Kültür-Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kültür-Sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2022

Bursa'da bir hafta sonu

Yıllar önce yine burada bir Bursa seyahatimi yazmıştım. Aradan geçen 15 senede Bursa'ya çok defa gittim yine, ancak hep bir iş veya görüşme için, telaş içinde olan gidişlerdi. Kasım 2021'in bir sonbahar hafta sonunda ailecek planladığımız Bursa gezisini gerçekleştirdik.


Cumartesi erken saatlerde Eskihisar'dan feribotla Topçular'a geçtik.

26 Mart 2018

Bosna Hersek

Her insanda bir seyahat hayali var mıdır bilmiyorum ama bende eskiden beri var olan ama sadece hayal olarak kaldığını düşündüğüm böyle bir arzu sürekli oldu.

Geçtiğimiz günlerde hızlı ama güzel bir Bosna Hersek gezisi gerçekleştirdik. Gezimizde ağırlıklı olarak iş adamları bulunmakla birlikte davetimiz üzerine eşlik eden 23. Dönem Hatay Milletvekili Abdulhadi Kahya ve yine aynı dönemden Mardin Milletvekili M. Halit Demir Beyler de bizimle birlikteydiler.

Elbette Bosna Hersek dediğimizde aklımıza ilk gelmesi gereken (benim lise-üniversite çağlarıma denk gelen) acımasız savaş ve savaşın etkileridir. Bosna Hersek’in referandum sonucunda bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, 6 Nisan 1992’de Sırp güçleri başkent Saraybosna’yı ablukaya almış ve saldırılara başlamıştı. 3 buçuk yıl süren ve yüz binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarcasının evlerini terk etmesine yol açan bu savaşın tüm seyahatimiz esnasında aklımızdan çıkmadığını belirtmem gerek. Bu vesile ile o savaşta vatan ve dinleri uğruna savaşan şehitlerimizle birlikte tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.



Anlatıldığına göre savaşın şehirdeki izleri bundan 5-10 yıl öncesine göre oldukça azalmış. Ancak yukarıdaki fotoğrafta da görüleceği üzere bazı binaların dış cepheleri adeta savaşın tüm vahşetini hatırlatmak için hala duruyor.



Bosna Hersek dediğimizde savaş geliyor aklımıza ama elbette o savaşın bir de kahramanı vardı. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç. Biz de Saraybosna'da ilk ziyaretimizi Bilge Kral'ın mezarına yaptık ve ruhuna fatihalar okuduk.



Daha sonraki ziyaret noktamız ise savaş esnasında yanıp kül olan ama daha sonra aslına uygun şekilde restore edilen Saraybosna Kütüphanesi oldu. Şehrin ortasından geçen Miljacka Nehri'nin hemen yanındaki bu kütüphane aynı zamanda belediye başkanlığına da ev sahipliği yapıyor. Bizi gezdiren mihmandar buradaki tarihi eserlerin savaşın ilk hedeflerinden biri olacağı tahmin edildiğinden saldırı öncesinde korumaya alındığını söyledi.



Kütüphanenin tavan süslemesi Kur'an-ı Kerimlerin kapak süslemeleri şeklinde yapılmış.



Belediye başkanı da kütüphanede çalıştığı için kütüphane içerisinde konuşmalar yapmak üzere kürsü ve sahne de vardı.Siyasetçiler mikrofonu görünce dayanamıyor. Bizimle birlikte olan iki siyasetçi de usulen de olsa kürsüye çıktılar.



Bir kısım arkadaşlarımız Kütüphane'de beklerken biz de hemen az ileride yer alan ve 1. Dünya Savaşının çıkmasına neden olan Avusturya Macaristan Prensinin suikasta uğradığı köprüyü görmeye gittik.


Ardından Başçarşı'ya gittik. Başçarşı'yı gezerken kendinizi Anadolu'daki herhangi bir şehirdeymiş gibi hissediyorsunuz. Saraybosna'ya ilk defa gidecekler için, Başçarşı umumiyetle Müslüman esnafın faaliyet gösterdiği, dolayısı ile yeme içme noktasında biraz daha rahat edilecek bir yer. Biz mihmandarlarımızın tavsiyesi ile akşam köfte yedik.


Akşam yemek sonrasında özgürlük ateşine gittik. Özgürlük ateşi Saraybosna'nın simgelerinden biri. Yugoslavya'nın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1945 yılında yakılmış ve o günden bu yana sürekli yanıyormuş. Savaş sırasında düzenli yanmasa da o zamanlarda da yakmaya gayret göstermişler.



Başçarşı'ya yakın bir noktadaki otelimizde geceledikten sonra sabah erkenden dışarı çıkıp şehrin sükunetine şahit olmak istedik. Güneşin şehri aydınlatmaya başladığı saatlerde sokaklar bomboştu.



Saraybosna'da Konya Büyükşehir Belediyesi'nin hediye ettiği tramvaylar hizmet veriyor.



Saat kulesi 16. yüzyılda yapılmış. Gazi Hüsrev Bey Camii'nin hemen yanında yer alıyor.


Sabah kısa Saraybosna turu sonrasında Mostar'a doğru yola koyulduk. Saraybosna Mostar arası 130 km civarında. Yol üstünde Konjic adında bir şehir var. Ne derece doğru, isminden dolayı bir yakıştırma mı bilemiyorum ancak bu şehir Konyalıların kurduğu bir şehirmiş. Fotoğraftaki köprü ise 1682 yılında yapılmış ancak ikinci dünya savaşında Alman Nazilerinin döşemiş olduğu mayınlarla yıkılmış. Bu köprüyü TİKA 2009 yılında tadilatını tamamlayarak tekrar kültür mirasımız içine almış.


Konjic'te bu şirin marketten aldığım elma çok güzeldi.


Mostar'a ulaştık ama şehri önce teğet geçtik zira ilk hedefimiz Alperenler Tekkesi oldu. Yaklaşık 600 yıl önce Anadolu'dan giden dervişlerin Buna Nehri'nin kaynağına kurdukları bu tekke tam bir huzur yuvası. Fotoğrafta hemen tekkenin sağında görüne mağaradan çok müthiş bir su kaynıyor. Benzerini Van seyahatimde görmüştüm ama bu gerçekten çok daha büyük ve ibret vericiydi. İlahi kudreti derinden hissedeceğiniz bir yer Alperenler Tekkesi. Kısa süre önce ölüm yıl dönümünde rahmetle andığımız Muhsin Yazıcıoğlu da zaman zaman tekkeye gidip kalıyormuş.


Tekkeye doğru yürürken karşımızdaki bu muhteşem kayalıklardan oluşan dağ bizi karşılıyordu.



Yapı olarak belki de Bosna Hersek dendiğinde akıllara ilk gelen manzara bu olsa gerek. Mostar Köprüsü. Mostar şehrini tam ortadan ikiye ayıran Neretva Nehri'nin üzerinde yer alan Mostar Köprüsü 1566 yılında yapılmış. Savaş yıllarında yıkılan köprü UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteği ile aslına uygun şekilde inşa edilerek 2004 yılında yeniden hizmete girmiş. Köprünün ilginç bir eğlencesinden de bahsetmek gerek, köprü üzerinde yer alan korkulukların dış tarafında akrobatik hareketler yapan biri vardı. Meğer bu kişi 50 Euro karşılığında nehre atlıyormuş. Fotoğrafı yaklaştırdığınızda bu kişi görünüyor.



Ve hemen köprü başında yer alan 1993'ün unutulmamasını söyleyen bir duvar yazısı.



Mostar'da nehrin hemen yanında köprü manzaralı bu restoranda balık yedik. Balığı lezzetliydi.



Dönüş yolunda akşam namazını eda etmek üzere Konjic'e tekrar uğradık. Ülkede yeni inşa edilmiş cami neredeyse yok denecek kadar az. Eski camiler ise bizim İstanbul'daki sur içi yoğunluğunu andıracak çoklukta. Maşallah ecdadımız, her yere nişanımızı dikmiş. Yeni inşa edilen camilerde ise çoğunlukla modern Arap mimarisi göze çarpıyor. Nitekim akşam namazını eda ettiğimiz bu camide de özellikle dış mimarisinde aynı durum söz konusu idi.



Şam-Beyrut mutfağının vazgeçilmez tatlarından falafele şimdi İstanbul'da ulaşmak Suriyeliler sayesinde kolaylaştı fakat açıkçası Saraybosna'da hem de Boşnaklarca işletilen ve yapılan bir falafelciye rastlamak hiç ummadığım bir şeydi. Mostar'da yediğimiz yemek doyurucuydu ama ne kadar da olsa yol yorgunluğuyla birlikte ufak bir atıştırma için falafelci çok iyi geldi.



Akşam Başçarşı'da yer alan Türk çaycıların sıcak çaylarından içip tekrar otelimize gittik. Otelimiz bu şirin sokaktaydı. Ben yeşil panjurlu odada kaldım.












Sabah ise köz ateşte pişen Boşnak Böreğini bekledik ve yedik. Yerel saat ile 8.00'da açılıyor. Başçarşı'da hemen ara bir sokakta yer alan bu börekçinin adını unutmamak için fotoğrafladım; Buregdzinica Sac...



Sabah namazına gitmeyi arzu ettiğim halde gidemeyince bari gidip ziyaret edeyim dediğim Haci Hüsrev Bey Camiini ise ne yazık ki camilerin namaz vakti haricinde kapalı olması nedeni ile sadece dışından görebildim.



Pazar sabahı havaalanına gitmeden önce son bir tur yapalım derken çan sesine doğru gidip Hristiyanların ayinlerine bakalım dedik ancak ayin henüz başlamadığı ve bizim de vaktimiz kısıtlı olduğu için döndük.



Artık Bosna'ya veda vakti gelmişti.



Bosna'dan geriye hatıra olarak savaşın unutulmaması adına yaptıklarını düşündüğüm boş mermi kovanlarından imal edilmiş bu maket savaş uçağı kaldı.

22 Ekim 2012

Sabah Fakhri

Bana Arap müziği nedir diye sorsanız ilk aklıma gelen uzun olmaları ise ikincisi de bu uzun müziğin ilk yarısı tek düze ise ikinci yarısı bir o kadar hareketli olur ve insanı yerinde durdurmaz. İşte bunun bir örneğini ilk videoda göreceksiniz.



Sabah Fahri (Sabah Fakhri) aslen Halepli olup sesi biraz İbrahim Tatlıses'i andıran, belki daha iyi bir tanımlama ile sesini Tatlıses kadar rahat kullanabilen biri. 1933 doğumlu olmasına rağmen sesinden hala bir şey eksilmemiş.

Aynı zamanda Mevlevi olan Sabah Fahri 12 saatlik bir konserle Guinness'e de girmiştir.

Sabah Fahri ve diğer bir çok Arap müzisyeni son zamanlarda daha sık dinlemeye başladığımı fark ettim. Bunda en büyük etken galiba Suriye'de yaşanan hadiselerin oraya olan özlemimi artırması ve bu müziklerin buna bağlı olarak oraları hatırlamama birer vesile olması. Bilvesile içinde bulunduğumuz mübarek günler hürmetine oradaki zulmün de bir an evvel bitmesini can-ı gönülden niyaz ediyorum.



Sabah Fahri'nin resmi web sitesi; http://www.sabahfakhri.org/

16 Ekim 2012

Hayallerin Peşinde

2009 yılında Türkiye'de gösterime girdiğinde sırf Titanik filminin baş rol oyuncularının yine baş rol oynadıklarını görmek bile "Hayallerin Peşinde" (Revolutionary Road) filmini seyretmek için yeterli bir sebepti. Ancak o günün şartlarında her nasılsa seyredemediğim filmi geçtiğimiz hafta sonu evde seyretmek nasip oldu.

Zaman zaman seyrettiğim ve hoşuma giden filmleri buradan paylaşmamın biraz da aslında bana bakan bir yönü var, zira hem seyredip seyretmediğimi hem de filmin içeriğini unutuyorum. Unutmamak için de ziyaretçilerimle paylaşıyorum. Fakat film paylaşımlarında dikkat edilmesi gereken en önemli husus seyretmeyenlere filmin heyecanını yitirici bilgileri vermemek. Bu da oldukça zor bir iş. Özellikle bu film için bunda zorlanabileceğimi söylemeliyim.

Filmin türü için psikolojik diyebiliriz. Aile içi ilişkileri işlediği için özellikle yeni evlenecekler ve 1-2 yıllık evlilerin seyretmesini tavsiye etmiyorum. Evliliğin akıllarda bu filmde anlatıldığı gibi kalması çok sağlıklı olmasa gerek. Çok tartışan evliler için ise şunu tavsiye edebilirim; mutlaka izlenmeli çünkü gerçekten tartışma sahneleri çok gerçekçi ve aynı zamanda müthiş bir oyunculuk gösterisi. Belki kendi tartışmalarına dönüp bakmalarına fırsat verebilir o sahneler.

Filmin ilk başlarında 2 çocuğun varlığı beni oldukça tedirgin ettiyse de ilerleyen sahnelerde çocukların filmde pek de konu edilmemeleri rahatlattı. Nedense çocuklarım olduktan sonra çocukların ezildikleri, mağdur oldukları filmleri izlemekte çok zorlanıyorum.

Film aklınıza gelebilecek aile içi hemen her travmayı seyirciye gerçekçi bir şekilde yansıtıyor. Bu cümlemi açsam yukarıda film paylaşımındaki dikkat edilmesi gereken en önemli hususa dikkat etmemiş olacağım. Bu yüzden bu kadarlık bir ifadeyle yetiniyorum.

Filmin imdb sayfası için bu linki tıklayabilirsiniz.

9 Eylül 2012

Bab' Aziz

“Allah’a ulaşan yollar yaradılmışların nefesleri adedincedir.”

Uzun zamandır övgüsünü dinleyip okuduğum ama bir türlü seyredemediğim filmi bugün izledim. Film adeta Mevlana'nın Şeb-i Arus düşüncesinin sahneye yansıtılmış hali. Dünya yolculuğu (ömür) bir çöl yolculuğu ile anlatılmış. Film tasavvufa uzak olanlar için bir miktar sıkıcı gelebilir belki. Replikleri mesaj yüklü ve öyle tahmin ediyorum ki bir çoğu çeşitli tasavvuf eserlerinden alınmıştı. Ben bir çoğunu ya dinlemiş ya da okumuştum o repliklerin ama filmin içerisinde serpiştirilmiş halleri oldukça etkileyiciydi.

Filmin müzikleri ise olağan üstüydü.


Tekrar izlenmeyi hak eden bir film, hak etmekten de öte, özümseyebilmek için şart.

29 Mayıs 2012

Kan ve Aşk

Hafta sonu uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark edince vizyonda neler var diye göz attım ve gidilecek doğru düzgün bir film bulamayınca her şeye rağmen Kan ve Aşk'ın seyredilebileceğini düşündüm ve gittim.

Benim gençliğimin ilk yıllarına denk gelen ve derin bir duyguyla hissettiğim bir dramın beyaz perdeye aktarılmış olması filmi seyretmeme neden olsa da ne yazık ki beklentimi karşıladığını söyleyemeyeceğim. Zira dramın sadece kadınlara yönelik cinsel suçlar kısmını alıp ayrıca bu sahnelerin de bir kaç defa tekraren gösterilmesi doğrusu dram filmi için bir miktar aşırı geldi bana. Filmin ilk sahnelerinde ağlayan bebeğin üzerinden devam edecek bir paralel senaryo daha etkileyici olurdu kanaatimce. Filmin bir çok karakterinin film içinde neredeyse bir anlamı yoktu.

Son olarak, film repliklerine göre savaşın asıl sebebi sanki Müslümanlarmış gibi gösterildiği de söylenebilir. Geçmişte yaşanmış dramatik hikayeler Müslümanlar aleyhine idi. Esasen böyle bir filmin önce Müslümanlar tarafından çekilmesi gerekirdi...

Film seyredilmeyi hak etmiyor kısaca. Puanım; 4/10

18 Mayıs 2012

İçimdeki Yangın

Ortadoğuda süregelen trajediyi tüm detaylarıyla bir filmin ele alabilmesi elbette beklenemez ancak bu trajedinin tam ortasından ufak bir hikayeyi alıp yaşanan trajedinin gölgede kalan kısımlarına dair fikir oluşturmak ve bu trajediyi belleklere kazımak istiyorsanız bu hafta sonu İçimdeki Yangın şeklinde Türkçeleştirilen Incendies filmini izleyebilirsiniz.

Keşke tanıtmayı bu kadar geciktirmeseydim, zira filmi izleyeli 2 aydan fazla oldu ve gerçekten ender etkilendiğim filmlerden biriydi ama ancak fırsat bulabildim.

Filmin ilk kısımları sıkıcı da gelse dişinizi sıkın ve izleyin, sonunda, özellikle de son 5 dakikasında filmi izlemekle ne iyi ettiğinizi hissedeceksiniz. Kanada yapımı olmakla birlikte filmin bizim coğrafyaya ait olması, bu coğrafyaya özlemimin de arttığı bu dönemde beni hiç sıkmadı ama herkes için aynı olmayabilir. Bu yüzden sonunu mutlaka getirin filmin.

Filmi buradan ve buradan inceleyebilirsiniz.

2 Mart 2012

Cleopatra Stratan

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın facebook sayfasında rastladığım 2002 doğumlu Cleopatra Stratan'ın müziği ve sesi beni etkiledi. Biraz araştırınca meğer ailecek müzikle uğraşıyorlarmış. Ukraynalı imiş ve mtv ödülü bile almış. İlk albümünü ise henüz 3 yaşında iken çıkarmış. Şimdi hep beraber bir kaç gündür dilime pelesenk olan parçasını izleyelim;

pub şa La La La Laaaaa Lalalalala


18 Ekim 2010

Banttan yayın

Canlı yayındayız dediysek de kullandığım teknoloji henüz görüntü ve sesi canlı aktaramıyor. Bu nedenle cuma akşamı katıldığım kanun resitalinden kısa bir bölümü banttan yayınlıyorum.




Tarihi yarımadanın benim için çok ayrı bir yeri var. Elbette okuduğum fakültenin orada olması bunun en büyük sebebi. Neredeyse her sokağında ayrı bir hatıramın canlandığını hissedebiliyorum o taraflara yolum düştüğünde. Hatta tramvay hattının o bölgedeki güzergahını takip etmek, o bölgeye has yolcu profili, bunların hepsinin zihnimde farklı çağrışımlara açılan kapıları mevcut. Üniversite gençleri, turistler, bekar işçiler ve biraz da geç saat olduğunda ayyaşlar...

"Hangisine gitmeli" başlığında verdiğim linklerde de, bendeki mevcut bilgilerde de etkinlik 19:00'da başlayacak yazıyordu ancak doğrusu 20:00 imiş. Önce yetkililere kızmayı geçirdiysem de içimden bana tarihi mekanlarda fazladan bir saat verdiklerini düşünüp neredeyse teşekkür edecektim. İyi ki öyle olmuş, Firuz Ağa camiinde akşam namazı kılma, Sultanahmet Köftecisinde köfte yeme ve birkaç CD ile kitap bakabilme fırsatım oldu bu bir saat içinde.

Sonuçta 1 saatlik Kanun Resitali ise ekmekli kadayıfın kaymağı idi...

13 Ekim 2010

Hangisine gitmeli?

15 Ekim cuma akşamı birbirinden güzel olacağını tahmin ettiğim 2 etkinlik çakışıyor. Ben bu tereddüdü yaşarken bari tereddüdü yaşayan tek olmayayım dedim ve blog ziyaretçilerimle paylaşayım diye düşündüm.

Birincisi Yerebatan Sarnıcında Ahmet Meter'in düzenlediği Kanun Resitali. Bunun saati 19:00

Diğeri ise Sultanbeyli Kültür Merkezinde Kardeş Türküler Konseri. Bunun saati ise 20:00

İlgilenenlere duyurulur...

15 Temmuz 2009

Özür sırası kimde?

Geçtiğimiz günlerde iki yönüyle tatsız bir olayın yaşandığını hepimiz biliyoruz. İki yönüyle tatsızdı; Topkapı Sarayı'nda şarabın ön plana çıakrıldığı bir konserin yapılması ve bir grup gencin bu yüzden sarayı basmaya kalkışması.

Topkapı Sarayı'nda elbette geçmişten bugüne konser de verilmiştir, alkollü içecekler de tüketilmiştir. Ancak yaşanan olaylara benzer bir hadiseye davetiye çıkartırcasına alkolü ön plana çıkarmanın da hiç bir anlamı yoktur. Ancak buna rağmen yapılan protesto da usulüne uygun değildir.

Neticesi itibariyle olay tatlıya bağlandı. Alperenler İdil Biret'i ziyaret etti ve özür diledi. Ancak olayın bir kahramanı daha var, o da sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay. Öyle ya da böyle 70 milyonun bakanı olan bir kişinin küçük bir grup hakkında "yaratıklar" tabirini kullanması uygun düşmemiştir. Neticede karşısında yıllardır var olan ve kısa bir süre önce liderlerini elim bir kazada yitirmiş, belki bu yüzden de bu tür hadiseler için kullanılmaya açık olan bir grup var ve bu grubun içindeki bir kaç çürük yüzünden grubun tamamını itham altında bırakacak böyle bir söylemi dile getirme hakkı bulunmuyor sayın bakanın.

İşte bu yüzden de kanatimce özür sırası sayın bakanda.

11 Haziran 2009

Kardeş Türküler


Kardeş Türküler'i duymayan kalmış mıdır? Bir kaç yıl önce yine böyle bir Haziran akşamında Harbiye Açık Havada izlediğim konserinden sonra her sene tekrarlanan etkinliklerine ne kadar katılmak istesem de bir türlü gidemediğim konserlerin bu yıl 10.sunu düzenliyorlarmış. Bu defa Kuruçeşme Arenada düzenlenecek konser 30 Haziran'da.

İstanbul'da olanlar ve olmayanlar; kaçırmamalı...

8 Mayıs 2009

Örnek Cami

2 yıl önce kaleme aldığım ve yıllardır özlemini duyduğum farklı bir yaklaşım ve mimari ile yapılmış caminin haberini dün televizyonlarda görünce birden heyecanlanmıştım. Bugün gazetelerde de rastlayınca bunu blogumda paylaşmam gerektiğini düşündüm.


Teferruata girmeden, haberin detayı için ilgili linki tıklayınız.

12 Mart 2009

Farid Farjad

Ziyaret eden kaldıysa kalanlara tekrar merhaba diyerek ikinci bir başlangıç yapıyorum bloguma. Yorumlarla ve gerçek hayatta görüştüğümüz dostların verdiği şevkle yeni bir başlangıca da merhaba diyorum. 

Sadede gelirsek;

Bir çok blogcunun bloglarında eserlerine yer verdikleri, geçtiğimiz aylarda Türkiye'ye geleceği konuşulan ve bu haberle heyecanlanan Farid Farjad severlerine sonunda müjdeli haber geldi ve İstanbul Valiliği'nin resmi sitesinde duyurusu yapıldı. Farid Farjad 18 Nisan'da Bostancı Gösteri Merkezinde sevenleri ile birlikte olacak.

20 Temmuz 2008

Cami



Çinisiz de güzel olabiliyormuş camiler.
Camilerle ilgili düşüncelerim için lütfen tıklayın.

20 Haziran 2008

Dünyanın en güzel kızını öpmek isteyen ihtiyar; Jack Nicholson

Son zamanlarda seyrettiğim filmlerden 1993 yapımı "bugün aslında dündü" ile 2007 yapımı "şimdi ya da asla" tamamen farklı iki konuyu işleseler de her ikisi de oldukça manidardı.

Yaşadığınız hergünü tekrar yaşamak ister miydiniz? Mesela sabah kalkıyorsunuz ama hergün aynı dakikada. İşinize giderken aynı olaylar, aynı kişiler... Ve artk bu durumu kabullenip etrafınızdaki insanlara az sonra neler yaşanacağını anlatmaya başlıyorsunuz çünkü hayatınızı ezberliyorsunuz. Doğrusu gerçek dışı senaryoları pek tutmam ama gerçekten filmin senaristini çok taktir ettim. Hayal gücü fevkalade yüksek ve izleyiciyi düşündürüyor. Neler düşündürdüğünü anlamak için filmi mutlaka izlemek lazım.

Diğer film ölümcül bir hastalığa yakalanan iki yaşlı adamın ölmeden önce yapmak istediklerini bu hastalığa inat yapmaya kalkışmalarını anlatırken beşeri hislerin yaşamdaki yerine de kuvvetli vurgular yapıyor. Mesela Jack Nicholson ihtiyar da olsa hasta da olsa dünyanın en güzel kızını öpmeyi kafasına koymuş bir defa. Öpüyor mu öpmüyor mu sorusunun cevabı tabi ki filmde. Herkes kendi hayatından bir kare bulabilir mi bilmiyorum ama benim hayatımdan da karelerin olduğu film, hayatı tiye almanın aslında en iyi sonucu doğurduğunu da anlatıyor. Etrafınızdakilerin sizi önemsememesi gibi bir netice doğurabilme ihitmali de olsa hayatla dalga geçerseniz hayatın zorluklarını siz de rahat geçersiniz. Film sanırım sinemalarda oynamıyor artık ancak DVD'si çıkmışsa mutlaka edinin ve seyredin.

14 Ocak 2008

Tende Cânım


Eskiden Mevlevihanelerde kullanılan ancak uzunluğu ve üfleme güçlüğü nedeniyle yaklaşık 50 yıldır kullanılmayan Şah Ney'in icra edileceği bir konseri dinlemek istiyorsanız ve 17 Ocak Perşembe akşamı başka bir programınız yoksa Cemal Reşit Rey'deki Süleyman Erguner'in konseri size göre demektir.

29 Aralık 2007

Eşkiyalıktan Kabadayılığa

Yıllar önce Eşkiya'yı seyrettiğimde Şener Şen'in müthiş oyunculuğu ve Yavuz Turgul'un harika senaryosu etkilemişti beni. Zaten Eşkiya'nın Türk film tarihine olan katkısını herkes kabul ediyor. Aynı ekibin bu defa Kabadayı'da bir araya geldiğini öğrendiğimde yine güzel bir film izleyeceğim diyerek sinemanın yolunu tuttum.

Kabul etmek gerek ki Eşkiya filmini izlememiş biri için film gerçekten güzel. Eşkiya'yı izlemişler için de 10 yıl öncesini hatırlamak bakımından fena değil. Mesela ben 10 yıl öncesinde öğrenci olduğumu, fimi izlemek için sınıf arkadaşlarımızla Çemberlitaş'taki Şafak Sinemalarına gittiğimizi, filmi yine böyle bir Aralık ayında seyrettiğimiz gibi detayları hatırladım.


Eşkıya Kabadayı olmuş, Baran da Ali Osman. Cumali'nin yerini de Murat almış. Keje'nin yerinde ise bu defa Murat'ın annesi yer almış. Film ne Ahmet Hakan'ın eleştirisi kadar ağır bir eleştiriyi hak ediyor ne de olağanüstü bir film olarak gösterilmeyi.

Son olarak filmi izleyelim mi derseniz, bir film seyretmeniz gerekiyorsa, evet, izleyin.

14 Ağustos 2007

Hayattan Güzel Örnekler

Önce adli teşkilattan başlayalım. Geçen hafta elimde dilekçemle hakimin odasına geçtim. Talebim hakimin biraz yabancı kaldığı bir konu oldu sanırım, bana oturmamı rica etti ve dilekçeyi benimle birlikte mütalaa etmeye başladı. Önüne bir kitap aldı, fihristinden ilgili konunun geçtiği sayfayı buldu, okudu ve müzakere etti. Bu süreç yaklaşık 10 dakika sürdü. Neticesinde ilgili notlarını dilekçemin altına yazdı ve kaleme kaydı için havale etti.

Bir çok hakim böyle durumda ne yazık ki anlattığım hakim gibi davranamıyor. Çünkü bunu kendilerine yakıştıramıyorlar. Yakıştıramamalarının nedeni ise hakim olduklarından her şeyi bilmeleri gerektiği kanaatinde olmaları. Bir avukatın karşısında konuyu bilmiyor durumuna düşmek ayıp geliyor galiba onlara. O hakimlerin neler yaptığını biz biliyoruz ancak yukarıda anlattığım hakim de açık bir şekilde bunu benimle paylaştı. Ben onu yaptığı davranıştan dolayı tebrik ettim. Teşekkür ettim. O da bunun üzerine diğer hakimlerin ne yaptığını söyledi; "avukat bey, biraz dışarıda bekleyin ben sizi çağıracağım" diyerek avukatı dışarı çıkartır ve bir başka hakimi arayarak sorar dedi. Bu bizce de bilinen bir şey zaten ama işte bunu yapan hakimler bilmediğimizi düşünüyorlar.

Bilmemek ayıp değil, hele de hukuk gibi uçsuz bucaksız bir alanda gayet normaldir. Bu durumu örtbas etmek gayesi ile avukata yapılan muamele (dışarı çıkmasını istemek) daha ayıp oluyor aslında. Hiç kimse -hakimler de, savcılar da, avukatlar da- her şeyi bilmek zorunda değildir. Fakat bilmesi gerektiği halde açıp okumuyorsa, muhatabı ile müzakereden çekiniyorsa ayıp olan budur.

İkinci güzel bir örnek de Fatih Vatan Caddesinde bulunan Hürrem Çavuş Camii. Bu caminin mimarisi ayrı bir konu esasında. Benim bu cami ile ilgili vereceğim örnek imamıyla ilgili. Yaklaşık 6-7 senedir zaman zaman gittiğim bir cami Hürrem Çavuş. Caminin içi ve dışı tertemiz. Lavabolarını kullanmadığım için o konuda bir fikrim yok. Cami temizliğinde önemli bir kriter lavaboların temizliği. Fakat iç ve çevre temizliği ile yeterli puanı alıyor Hürrem Çavuş. İmamın gayreti sayesinde oluyor bunlar. En son Cuma Namazı için üst kata çıktım. Cami içini görmeyen üst kata iki dev ekran konularak vaaz ve hutbeyi izleme imkanı sunulmuş. Bu bile başlı başına güzel bir düşünce, anlayış. Yukarıdaki linkten camiye ulaşım imkanlarını öğrenebilrsiniz. Gezin ve imamın arkasında bir namaz kılın derim.

14 Ocak 2007

Babil

Filmi izledim. Ne anlatıyor?

Medeniyet; Ne Meksika'da ne Fas'ta, sadece Amerika'da.

Müslümanlar;

Geri kalmışlardır. Suları bile içilmez.
İnsan hakları yoktur. Polis, kadın erkek çocuk demeden, vurur, kelepçeler, döver.
Ensest ilişki söz konusudur.
Çok evlilik yaygındır.

Peki, doğru mu? Tamamen yanlış değil ancak yaklaşımları yanlış.

Müslümanlar olarak kesinlikle şunu yapmamız gerekiyor; dönüp kendimize bir bakalım lütfen. Gerçekten İslamiyeti hakkı ile yaşıyor muyuz? Şu halimizin sebebi nedir? Neden her olumsuzluğun arkasında Amerika'yı ya da İsrail'i arıyoruz? Yoksa kolay olanı mı seçiyoruz biz?

Yusuf İslam'ın şu sözünü hatırlıyorum; "eğer İslamiyeti tanımadan önce müslümanları tanımış olsaydım şu an hidayete ermiş olmazdım" diyor. Ne garip?