İktibas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İktibas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2010

35 Yaş

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.


Cahit Sıtkı Tarancı

3 Kasım 2010

Hayrettin Karaman Hoca'dan güzel tespitler

Dün akşam Karaman Hoca TRT Haber kanalında bir programa konuk olmuş.Hassas bir konuda gerçekten yerinde ve delilli bir izahatta bulunmuş. Çok zaman aklıma geliyor, kaleme almak istiyor olmamam rağmen konunun hassasiyeti, kendi konumum ve daha birçok nedenden dolayı değinemediğim bir konuya böyle bir referansla değinebilmek iyi oldu. Ne ben yorulayım, ne şimşekleri üzerime çekeyim. Buyurun size ilgili açıklamaların linki; "Açıktan daha cazip başörtülü 'giyinmiş çıplaklar' var!"

26 Ağustos 2010

Toz kalkmasına karşı ilginç çözüm

Özellikle dağlık ve kırsal alanlarda yolculuk edenler bilirler, ev sahipleri evlerinin önlerine kasis yaparlar ki yoldan geçen araçların evlerini toza boğmalarını engellemek için. Tabi oradan ilk defa geçen biri için bu durum bazen sıkıntı oluşturur. Hızı yüksek olan sürücü için tehlike oluşturur. Haberde ise bir vatandaş güzel bir çözüm bulmuş. Ancak sürdürülebilirliliği nedir bilemem. Muhtemelen sürücüler bir süre sonra yeni bir aktivite bekleyeceklerdir.

Toz kalkmasına karşı ilginç çözüm - ZAMAN GAZETESİ

31 Ağustos 2007

Satranç Ustası İhtiyar

Sanırım bir 6-7 ay oluyor, efsane blogculardan Cenk Ünal abimiz bir satranç ustasının animasyonunu yayınlamıştı blogunda, bana da atıfta bulunmuştu hatırladığım kadarıyla. Satranç oynamaya davet etmişti beni. Nihayet geçen hafta sonu Cenk abimizle satranç oynamak nasip oldu. İlk oyunda fena yenildi. Deniz Baykalvari (yenilen pehlivanın güreşe doymaz misali) bir taleple ikinci oyunu da oynadık. Onda da mat olunca siyasi bir manevrayla şahını oynamayıp bana şah çekerek güya berabere bittiğini iddia ederek oyundan ayrıldı.

Cenk Ünal anısına ona kendi yayınladığı videoyu yayınlıyorum. İhtiyar amcayla çok benzer yönleri var Cenk abimizin de.

Videonun linki; http://video.haberturk.com/video.aspx?v_ID=14569&k_A=haberturk

24 Mart 2007

Vitamin Eksikliği

(Yorumlarıyla bloguma katkı sağlayan muhterem Mehmet abimizden bir yazı geldi. Teşekkürler Mehmet abi.)

Erzurumun itibarlı alimlerinden biri de Mehmet Kırkıncı Hocaefendidir.
Eserlerinden de anlaşılacağı üzere hoca efendi hoş sohbet,yumuşak yaklaşımlı,nüktedan bir irşad üslubuna sahiptir.
Kimseyi itham etmez,ayıplayıp suçlamaya yönelmez.
Mutlaka bir nükte,bir fıkra ile konuyu rahatlatır,tatlı bir yaklaşımla irşadını etkili kılar.

Nitekim günün birinde oldukça zengin biri müracaat eder Hocaefendiye:
Her şeyim var;fakat huzurum yoktur.
Bana bir çare bul der.
Sözlerine şunu da ilave eder: Doktorlar muayene ediyorlar, hiçbir rahatsızlığın yok diyorlar. Hatta vücudumda vitamin eksikliği dahi olmadığını söylüyorlar.

İşte burada hoca efendi söze karışır:
Dur bakalım dur,der.
Birde biz bakalım şu vitamin eksikliğine.
Eğer dedikleri gibi vitamin bolluğu olsaydı,sende bu rahatsızlık olmayacaktı,mutlaka işin içinde bir eksiklik söz konusu…

Sorusunu şöyle sorar:
Saçlarda yaşlanma belirtisi olan beyazlanma başlamış.
Namazlarını kılıyor musun? İbadetle aran nasıl?
Adam zorlada olsa gerçeği itiraf eder:
Hayır, henüz namaz kılmaya başlamadım.
Hocaefendi:
Bak der, sende manevi vitaminlerden (A) vitamini yok, gördün mü?

Sonra tekrar sorar:
Oruçla aran nasıl?
Tutuyor musun?
Adam yine zorlanır:
Hayır, der, henüz oruç tutmaya başlamadım.
Oooo, der hocaefendi, sende (B) vitamini de yok.

Sormaya devam eder:
Zengin olduğunu söyledin, zekatını nasıl hesap ediyorsun?
Şey, der, yani henüz zekat filan da vermiyorum.
Hocaefendi büsbütün hayrettedir:
Bak hele, der, sende (C) vitamini de yoktur.
Nasıl huzur bulacaksın bu kadar vitamin eksikliğiyle?

Aralarındaki diyalog şu şekilde sürer gider:
Hacca gittin mi?
Henüz hacca gidecek vaktim olmadı.
Neler söylüyorsun sen. Demek sende (D) vitamini de yok.

Peki, bir de aldığın gıdalara bakalım.
Kazancına haram karışıyor mu?
Evet azda olsa karışıyor.
Gördün mü, der Hocaefendi.
Sen mikroplu gıdalarda almışsın. Elbette huzurun olmaz, rahattan mahrum kalırsın.

Hocaefendi sözlerine şunları da ekler:
Bütün bunlara rağmen senin kurtulman yine de mümkün.
Çare vardır.
Yeter ki sen bu vitamin eksiklerini tamamla.
Birde mikroplu gıda alma.
Allahın izniyle sende en küçük bir rahatsızlık, huzursuzluk kalmayacak, turp gibi olacaksın...

15 Mart 2007

"Her zaman anneler suçlu!!!"

Geçen hafta Dünya Kadınlar Gününün kutlanması hasebiyle medyada bir çok yazar bu günün öncesinde ve sonrasında kadınlarla ilgili yazılar kaleme aldılar.

Fatma K. Barbarosoğlu uzun bir süredir ilgi ile takip ettiğim yazarlar arsında. Çok güzel sosyolojik değerlendirmeler kaleme alıyor ve çizgisi de çok net. Tespitleri çok yerinde.

Kadın olmanın çok zorlukları arasında bir de anne olmak gerçekten çok farklı bir zorluk. İşte Barbarosoğlu'nun annelik üzerine enteresan tespitlerinin yer aldığı 6 Mart tarihli mükemmel bir değerlendirme. Mutlaka okuyun ve okutun.

5 Mart 2007

Bir Türkiye Gerçeği

Ertuğrul Özkök yıllar önce bir yazısında anlatmıştı: Gittiği bir dâvette değişik gazetelerin yönetici kadroları, yazarları, yazı işleri sorumluları varmış… Akıllarına gelmiş, birkaç gün sonra yapılacak genel seçimin sonucuna ışık tutabilsin diye ortaya bir sandık koyup dâvetlilerin oy kullanmasını istemişler… Sandık açılınca gerçek seçimde yüzde 1'in altında oy alacak bir partinin oyların çoğunu topladığı görülmüş… Sonra akıllarına gelmiş, evde çalışan, yemekleri pişiren ve servis edenler için de bir sandık koymuşlar; öteki sandıkta tek bir oy bile almamış muhafazakâr bir partinin oyları silip süpürdüğü görülmüş…

Bu bir Türkiye gerçeği işte…

28 Şubat 2007

Hatem-i Tai

Sahabeden Adiyy b. Hatem'in babası, Tay kabilesinin reisi, cahiliyet döneminde yaşamış, Hristiyan ve cömertliği ile şöhret bulmuş bir insan.

O dönemde at sahibi olmak çok önemlidir. Araplarda da daha bir önemlidir. Hatem-i Tai de çok güzel bir at alır ve atın güzelliği şöhret bulur. Atın şöhretini duyanlardan biri ata sahip olmak için Hatem-i Tai'yi ziyarete gider. Hatem cömertliğine uygun biçimde misafirini ağırlar, yedirir içirir. Adam nihayet söze girer ve atı sorar. Hatem "size ikram edecek bir yiyeceğimiz yoktu ve o atı az önce kesip etini birlikte yedik" der.

İşte bu zatın bir başka hikayesi, Lemalar'dan;

Bir zaman, dünyaca sehavetle meşhur Hatem-i Tai, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hatem ona dedi:

"Hatem-i Tai, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın."

O muktesit ihtiyar demiş ki: "Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hatem-i Tai'nin minnetini almam."

Sonra Hatem-i Tai'den sormuşlar: "Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?"

Demiş: "İşte o sahrada rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm."

6 Şubat 2007

Selamlaşmak

Bir kimse Paygambere:

- İslam'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu.

Peygamber:

- Yiyecek yediren, tanıdığına tanımadığına selam verendir, cevabını verdi.

(Sahih-i Buhari)

26 Ocak 2007

Yağmursuzluk

Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşı, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid'alar karışmadan, şeriatin tayin ettiği tarzda dergah-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. Hem böyle umumi musibetler, ekser nasın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.
Emirdağ Lahikası. B.S.N.

30 Kasım 2006

Budur İşte!

Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim eza ve cefalar ve maruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helal olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkum etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helal ettim.

Said Nursi - Emirdağ Lahikası

27 Kasım 2006

Göle Yeni Maya

Geçtiğimiz günlerde aylar önce Yozlaşan Dindarlık başlığı ile blogda yayınladığım yazı ile benzer konuyu işleyen bir yazı okuyunca konuyu (ve yazıyı) paylaşmak istedim. Biliyorum, başörtülülerin çoğu başörtüsü meselesi ile erkeklerin ilgilenmesinden pek memnun olmuyorlar. Biraz da popüler bir konu olmasından dolayı ben de bu konuya değinip değinmemekte hep tereddüt geçirsem de bu durum ne yazık ki başörtüsü konusunu görmezlikten gelmeye yetmiyor.

Öncelikle kendi kanaatimi belirtmeliyim ki; başörtüsü bir simgedir. Bunu başörtülüler ya da başörtüsüne karşı olanlar, kabul etsinler ya da etmesinler; başörtüsü simgedir. Ancak bence siyasal bir simge değildir. Siyasal İslam’ın simgesi olarak algılamak olayı basite indirgemekten başka bir şey olamaz. Fakat İslam’ın simgesidir. Elbette tek simgesi değildir ama simgelerinden biridir. Minare gibi, ezan gibi... Tesettüre giren her kim ise tesettürün hakkını yerine getirmek, yani simgelediği şey olan İslam’ın gereklerine herkesten daha fazla uymak zorundadır. Hiçbir tesettürlünün "benimle tesettürsüz arasında ne fark var?" demeye hakkı yoktur.

Bu kanaatimi paylaştıktan sonra Fatma K. Barbarasoğlu'nun şu parağrafına bir bakalım;
"Seksenlerin başında çarşaf mı abaye mi pardesü mü tartışmaları yapan Türkiye, önümüzdeki yıllarda başı örtülü ama vücud dili olarak varlığını aşırı imleyen türbanlı kadınlar ile, saçları açık ama vücud dilini daha parantez içi kullanan kadınların, hangisinin daha tesettüre uygun olduğunu tartışacak."
Fatma K. Barbarasoğlu yazısında başka neler yazmış; bakalım.

20 Kasım 2006

Bir Vecize

"Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terk edecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terk edersen, pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü, o seni terk etmeden evvel sen onu terk edersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun." Mesnevi-i Nuriye/Zerre

30 Ekim 2006

Kanser Yenilir mi?(!) İçilir mi?

Kayahan, Filiz Akın, İsmail Cem, Osman Yağmurdereli, Nevval Sevindi, Arzum Onan, Ufuk Güldemir, Mehmet Uzun, Leyla Umar... Hepsi mücadele etmiş/ediyor.

29 Ekim 2006

Cumhuriyet

29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlarım.

Bu vesile ile Said Nursi'nin Cumhuriyet anlayışını anlattığı kısa anekdetonu da buraya almayı uygun gördüm.

***

[Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum.]

Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"

Ben de dedim: "Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum."
Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun."
Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler."

Şualar / 14. Şua

3 Mayıs 2006

Süleymanname

Son günlerin en çok konuşulanı hakkında Üstadın bir şiirini sizlerle paylaşmadan edemedim. Üstad bu şiiri 1971 yılında kaleme almış.

Süleymanname

Sen gül diyarının yapma gülüsün!
Aynı yapmacıkla Çoban Sülü’sün!
Yoktur izlediğin bir dava yolu;
Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün!
Türk’e zıt sermaye merkezlerinden,
Bir zikzaklı yolda hep, güdülüsün!
Milli yekparelik gelmez işine;
Bu yüzden parçalı, bölüntülüsün
Ve devlete mason biraderlerin
Tam da maslahata denk ödülüsün!
Ne sır sendeki bedava oluş!
Problemler içinde en müşkülüsün!
Fikir dağlar boyu kocaman kitap;
Sen de o kocaman kitabın bir virgülüsün!
Böyleyken ustasın gözbağcılıkta;
Cüceler sirkinin baş Herkülüsün!
Gözyaşı ve çığlık vatanında sen,
Hüzün bahçesinin şen bülbülüsün!
Büzülmüş susarken mahzun hakikat,
Davuldan ziyade gümbürtülüsün!
Teokratik rejim olmaz deyip de,
Peşinden müslüman görüntülüsün!
Kolera, vergiler, zamlar, enflasyon;
Bir felaketsin ki, binbir türlüsün!
Gelirsiz giderli bütçelerinle,
Her yıl, milyar milyar köpürtülüsün!
Okka okka vicdan satıl alırsın;
Topuzu altından oy baskülüsün!
Bir gökdelen sanır seni gören göz;
Bilmez ki, temelden çöküntülüsün!
Büyük Kongre, dikiş tutturduğun yer;
Meclise gelince söküntülüsün!
Bağlısın hak bilmez yeminlilere;
Hakkı bilenlerden çözüntülüsün!
Üçbuçuk mebusa kaldı diye fark,
Kimbilir, ne kadar üzüntülüsün!
Millet gökten adam dilensin, dursun!
Ümit fakirinin keşkülüsün!
Kuzum, senin neren Anadolludur?
Türk’ e Amerikan püskürtülüsün!
Farkın şu ki, eski Başbakanlardan,
Sen o belaların son püskülüsün!

Necip Fazıl Kısakürek

26 Nisan 2006

Arınç Ne Yapıyor?

Arınç'ın 23 Nisan'daki konuşması ile ilgili ve sonrasında yaptığı hata ile ilgili bir değerlendirme... Her iki yazı da aynı yazara ait ama her iki yazısında da düşüncelerime tercüman olmuş.

8 Mart 2006

Gündem

Hafta başından bu yana Türkiye'de tartışılan konu hakkında, konunun bir ucu benim meslekle irtibatlı olması bakımından bir yazı yazmayı düşünüyordum ancak, akşam üzeri okuduğum bir yazı üzerine bu fikrimden vazgeçtim. Konu ile ilgili kendi düşüncelerimi birebir yansıttığını düşündüğüm Ali Bayramoğlu'nu okumanızı tavsiye ediyorum.

21 Şubat 2006

En iyisi Dışişleri'ni Washington'a bağlamak

Türkiye'nin dış politikasına ve son günlerin en tartışılan konusuna, HAMAS'ın Türkiye ziyaretine ilişkin Sabah gazetesinden Ergun BABAHAN'ın yorumu, okumalısınız...