı ev sahibi olunca normal olarak çatal bıçak vs. altındır. Mısır lideri Hüsnü Mübarek'in gözleri parlar birden ve etrafındakilere çaktırmadan bir çatalı cebine koyar. Bunu sadece hemen yanı başında oturan Suriye lideri Hafız Esat farkeder. Yemekler yenir ve sonunda Hafız Esad ayağa kalkıp liderlere şunu söyler;

- Hepimiz zihnen çok yorulduk. Hem eğlenelim hem yorgunluğumuzu giderelim diye size kısa bir gösteri yapacağım, der.

Ve masadan aldığı bir altın çatalı tutarak;

- Şimdi, gördüğünüz bu çatalı ben cebime koyacağım ve Hüsnü Mübarek kardeşimin cebinden çıkaracağım, der ve altın çatalı kendi cebine koyup Hüsnü Mübarek'in cebinden çıkarır.

Evet, günün anlam ve önemine binaen bugün bu fıkra aklımıza geldi.

28 Mart 2007

Ziyaretlerim

Hayat ne enterasan! Yeni doğanlar, ölenler, sevinçler, hüzünler, her ikisini aynı anda yaşayanlar... Bir süredir yaptığım ziyaretlerimden bahsedeceğim bugün. Yolumuzu gözetleyenlerin olduğunu hatırlamak adına;

Bir önceki hafta sonu, önce yeni evlenen bir çifti ziyaret ettim. Onlardan çıktım, yakın zamanda annesini kaybeden bir yakınımı ziyaret ettim. Aynı gün içinde iki ayrı duyguyu hisseden insanlarla muhatap oldum.

Yine geçenlerde ziyaret ettiğim bir yakınım içeri girdiğimde beni farkedemeyecek durumda oturmuştu ve önündeki Kur'an-ı Kerimi okuyordu. Kur'an en büyük ebatta olanlardandı. Zira okuyucusu yaşlı ve gözleri zor görüyordu. Beni görünce tilavetini bitirdi ve selamlaştık. Yakın tarihte omuzu kırılmıştı ve yaşlıydı. Kuran'ı kaldıramayınca ben yardım ettim.

Sonra bir başka yakınımı ziyaret ettim. O da yakın tarihte eşini kaybetmişti. Geride kalan aralarında birer karış farkla 6-7 tane çocuk... İşin daha ilginç olanı ise vefattan önce nişanlanmış olan kızını da bizim ziyaretimizden bir kaç gün önce evlendirmişti.

Bir başka ziyaretim ise dünyadan elini eteğini çekmiş bir çifte idi. Onlar hallerinden memnundular. Yaşadıkları problemelere de "ihtiyarlık" deyip geçiyorlardı. Bahçelerinde de maydonoz ve nane vardı.

Bir ziyaretim de; yakın bir tarihte akli dengesi yerinde olmayan bir çocukları için kendi aralarında "biz ölünce buna ne olur acaba?" diye konuştukları günün ertesinde o çocuklarını kaybetmiş yaşlı bir çifte idi. Bu yetmemişti, erkek olan yaşlının yine çok yakın bir tarihte kız kardeşi vefat etmişti. Bir de kendisi yarı felç geçirmiş, düzelmiş ancak konuşması neredeyse anlaşılmaz olmuş. Tüm bunlara rağmen neşesi hala yerindeydi.

Son ziyaretim ise, yaklaşık 2 yıl önce eşini kaybetmiş, yaşı seksene dayanmış bir yakınımaydı. O da geçtiğimiz hafta gözünden ameliyat olmuş.

Hayat!

24 Mart 2007

Vitamin Eksikliği

(Yorumlarıyla bloguma katkı sağlayan muhterem Mehmet abimizden bir yazı geldi. Teşekkürler Mehmet abi.)

Erzurumun itibarlı alimlerinden biri de Mehmet Kırkıncı Hocaefendidir.
Eserlerinden de anlaşılacağı üzere hoca efendi hoş sohbet,yumuşak yaklaşımlı,nüktedan bir irşad üslubuna sahiptir.
Kimseyi itham etmez,ayıplayıp suçlamaya yönelmez.
Mutlaka bir nükte,bir fıkra ile konuyu rahatlatır,tatlı bir yaklaşımla irşadını etkili kılar.

Nitekim günün birinde oldukça zengin biri müracaat eder Hocaefendiye:
Her şeyim var;fakat huzurum yoktur.
Bana bir çare bul der.
Sözlerine şunu da ilave eder: Doktorlar muayene ediyorlar, hiçbir rahatsızlığın yok diyorlar. Hatta vücudumda vitamin eksikliği dahi olmadığını söylüyorlar.

İşte burada hoca efendi söze karışır:
Dur bakalım dur,der.
Birde biz bakalım şu vitamin eksikliğine.
Eğer dedikleri gibi vitamin bolluğu olsaydı,sende bu rahatsızlık olmayacaktı,mutlaka işin içinde bir eksiklik söz konusu…

Sorusunu şöyle sorar:
Saçlarda yaşlanma belirtisi olan beyazlanma başlamış.
Namazlarını kılıyor musun? İbadetle aran nasıl?
Adam zorlada olsa gerçeği itiraf eder:
Hayır, henüz namaz kılmaya başlamadım.
Hocaefendi:
Bak der, sende manevi vitaminlerden (A) vitamini yok, gördün mü?

Sonra tekrar sorar:
Oruçla aran nasıl?
Tutuyor musun?
Adam yine zorlanır:
Hayır, der, henüz oruç tutmaya başlamadım.
Oooo, der hocaefendi, sende (B) vitamini de yok.

Sormaya devam eder:
Zengin olduğunu söyledin, zekatını nasıl hesap ediyorsun?
Şey, der, yani henüz zekat filan da vermiyorum.
Hocaefendi büsbütün hayrettedir:
Bak hele, der, sende (C) vitamini de yoktur.
Nasıl huzur bulacaksın bu kadar vitamin eksikliğiyle?

Aralarındaki diyalog şu şekilde sürer gider:
Hacca gittin mi?
Henüz hacca gidecek vaktim olmadı.
Neler söylüyorsun sen. Demek sende (D) vitamini de yok.

Peki, bir de aldığın gıdalara bakalım.
Kazancına haram karışıyor mu?
Evet azda olsa karışıyor.
Gördün mü, der Hocaefendi.
Sen mikroplu gıdalarda almışsın. Elbette huzurun olmaz, rahattan mahrum kalırsın.

Hocaefendi sözlerine şunları da ekler:
Bütün bunlara rağmen senin kurtulman yine de mümkün.
Çare vardır.
Yeter ki sen bu vitamin eksiklerini tamamla.
Birde mikroplu gıda alma.
Allahın izniyle sende en küçük bir rahatsızlık, huzursuzluk kalmayacak, turp gibi olacaksın...

21 Mart 2007

BlogCUmhuriyeti

Bir önceki yazımda blogumla bir süre ilgilenemeyeceğimden dolayı yazar aradığımı beyan ettiysem de ne yazık ki kimseden ciddi bir teklif gelmedi. Ben de ne yapayım o blog senin bu blog benim blog blog gezdim hafta sonu. Bazılarına doğrudan ben yazarlık teklif edeyim diye düşündüm ama blogu olan benim blogda niye yazsın?

Yazdıklarına ve ürettikleri fikirlere şapka çıkartılacak çok sayıda blogcu var gerçekten de. Günlük takip edemesem de özellikle hafta sonları izlemeye aldığım bir kaç blogcu arkadaştan bahsedeceğim bugün.

Bir grup blogcu arkadaş bir araya gelmiş ve nereden akıllarına esmişse gerçekten de harika bir üretkenlikle toplu taşıma araçlarında yaşadıkları ilginçlikleri otobuste.blogspot.com adresinde okuyucularıyla paylaşıyorlar. Zevkle takip ettiğim bloglardan bir tanesi oldu bir süredir Otobüsteblog.

Bugün blogu açtığımda geçen yıl benim de değindiğim bir konuyu kaleme aldığını gördüğüm, özellikle blogunu tanımama sebep olan "Östrojen hanımın marifetleri.." başlıklı yazısından da anlaşılacağı üzere çok zekice yazılmış yazıların yer aldığı güzel bir blog daha; Ecenazeblog.

Anladığım kadarıyla eşinin çektiği güzel fotoğrafları Risalelerden güzel alıntılarla tamamlayan bir başka blog ise Zikriyeblog. Artık bahara girdiğimiz şu dönemde baharın güzelliklerini görmek ve tefekkür ederken hakikat pencerelerini aralamak istiyorsak sık kullanılanlara ekleyelim.

You Tube her zaman elimizin altında. Ancak elimizin altında olması ondan her zaman en güzel şekilde istifade edebilmemizi sağlayamıyor. Ya vakit azlığından ya da aramaya üşendiğimizden. İşte bir başka blogcu arkadaşımız da Nur Tube diye adlandırdığı bir blog açarak isminden de anlaşılacağı üzere belli konulardaki You Tube'da yer alan videolara kolaylıkla ulaşmamızı sağlamış. Hakikaten güzel bir düşüncenin ürünü Nurtubeblog.

Genç bir kardeşimiz de yeni bir blog açmış. Güzel bir kaç alıntı ve yazısı olmuş ancak sanıyorum ilk günlerdeki heyecanını kaçırmış olsa gerek, bir süredir güncellemiyor blogunu. Murat Aydın gibi genç ve heyecanlı kardeşlerimizi blog aleminde tutmamız gerektiği kanaatindeyim. Bu nedenle Murataydınblogu da ziyaret edelim.

Bu kadar tanıtımdan sonra ufak bir rica da Murat Özdemir için. Bir süredir rahatsız olduğundan aramızda göremediğimiz Murat için en azından dualarımızla desteklerimizi esirgemeyelim. Allah'tan şifa dileyelim.

18 Mart 2007

Blog! Blog! Blog!

Bir blog sahibi olmak ne zor bir şey bir bilinse. Pazar sabahı uyanıp da şöyle sıcacık ekmekle kavatlı etmek varken, yüz yüze görüştüğüm, maillerle yazan dostların haklılığı aklına geliveriyor insanın. Neymiş, eskisi gibi güncellemiyormuşum blogumu. Yoksa ilgilenmem gereken bir şeyler mi varmış?

Kolay değil dostlar, bir defa üzerinizde baskı hissettiğiniz anda yazamaz oluyorsunuz zaten. Ayrıca yazarken de dikkatli olmak zorundasınız. Mesela yukarıda “kahvaltı etmek” yazdım ya, biri çıkar “ne ediyorsun sen, kahvaltı edilmez, yapılır” der. Gel yarım saat yorum yaz buna, cevap ver. Çoğunuz blog yazmıyorsunuz, kolay sanıyorsunuz bu işleri.

Diğer taraftan Cenk abi ile başım dertte. Yok damaydı, yok satrançtı… En son bir yorumunda damacıları bana, satranççıları kendine çağırmış. Güya dama satranca göre kolay ya, biz kolaycıymışız. Buradan Cenk abimize sesleniyorum. Buyur online satranç oynayalım, tüm blog camiası da izleyici olarak katılsın. Tabi net alemi böyle bir imkanı sağlayabilmiş midir, bilmiyorum?

Her neyse sevgili dostlar, siz iyisi mi beni birkaç güne bir takip edin. Bu sıralar ilgilenmem gereken başka konular bir hayli fazla. Konuk yazarlarımız da sağolsunlar benim bu halimden haberdar olmakla beraber çok yoğun olduklarından blogla ilgilenemiyorlar. Dolayısı ile blogumu sık sık güncelleyemiyorum. Yeri gelmişken; blogumu özellikle önümüzdeki 2-3 ay boyunca idare edebilecek yeni yazarlar arıyorum. Müracaatlarınızı bu yazıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Yorumunuzun yayınlanmasını istemiyorsanız bunu da ufak bir not düşersiniz.

Huzurlu bir Pazar diliyorum.

15 Mart 2007

"Her zaman anneler suçlu!!!"

Geçen hafta Dünya Kadınlar Gününün kutlanması hasebiyle medyada bir çok yazar bu günün öncesinde ve sonrasında kadınlarla ilgili yazılar kaleme aldılar.

Fatma K. Barbarosoğlu uzun bir süredir ilgi ile takip ettiğim yazarlar arsında. Çok güzel sosyolojik değerlendirmeler kaleme alıyor ve çizgisi de çok net. Tespitleri çok yerinde.

Kadın olmanın çok zorlukları arasında bir de anne olmak gerçekten çok farklı bir zorluk. İşte Barbarosoğlu'nun annelik üzerine enteresan tespitlerinin yer aldığı 6 Mart tarihli mükemmel bir değerlendirme. Mutlaka okuyun ve okutun.

12 Mart 2007

Sinir Edenler

Sinir ediyorlar beni; muhatabı muhattap, şefkati şevkat diye yazıp telaffuz edenler.

10 Mart 2007

Ne Yapmalı?

Kırk yılda bir you tube'a bir link verdim, bir zamanlar avukatlık stajımı yaptığım İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi beni bekliyormuş, siteye girişi yasakladı.

Esasında son derece ilginç bir konu olmasına rağmen konuyu pek kimse işlemedi nedense. Neticede ortada saygı duyulması gereken bir mahkeme kararı vardı ve insanlar da bu karara saygı duyuyorlardı.

Ancak Milliyetteki şu haberi de gördükten sonra artık bu konunun gerçekten de komikleşmeye başladığını yazmak gerektiği kanaatine vardım. Elbette her devletin her milletin her ülkenin belli değerleri vardır ve bu değerlere saygı gösterilmesini beklemek en tabii hakkıdır. Bununla beraber sizi dünya aleme özgürlükleri kısıtlayan bir ülke görüntüsü vereceği gün gibi aşikar olan You Tube gibi tüm dünyanın yakından tanıdığı, izlediği bir siteye yasak koymak, akıl mantık işi değildir. Kaldı ki, You Tube içeriğini başkaları vasıtası ile dolduran bir site iken, doğrudan Türkiye Cumhuriyetine ve değerlerine düşmanlık yapmak, zarar vermek, terör örgütlerini desteklemek amaçlı içeriği doğrudan bilinen kişi ve örgütlerce hazırlanan nice internet siteleri varken You Tube'u düşman bellemek, siteye girişi engellemek çözüm değildir.

Günümüz dünyasının bilgi bombardımanı arasında bir kaç fişeği seçmeye kalkışarak zaman kaybetmenin mantığı olamaz. Bekle-gör-tavır al döneminde değiliz artık. Yalnız savunma pozisyonunda olmak bu dönemin demodesidir. Pasif değil aktif olmak durumundayız.

9 Mart 2007

Taklit (mi?)

Bir zamanlar Taha Kıvanç kızardı, Baha Kıvanç diye bir taklidi çıkmış diye. Aslında bundan dolayı gizli bir sevincini de gözlemlerdik. Neticede taklidinizin olması tutulduğunuzu gösterir bir bakıma.

Ben elbette kendimi Taha Kıvanç ile kıyaslamam. Ancak benzer bir yönümüz var galiba; taklidim olup olmadığından emin değilsem de dikkatli olup uyarıyı yapmakta fayda var; www.alikahya.blogcu.com adresi bana ait olmayıp hiç bir alakam da yoktur. Henüz her hangi bir posta yayınlamamış ve yorum yazmamış olsa da günah benden gitsin; LÜTFEN TAKLİTLERİMDEN SAKININ!

8 Mart 2007

Ah Kadınlar!

Hızlı adımlarla geçen bir günün mesai saati bitimine doğru İstanbul’un adliyeleri arasında mekik dokuyan ve gün içindeki 3. adliyesinde memurların işi askıya aldıkları bir saatte iş yaptırma derdinde olan avukat kan ter içinde mahkeme kalemine daldı. Gördüğü ilk bayan memureye elindeki dilekçeyi uzattı ve kaydını yapmasını talep etti. Ancak memure dilekçeye hakimden havale alındıktan sonra, kaydını yapabileceğini söyledi. Bunun üzerine hakime giden avukat, hakimin yerinde olmadığını gördü ve kaleme döndü. Memure, “ha, evet, hastaneye gitmişti” diyerek adeta avukatı çileden çıkarma derdinde olduğunu ispat ediyordu.

O sırada müdire hanımın elinde bir çiçek ve çiçeği kokladığını gören avukatın jetonu düştü ve hafif bir refleksle müdire hanıma dönüp, tüm şirinliği ile “gününüz kutlu olsun efendim, ne mutlu size, böyle günleriniz var” dedi ve dilekçeyi uzattı. Müdire hanım, “ah, çok teşekkür ederim, çok naziksiniz” cevabı ile birlikte elini uzattığı dilekçeyi aldı ve kaydını yaptı.

Mola

Hayır hayır, bazı blogcu arkadaşlar gibi bloglamaya bir süre ara vereceğimi söylemek istemiyorum başlıkla. Benim molam başka bir konuda.

Geçen yıl 9 Martta başlayan Dünya Erkekler Günleri'ne (!) bir gün ara veriyoruz ve bugünü Dünya Kadınlarına armağan ediyoruz. Yazık değil mi? Senede bir gün bile günleri olmasın mı? Her gün her gün erkeklere ait günlerden de usanıyoruz zaten. Bir günlük istirahat etmiş oluruz hem.

Hadi bakalım, tüm erkeklerden Dünya Kadınları'na günlerini tebrik etmelerini talep ediyoruz. Bu özel güne saygı gösterelim lütfen.

5 Mart 2007

Dama

MSN'de bazen yeğenlerimle dama oynuyorum ama ben MSN'deki damayı hiç bilmezdim, yeni öğrendim o damayı. Benim bildiğim dama galiba Farisi kökenli bir dama. Daha zevkli ve zeka isteyen bir oyun, MSN'dekine göre.

Geçmişte yaz tatillerinde çok oynardım bahsettiğim dama oyununu. Rakibim de şimdi -Allah selamet versin- 80 yaşlarında olan çok sevdiğimiz bir amcamızdı. O emekliliğinin keyfini çıkarırdı, ben de tatilin... Çok eskiden rakipsizmiş ama benim bitmez tükenmez savunma sabrım karşısında dayanamayıp hücuma geçer ve yenilirdi.

Uzun yıllar sonra üniversite yıllarımda şarklı bir dostumla oynadım damayı. O yaşlı amca ile oynadığımız oyunlardaki kabiliyetime bakarak kendime güveniyordum oyunda. Ancak damanın gerçekten de basit bir oyun olmayıp ciddi bir zeka oyunu olduğunu o dost gösterdi bana. İşte o dostun bana yaptığının aşağı yukarı aynısının You Tube'daki videosu.

Kasım Amcaya ve Lali'ye ithafen...

Bir Türkiye Gerçeği

Ertuğrul Özkök yıllar önce bir yazısında anlatmıştı: Gittiği bir dâvette değişik gazetelerin yönetici kadroları, yazarları, yazı işleri sorumluları varmış… Akıllarına gelmiş, birkaç gün sonra yapılacak genel seçimin sonucuna ışık tutabilsin diye ortaya bir sandık koyup dâvetlilerin oy kullanmasını istemişler… Sandık açılınca gerçek seçimde yüzde 1'in altında oy alacak bir partinin oyların çoğunu topladığı görülmüş… Sonra akıllarına gelmiş, evde çalışan, yemekleri pişiren ve servis edenler için de bir sandık koymuşlar; öteki sandıkta tek bir oy bile almamış muhafazakâr bir partinin oyları silip süpürdüğü görülmüş…

Bu bir Türkiye gerçeği işte…