Mesleki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mesleki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2020

Bugün eleştirmek yerine teşekkür edelim

Covid-19 salgını nedeni ile mahkemelerdeki duruşmalar yaklaşık 2-2,5 ay kadar yapılmamıştı ilkbaharda. Herkes için zor bir dönemdi. Bu kısmı bir tarafa, o günlerde yaşadığım bir olay aklıma geldi bugün.

O dönemde her ne kadar duruşmalar yapılmıyor idiyse de mahkemeler açıktı ve memurlar idarenin belirlediği şartlarda çalışmaya devam ediyordu. Elbette bizler de boş durmak yerine dosyalarımızı gözden geçirerek eksikliklerimizi kontrol ettik ve tamamlanması için az da olsa çeşitli içeriklerde dilekçelerle mahkemelere müracaat ettik. Ancak devlet hantallığından hiçbir şey kaybetmemişti ve çoğu talebimiz askıda kaldı. Ta ki, yeni normal hayata geçip adliyelere adım atmaya başlamamıza kadar. Zira artık Covid-19 nedeni ile memurlara yaklaşamasak da kapıdan işimizi hatırlatıp adım attırabildik dosyalarımıza.

Doğrusu ben adliyelerin de en az bizim ofislerimiz kadar çalışıp dosyalardaki tüm eksikliklerin giderilmesi yönünde adım atmalarını ve nihayetinde yeni normal hayata dönüşte sıfır kilometre bir yargı ile karşılaşacağımızı ummak istedim ama böyle bir şeyin ancak hayal olacağını bildiğim için hiç öyle bir hayale kapılmadım.


Sadece mahkemenin biri benim hayalimi tetiklemişti. O günlerde bir iş aldım ve davayı UYAP sistemi üzerinden açtım. Aradan henüz yarım saat ya geçmiş ya geçmemişti, bir e-tebligat geldi. Hemen açtım, bir de ne göreyim? Az önce açtığım davanın ilk işlemleri yapılmış, duruşma günü tayin edilmiş ve taraflara tebliğ edilmiş. Bu hadise hayalimi tetiklediyse de aradan geçen günlerde diğer mahkemelerde bir değişiklik olmadığını gösterince hayalimi unuttum, unutmaya çalıştım.

Gün geldi, davanın duruşmasına girdim. Duruşma tutanağını elime aldıktan sonra hakime döndüm ve "biz avukatlar muhalif olmayı sever ve bu nedenle de her şeyi eleştiririz. Ama ben bu defa eleştirmeyeceğim, teşekkür edeceğim" dedim, başımdan geçeni anlattım. Elbette hakim de teşekkürümden dolayı memnuniyetini ifade etti.

Bugün aynı mahkemede duruşmam vardı ve duruşmaya tam saatinde girdim. Oysa mutat olan duruşmaya en az 20 dakika geç girmektir. Demek ki mahkemeler de isterlerse işlerini düzgünce bir disiplin içinde yürütebiliyorlarmış.

Güzel ve sağlıklı günlerde, hak ve adaletin incinmediği zamanlara uyanmak ümidini hep taşıyalım. Dua hükmüne geçsin.

7 Nisan 2014

Anayasa Mahkemesi

Bilindiği üzere 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) bireysel başvuru hakkı tanınmıştı. Bu hakkın tanınmasındaki temel neden ise Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkeme'sinde (AİHM) aleyhe açılan dava sayısını bir miktar azaltmaktı.


Peki bu nasıl sağlanacaktı? Teknik bir konu olmakla birlikte herkesin anlayabileceği bir şekilde izah etmeye çalışalım. AİHM'ye başvurabilmek için ülkemizdeki tüm hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekiyordu. Yani yerel mahkemede davayı kaybettiniz, temyize gittiniz, orada da kaybettiniz ve karar bu şekilde kesinleşti. İşte bu kararı AİHM'ye götürmeye hak kazanıyorduk. Ancak anayasa değişikliği ile esasen, bir hukuk yolu daha ihdas edildi ve AİHM'ye gitmeden bir de AYM'ye müracaat edilmesi şartı konmuş oldu. Ancak AYM'ye de müracaat ancak tüm diğer hukuk yollarının tüketilmiş olması şartına bağlandı.

AYM ise son twitter kararı ile kendisini 2010 öncesi vesayet sisteminin getirdiği alışkanlıklarla her konudaki en son söz söyleyici konumunda gördüğünü beyan etti. Zira hiçbir hukuk yolu tüketilmeden doğrudan kendilerine yapılmış bir müracaatı esastan karara bağlamasının anlamı ancak budur. Her ne kadar kendilerini haklı gösterecek bir takım hukuki argümanlar kullansalar da netice değişmiyor.

AYM bu yolu açmamalıydı. Bu yolu adet haline getirirse biz vatandaşlara düşen tek bir yol kalır; tüm hukuki ihtilaflarımızı artık doğrudan AYM'nin önüne götürürüz, o da bu anlamsız davranışının altında ezilir. Bu işin tek çözüm yolu şimdilik bu gibi geliyor bana...

25 Mayıs 2012

Avukat

Dün bir davamın 6 veya 7. duruşmasına girdim ve nihayet karar çıktı. Ancak konumuz bu değil.

Bu süreçte karşı tarafın avukatıyla gayet medeni bir şekilde duruşma öncesinde ve sonrasında selamlaşıp sohbet ediyorduk ama ne olduysa dünkü duruşma öncesinde selamlaşmamıza rağmen davayı kaybeden meslektaşım sonrasında salondan arkasını dönüp öyle bir hızla ayrıldı ki ne selam ne kelam...

Benden en az 7-8 yıl daha kıdemli olduğunu düşündüğüm meslektaşımın bu tavrı haliyle üzdü beni. Biz avukatlar işimizi yapan ama asla kendimizi haklarını savunduğumuz kişilerin yerine koymayan insanlarız, olması gereken budur. Kaybeden esasen çoğu zaman avukat değildir, müvekkildir. Nitekim dünkü davada meslektaşım tüm iddia ve savunmalarını hakkıyla yerine getirdi ancak  hakkını savunduğu kişinin/şirketin hataları davanın kendi aleyhlerine sonuçlanmasına neden oldu. 

Sayın meslektaşım, hal böyleyken sen neden kendini gayr-i medeni bir duruşun içine sokuyorsun ki?

10 Haziran 2010

Erken mi?

AYM'nin anayasa değişiklik paketini henüz yürürlüğe girmeden gündemine almış olmasına ilişkin yoruma kalkışmak acelecilik olarak algılanabilir ama sessiz kalmanın da benim kanaatimce haksızlığa taraftar olmak anlamına geleceğinden en azından buradan bir iki cümleyle de olsa kendi yorumumu yapmayı bir görev sayıyorum.

Artık şunu hiç düşünmeden söyleyebiliriz; Türkiye'de "EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ ANAYASA MAHKEMESİNİNDİR"

Ülkemizde eli silah tutmayan hiç bir güç anayasa değişikliği yapmaya muktedir değildir.

Peki sonuç; 411 vekilin onayladığı değişiklikle ilgli AYM'nin verdiği kararda da düşündüğüm ve etrafımdakilerle paylaştığım bir fikrimi buradan da artık paylaşmalıyım; AYM kararları resmi gazetede yayınlanmak üzere başbakanlığa gönderilir. Kanaatimce başbakanlık gelen kararı yok hükmünde sayıp resmi gazetede yayınlamamalı ve varsa iptal edilen maddeler de dahil, paketi şu anki hali ile referanduma götürmelidir. Aynı yöntemi başörtüsü değişikliğinde de yapmalıydı. Ancak orada değişikliğin uygulanmasına yönelik bir sıkıntı yaşanabilirdi ancak burada referandumun dolayısı ile asli kurucu unsurun varlığı uygulanabilirlilikte sıkıntı doğurmayacaktır. Böylece MİLLET EGEMENLİĞİNE SAHİP ÇIKACAK, başkalarına kaptırmayacaktır.

Hükumetten böyle bir siyasi iradeyi bekliyorum.

12 Mayıs 2010

Paket onaylandı

Anayasa değişiklik paketi Cumhurbaşkanlığınca Anayasanın 175. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca halkoyuna sunulmak üzere yayımlanması için Başbakanlığa gönderildi.

Diğer taraftan ise ana muhalefet partisi yürütmeyi durdurmak için Anayasa Mahkemesine müracaat edeceğim diyor. Peki neyin yürütmesini durduracak? Öyle ya, yürürlüğün durması için yürürlüğe giren bir hüküm olması lazım değil mi? Oysa yukarıdaki ifadeden anlaşılacağı üzere henüz yürürlüğe giren bir hüküm yok. Dolayısıyla normal bir hukuk bilgisi ile bile böyle bir talebin mahkemece esasa kaydedilmeden reddedilmeyi; hatta böyle bir talep için ret kelimesi bile uygun olmayacağından, yok sayılmayı gerektireceği bilinir.

Ancak "Burası Türkiye" tabiri en azından şimdilik mer'idir. Türkiye her zaman Türkiye kalacaktır ama gelecekte "Burası Türkiye" ile kast edilenden farklı bir Türkiye olacaktır.

18 Nisan 2010

Anayasa değişikliği

Yaklaşık 2 yıl önce kaleme aldığım bir yazıda Anayasa Mahkemesinin artık tartışılması gerektiğini belirtmişim. HSYK'nın güz kararnamesini çıkaramadığı geçtiğimiz güz aylarından bu yana da HSYK'nın tartışılıyor olmasını memnuniyetle karşıladım. Son iki aydır HSYK başkan vekilinin mesai saatlerini bile artık neredeyse biliyoruz. Adam işe sabah 10'dan önce gitmiyor. Çünkü metruk ve harabe binalarına her gün gazetecileri selamlayarak girmeye başladı. Yaptıkları yanlışlıklar tartışılmalarına sebep oldu. Oysa düne kadar toplumun çok büyük bir kesimi HSYK'nın ne olduğunu ve başkan vekilinin kim olduğunu dahi bilmiyordu.

Kanaatimce iktidar partisi düzenlemeler için gecikti bile. Kamuoyundaki gücünün çok daha fazla olduğu 2007 seçimlerinden hemen sonra veya kapatma davasının akabindeki dönem şimdikinden daha iyi bir sonuç elde edilmesini sağlayabilirdi diye düşünüyorum.

Dün görüştüğüm iktidar partisi mensubu bir milletvekili "biz millet iradesini kullanıyoruz, ortaya bu iradeyi koyduk ve neticesini Allah'a havale ettik, değişiklik kabul edilir ancak edilmezse de biz üzerimize düşeni yapmış oluruz" diyordu. İnşallah millet için hayırlı olur temennisinde bulundum ben de.

Son zamanlarda dikkatimi çeken bir söylem de ana muhalefet partisinin Anayasa Mahkemesi'ne müracaatı için 110 milletvekiline ihtiyacı olduğudur. Bu konuya da bir açıklık getirmek lazım. Anayasada yüksek mahkemeye müracaat edebilecekler açıkça belirtilmiştir, bunlardan biri ana muhalefet partisidir ki bunun milletvekili sayısına bakılmaz, tüzel kişilik olarak müracaat etme hakkı vardır. Bir diğeri de milletvekili sayısının beşte biri olan 110 milletvekilidir. Cumhurbaşkanının da müracaat hakkı vardır ama o konumuz dışıdır. 110 milletvekili şartı ana muhalefet partisi için geçerli değildir.

Asıl değinmek istediğim halkoyuna sunulmadan ya da sunulup onaylanmış anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi denetimine tabi tutulup tutulamayacağıdır ancak bu konu ayrı bir yazı konusu oluşturacağından daha sonra yazmayı düşünüyorum.

24 Mart 2010

Hukuçular(!)

Bir defa daha sessizliğimi bozdurdular bana. Bir önceki yazıma yapılan yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla zaten sessiz kalmama ziyaretçiler de razı değillermiş.

Bunlar nasıl hukukçu, anlamıyorum. Hukukçu dediğime bakmayın, yüksek yargının çeşitli kademelerine gelmiş olmak hukukçu olduklarına delalet etmez. Hatta Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmı Hukuk Fakültesi mezunu dahi değillerdir. Olanları da hukuktan nasiplerini alamamışlar.

Efendim hazırlanan anayasa değişiklik taslağı anayasaya aykırıymış. Bunların adaletsizlik, hukuksuzluk, kanunsuzluk genlerine işlemiş. Anayasa değiştiriyorsunuz, elbette mevcut anayasaya aykırı olacak taslak. Anayasa Mahkemesi üye sayısı mevcut anayasada 11 iken bunu tutup 21 yaparsanız bu elbette mevcut anayasaya aykırıdır.

Herkesin kendine göre bir hukuk anlayışının olduğu bir memlekette yaşıyoruz. Normal karşılayacağız.

17 Şubat 2010

Hukukçular devleti

Zamanında yazmıştım, Türkiye bırakın hukuk devleti olabilmeyi, kanun devleti bile olmayı becerememiştir. HSYK'nın bugün almış olduğu karar bu iddiamın en büyük delilidir. Kanunda bile yer almayan bir işlemi hukukla bağdaştırmak mümkün değildir.

En son okuduğum bir haber Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının tutukluluk haline itirazın mahkemece oy birliği ile reddedildiğini yazıyordu. Şu halde HSYK bir adım daha atmalı ve yarın ilk iş acilen toplanıp söz konusu mahkemenin üyelerinin yetkilerini elinden almalı ve kendi istedikleri kişileri o mahkemeye atamalıdır.

Türkiye sivil vesayet altına giriyor filan diyenler bakalım bu son gelişmeye ne diyecekler?

3 Temmuz 2009

Sivil mi olsun asker mi?

Son tartışma konusu "sivil mahkeme mi askeri mahkeme mi" diye şekillenince içimden "laf bana düştü" dedim.

AİHM'nin meşhur ve eski Türk yargıcı geçenlerde TV'de askeri mahkemelerin esasında bir ihtisas mahkemesi vasfında olduğunu bahsediyordu. Gerçekten de askeri mahkemeler için bu vasfı kullanmak en doğru olanıdır. İş hukuku ile ilgili iş mahkemeleri ya da boşanma ve benzeri konular için aile mahkemeleri kurulmuşsa askeri konulara ilişkin olarak askeri mahkemelerin kurulması gayet tabiidir.

Tam da bu noktada araya bir fark giriyor. Bizim sistemimizde askeri mahkemelerin askeri hakimleri ve savcıları oluyor. Bu mantıkla iş mahkemelerini de hukuk eğitimi almış işveren ve işçilerden oluşan bir mahkeme heyetine mi bırakmak gerekir ya da aile mahkemerine iyi geçimli anne ve babalar mı getirilmeli? Ticaret mahkemelerinde de tüccarlar hakimlik yapsın.

Kanaatimce tartışılması gereken burasıdır; askeri mahkemeler olsun. Ancak hakim ve savcıları asker olmamalı. Sivil hakim ve savcılar bakmalı askeri konulardaki davalara da. Ne hükümet ne asker... Ne de medya. İşin bu noktasını düşünseler mesele hallolacak.

16 Haziran 2009

Kartzedelere önemli hatırlatma

Kredi kartlarını cebinden para çıkmayacakmış gibi kullananlara devlet yine af getiriyor. Kart kullanıcılarının akıllarını başlarına almaları için bu son fırsatı iyi değerlendirmelerini umuyoruz.

Ben buradan ufak bir hatırlatma ile kartzedelere yardımcı olmaya çalışacağım. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; düzenleme 31 Mayıs 2009 tarihi itibariyle temerrüde düşmüş borçlara ilişkin olduğu için bu düzenlemeden asgari ödemeyi yapanlar faydalanamayacaklar. Ancak dikkat edilmesi gereken husus şudur; temerrüde düşme şartı olarak bankalar borçluya gönderilmiş ihtarnameyi baz almayı severler. Yani ancak 31 Mayıs tarihinden önce elinize ihtarname geçmiş ise temerrüde düşmüş sayarlar. Eğer ihtarname gelmemişse "siz temerrüde düşmediğiniz için bu düzenlemeden faydalanamazsınız" diye cevap verirler, çünkü onlar için düzenlemeye göre yapılacak tahsilattan daha iyidir yüksek miktarda alacaklı görünmek. Fakat unutmamak gerekir ki bankalar kredi kartı verirken yaptıkları sözleşmelerde genel olarak "borcun asgarisi veya tamamının vadesinde ödenmemesi halinde kişi ayrıca bir ihtarnameye gerek kalmaksızın temerrüde düşmüş sayılır" diye bir madde koyarlar. Dolayısıyla 31 Mayıstan önce vadesi gelmiş bir borç ödenmemişse bilinsin ki bu durumda da temerrüt şartı yerine gelmiş demektir ve borçlunun düzenlemeden faydalanmaya hakkı vardır. Hatta 31 Mayıs itibariyle bir ödeme yapması gerekirken o ödemeyi yapmayan kişi dahi bu düzenlemeden faydalanır.

Bu bilgi umuyorum ki düzenlemeden faydalanacak kişi sayısını artırır.

6 Haziran 2008

Hukuk darbesi mi?

Hayır! Evrensel bir değer olan "hukuk" kelimesini darbe ile birlikte anmaya kimsenin hakkı yoktur.

Bu bir darbedir ama hukuk darbesi değildir.

Türkiye'de hiç bir zaman "hukuk" olmamıştır. Türkiye İstiklal Mahkemelerinden, Kel Alilerden, Yassıadalardan buraya gelmiştir. Bu geleneğin hiç bir yerinde "hukuk" olmamıştır.

600 yıllık bir devleti yıkan İttihat ve Terakki zihniyetinin uzantılarından "hak" ve "hukuk"a uyacaklarını sanarak safdillik edenlerin hatasıdır dünkü sonuç.

1 yıl içerisinde 3 tane ciddi hukuksuzluğa göz yummaya kimsenin hakkı yoktur. Önce 367, sonra vatana ihanetten başka hiç bir sebeple yargılanmamayan Cumhurbaşkanı'nın yargılanması, ardından da anayasanın açık hükmünü ihlal ederek anayasa değişikliğini esastan incelemek... ya da yetkisini genişleterek şekilden incelemek. Her halükarda ortada bu denli açık hukuksuzluk söz konusu iken bu fiillerin bir yaptırımı olmalı.

Söz konusu olan başörütüsünün serbest olup olmaması değildir artık. Tartışılması gereken Anayasa Mahkemesidir.

Not: Bu yazı Moral Haber'deki yazımın özetidir. Yazının orjinal hali için lütfen tıklayın.

5 Haziran 2008

Anayasa 153

Başörtüsü düzenlemelerine ilişkin açılan davada Anayasa Mahkemesi kararını bugün açıklayacak. Günlerdir mahkemenin verebileceği kararlar tartışılıyor. Üzerinde en çok durulan ve çoğu muhalin arzuladığı ise "gerekçeli red". Güya dava reddedilecek, düzenleme geçerli sayılacak ancak gerekçede eski kararlara atfen yasak devam ettirilecek.

Bu kesinlikle hukuka ve anayasaya aykırıdır. Anayasanın 153. maddesi aynen "Anayasa Mahkemesi ..... kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez" der. Bunun aksi, kanun koyucunun yerini yargının almasıdır.

Umuyorum ki hiç bir yoruma ihtiyaç bırakmayacak netlikte hak ve hukuk gözetilerek doğru olan karar verilir.

25 Ocak 2008

İnanmayın, Telekom’u Şikayet Edin!

Birkaç gün önce bir tüketicinin Telekom’a açtığı dava (denilse de dava değil) ile ödediği sabit ücretleri geri aldığı yazıldı çizildi. Ancak Telekom yapılan bu haberler karşısında zor duruma düştüğünü anlayıp bir açıklama yapmış. Açıklamasında kısaca Tüketici Sorunları Hakem Heyet(ler)inin mahkeme niteliği taşımadığını, bunun da Anayasa Mahkemesince verilmiş bir karardan kaynaklandığını belirtmiş.

Burada detaylı bir şekilde konuyu anlatacak değilim ancak Anayasa Mahkemesinin söz konusu heyetleri “mahkeme” olarak tanımadığına ilişkin kararı gerçekten varsa da kararın niteliği Telekom’un almak istediği sonuçla bağlantılı değil. Netice itibariyle belli bir meblağı geçmeyen tüketici sorunlarına ilişkin ihtilafların çözüm yeri halen bu heyetlerdir ve bu heyetin verdiği karar icra edilebilir mahiyettedir. Nitekim Telekom da ilgili karara Tüketici Mahkemesinde itiraz etmek sureti ile kararı yok sayamamıştır.

Telekom bu açıklama ile karşısına gelecek binlerce heyet kararının önünü kesmek, bu suretle tek cephede savaş vermek istemektedir. Çünkü alınacak her heyet kararını ayrı ayrı Tüketici Mahkemesine sunmaya kalkışsa bunun altından kalkamayacağının farkındalar.

Tüm bu sebeplerle gerçek bir tüketici bilinci çerçevesinde haksız alınan bu sabit ücretin kaldırılması için tüm sabit telefon kullanıcılarının bulundukları ilçe kaymakamlıklarındaki Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvurmaları fevkalade elzemdir.

16 Kasım 2007

Aman Dikkat! Adnan Oktar Aleyhine Yazmayın!

Wordpress bloglarının başına gelenin blogger kullanıcılarının başına gelme ihtimalinden bahsetmiştik geçen yazımızda. Kendisi de bir hukukçu olan Ryu Kun da konuyu kendi blogunda güzelce özetlemişti.

Aslında direkten dönmüşüz. Anlatayım. Wordpress sayfalarının kapanması ile alakalı bir araştırma yapayım dedim ve Kadıköy Adliyesinde işim çıktığında gitmişken bir de 6. Asliye Hukuk Mahkemesine uğradım. Davacısı Adnan Oktar olan 3 adet dosyaya rastladım. Wordpress bloglarının Türkiye'den takibinin engellenmesine yönelik olanı http://19.org/ (sayfayı şuradan inceleyebilirsiniz) sitesi ile ilgili olan dosyaymış. Bu site meşhur Sadreddin Yüksel Hocaefendinin oğlu Edip Yüksel'e aitmiş. (Dolayısıyle tebligat Edip YÜKSEL'e yapılmış.) Edip Yüksel bir zamanlar kendisine 19 rakamı ile alakalı vahiy geldiğini iddia ederdi. Halen öyle mi, en son durumu nedir bilmiyorum. Netice-i kelam, söz konusu adres wordpress tabanlı olduğu için olan wordpress kullanıcılarına olmuş. (Tabi bu arada sitenin gerçekten wordpress tabanlı olup olmadığı hususunda okuyuculardan yorum bekliyorum.) Oysa aynı dosyadan öğrendim ki bir de http://kendigoruslerim.blogspot.com/ diye bir adres varmış ki o adreste de davacı aleyhine ifadeler bulunuyormuş. Eyvah dedim, blogger da topun ağzındadır diye düşündüm ama Allah'tan bu adres kapanmış.

İşin kısaca özeti bu. Bir önceki yazımda verdiğim wordpressin açılacağına dair linkteki haberi doğrular bir bilgiye ulaşamadım dosyalarda. Ancak farklı mahkemelerde benzer davalar görüldüğünü söyledi memur. O dosyalarda böyle bir gelişme olmuş olabilirmiş. Gerçekten de sadece benim incelediğim dosyalarda onlarca internet sitesinin adı zikredilmiş ve bir çoğuna tedbir kararı alınmıştı. Her biri için ayrı ayrı dava açılmışsa adaleti biraz da Adnan Oktar'ın yavaşlattığından bahsedebiliriz.


İnternet sayfalarının yasaklanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gerekirse yasaklanmalı
Yasaklanmamalı

14 Temmuz 2007

Kadük Tartışması

Son Anayasa değişiklik paketi ile ilgili yeni ortaya atılan kadük (değerini, önemini yitirmiş, geçerliliği kalmamış, eskimiş/TDK) tartışması siyasi arenadaki satranç oyuncularının son hamlesi oldu. Ancak satranç bir kurallar oyunudur. Siyasette ise ne yazık ki bazı durumlarda maçın ortasında kural değiştirilebilmektedir.

Öncelikle bilmemiz gereken Anayasamızın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına ilişkin 5678 sayılı kanun 16.06.2007 tarih ve 26554 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Cumhurbaşkanınca yapılan işlem onay işlemidir ancak onaylanan değişikliğin yürürlüğe girebilmesi halkoylamasından yarıdan fazla onay almasına bağlanmıştır.

Anayasamızın 175. maddesinde değişikliğin yürürlüğe girmesi için halkoylamasında oyların yarıdan fazlasının alınması şartı koşulmuşsa da bu, halkoylamasının bizatihi neticesi ve tabii bir sonucudur. Halkoylaması işlemini bir yasama faaliyeti olarak algılamak yanlıştır. Halkoylaması sadece yasanın yürürlüğü için ön şarttır. Yasa Resmi Gazetede yayınlanmıştır ve hal-i hazırda böyle bir yasa mevcuttur.

Ana muhalefet partisinin yeni “kadük” tartışmasını gündeme getirmesindeki tek hesap kanaatimce Anaysa Mahkemesinin vermiş olduğu hukuku zorlayan bazı kararlarının mevcudiyetinden istifade etmek ve “367 tuttu, acaba bunu da tutturabilir miyiz” düşüncesidir. Fakat ne yazık ki biz de bir hukukçu olarak 367 kararı gibi bir kararın alındığı hukuk sistemimizde bu kadük tartışması yersizdir desek de ortaya nasıl bir karar çıkacağını da kestirememekteyiz. Bu durum biz hukukçuların ayıbıdır, siyasilerin değil.

CHP’nin arkasına aldığı Anayasa Mahkemesi ve Cumhurbaşkanı rüzgârı ile son dönemde kuralları kural tanımazlıklarla değiştirmeye çalışmaları, sistemi kilitlemek ve gerilimin artmasını sağlamaktan öteye gitmediği açıkça görülmektedir. Cumhurbaşkanının hukuk sistemimizde var olmayan “yasanın yok sayılması” talebi ile Anayasa Mahkemesine müracaatı da esasında CHP ile aynı karede yer almaktan uzak durmadığının ve tarafsızlığının gölgelenmesinden rahatsız olmadığının kanıtıdır.

Kadük tartışması aynen 367 tartışması gibi bir kenarda tutulacaktır. Tüketilmiş olduğu sanılmasın. Seçim sonuçlarının göstereceği tabloya göre bir gün tekrar önümüze sürülecektir.

Not: Bu yazı aynı zamanda Moral Haber'de yayınlanmıştır.

6 Temmuz 2007

Meclisin İradesine Dokunulmadı!

Malum olduğu üzere Cumhuriyet Halk Partisi son Anayasa değişiklik paketi ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne iki defa müracaat etmiştir. Birinci müracaatını paket henüz cumhurbaşkanının önünde imzayı beklerken yapılmış, ikinci müracaat ise değişikliğin Cumhurbaşkanınca imzalanıp referanduma gönderilmesi kararından sonra yapılmıştır.

Anayasamızın 151. maddesi açıkça “Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanun, kanun hükmünde kararname veya içtüzüğün Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer” demek sureti ile dava açma süresinin başlangıcı için yasa değişikliğinin meclis tarafından çıkarılması tarihini değil, yasanın Cumhurbaşkanınca imzalanıp Resmi Gazetede yayınlanmasından itibaren başlayacağını belirtmiştir. Ancak CHP Anayasa Mahkemesinden almış olduğu önceki kararların etkisi ile olsa gerek mahkemenin işleyişinin kendi isteği doğrultusunda düzenlenebileceği varsayımıyla usulsüz bir müracaatta bulunmuş ve raportörün bu noktadan hareketle o itirazının reddedilmesi gerektiğine dair yazdığı rapor neticesinde değişikliğin Resmi Gazetede yayınlanması akabinde ikinci müracaatını yapmıştır. Anayasa Mahkemesi ise usul ekonomisi açısından Cumhurbaşkanınca yapılan itiraz ile CHP’nin itirazını birleştirerek incelemiştir.

Mahkemenin 5 Temmuz’da vermiş olduğu kararla değişiklik paketi onaylanmış olmayıp sadece değişikliğin usulüne uygun olduğu saptanmıştır. Değişikliği halk onaylayacaktır. O da ancak referandumla mümkün olacaktır. Şu halde yeni meclis Cumhurbaşkanını hal-i hazırdaki hükümler çerçevesinde seçecek veya seçemeyecektir. Seçememe ihtimali halinde muhtemelen 21 Ekim’deki halk oylamasında 22 Temmuz’da düşünülen iki sandık önümüz konacak, hem yeni bir meclis seçmek hem de değişikliği onaylayıp onaylamama konusunda iki ayrı oy kullanacağız.

Meclisin iradesine dokunmayan bu son kararı ile Anayasa Mahkemesi itibarını yeniden yükseltmiştir.

Bu yazı 19.06.2007 tarihli yazının devamı mahiyetinde kaleme alınmıştır.

19 Haziran 2007

Anayasa Değişiklik Paketinin Akıbeti

1982 Anayasası birçok hukukçunun fazlasıyla detaylı bulduğu bir Anayasadır. O kadar ki 1982 Anayasasının ‘tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması’ başlığı altında düzenlenmiş maddesi bile vardır. Ancak hepimizin bildiği üzere böyle bir Anayasadan 367 yorumu bile çıkartıldı.

Son Anayasa değişiklik paketinin akıbetinin ne olacağı 367 yorumunun çıkartıldığı bir hukuk dünyasında belirsizliğini korumaya mahkûmdur. Öncelikle değişiklik paketindeki bir maddenin 366 oyla kabul edilmiş olması Anayasaya aykırı değildir. Çünkü Anayasanın 175. maddesi anayasa değişikliklerinin hangi oy oranları ile kabul edileceğine dair ayrıntılı bir düzenleme getirmiştir. Söz konusu maddeye göre Anayasa değişikliklerinin kabul edilme oranları beşte üç ve üçte iki şeklinde düzenlenmiştir ki bu da 330 ile 367 rakamlarını karşılamaktadır. Maddenin 3. fıkrası “Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmî Gazetede yayımlanır” demek sureti ile 330–367 aralığında kabul edilen bir Anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesi gerektiğinden bahsetmiştir. Kaldı ki 366 oy değişiklik paketinin tümü üzerindeki oylamada değil, sadece bir maddede söz konusudur. Ve Sayın Cumhurbaşkanı paketin tamamını referanduma göndermekle bahsi geçebilecek usulsüzlüğü de önlemiştir. Bununla beraber mahkemeye müracaat etmiş olmasını anlamak mümkün değildir. Oysa Sayın Cumhurbaşkanı değişiklik paketini onaylayıp referanduma göndermemiş olsaydı bu durumda belki bir usulsüzlükten söz edilebilirdi.

Anayasa Mahkemesi’nin CHP’nin müracaatını bekletip Sayın Cumhurbaşkanının müracaatı ile birleştirmesine yönelik yorumumuzu da gelecek yazımıza bırakalım.

16 Haziran 2007

Adalet Nasıl Geciktiriliyor?

Geçtiğimiz hafta bir meslektaşımdan dinlediğim hadise adaletin nasıl gecikti(rildi)ğine dair güzel bir örnekti.

Avukatın dava açabilmesi için vekaletnamesini dava dosyasına eklemesi gerekir. Vekaletnamelere ise Baro Pulu denen bir pul yapıştırma zorunluluğumuz var. 2007 yılı için 3,30 YTL değerindeki bu pulu dosyaya ibraz edilen her vekaletnameye eklemek gerekiyor. Bu pulun getirisi ile de stajer avukatlara burs vs. imkanları sağlanıyor.

2005 yılına ait Baro Pulu

Erzurum'da dava açması gereken meslektaşımız dava dilekçesini ve vekaletnameyi muhabere yolu ile İstanbul mahkemelerinden Erzurum'a gönderiyor. Harcı yatırılan dava bu şekliyle açılmış sayılıyor. Ancak meslektaşımız Baro Pulunu yapıştırmayı unutuyor. Neticede davanın her aşamasında giderilebilecek bir eksiklik olan Baro Pulu yapıştırılmadığı için mahkemeden gelen yazı ile davanın usul yönünden eksikliğinin giderilmesinden sonra dosyanın inceleneceği belirtiliyor. Ve bu yazı için İstanbul'a 4,00 YTL'lik tebliğ masrafı yapılıyor. Ayrıca oradaki memurun sarfettiği emek, Erzurum ve İstanbul'daki posta memurlarının emeklerinden dolayı kaybolan katma değeri bilmiyoruz.

Tüm bunlardan sonra tebligatların neden zamanında ulaştırılamadığını, adaletin niçin geç işlediğini sorgulamaya kimin hakkı var?

8 Mayıs 2007

Hangi Sistem?

Gündemdeki konulara ilişkin yorumlara devam ediyorum.

Tüm dünyada demokratik rejimlerde kabul gören üç sistem vardır. Parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi. Bizim şu anda uyguladığımız sistem parlamenter sistem olup son Anayasa Mahkemesi kararı söz konusu olmasaydı sosyal yapımıza en uygun olan sistemdi. Başkanlık sistemi için ABD örnek gösterilir çünkü en sert ve katı kurallarıyla uygulanan şekli oradadır. Yarı başkanlık için örnek ise Fransa’dır.

Bu sistemlerin hepsinin belirgin farklılıkları vardır. Ve bu sistemler bir bütün olarak uygulanmadıklarında sistemin yaşandığı ülkelerde kaos meydana getirebilirler. Nitekim Türkiye’de yaşanan şu son tartışmaların ardında bir bakıma parlamenter sistemin tüm yönleriyle uygulanamaması yatmaktadır. Çünkü ’82 Anayasası ile parlamenter sistem ciddi biçimde yarı başkanlık sistemine yaklaştırılmış, ortaya ne olduğu belirsiz bir sistem çıkmıştır. İşte neticesi de bu yaşadığımız süreç olmuştur.

Ancak şimdi halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı ile bu sistemin tarifi de kalmayacaktır. Türkiye’nin demokrasiye kazandırdığı(!) yeni bir sistem olacaktır. Neden derseniz, mevcut seçmen sayısının 40 milyondan fazla olduğu bir ülkede parlamentoyu aşağı yukarı 15-17 milyon insanın kullandığı oylar belirliyor ve son dönemlerdeki en güçlü iktidar olan AK Partinin aldığı oy ise 10 milyon civarında. Oysa yeni yapılan düzenleme ile seçilecek Cumhurbaşkanının alacağı muhtemel oy en az 20 milyon civarında olacak. Bu durumda bir tarafta 10 milyon oy alıp tüm gücü elinde bulunduran bir parlamento çoğunluğu ile diğer tarafta 20 milyon oy almış ama elinde sayılı birkaç yetkinin haricinde etkisi ve yetkisi olmayan devletin ve milletin en üst temsilcisi olan bir Cumhurbaşkanı olacak. Ve bu iki kurumun birbiriyle çatışmaması gerekiyor.

Kanaatimce Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yerine yapılacak bir düzenleme ile meclis toplantı yeter sayısı ile alakalı Anayasanın ilgili maddesini daha açık bir şekilde kaleme alıp tüm toplantıların 1/3 (184) oranı ile açılabilmesinin yolunun açılması daha makul ve mantıklı bir yol olur. Yahut Cumhurbaşkanını illa halkın seçmesi öngörülüyorsa seçilecek ilk mesclisin bir kurucu meclis niteliğinde çalışarak sistemi baştan aşağıya yeni duruma uygun hale getirmesi gerekir. Bu da güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı, zayıflatılmış başbakanlık şeklinde tezahür edecektir. Ancak yukarıda da ifade ettiğim üzere Türk sosyal yapısına en uygun olan sistem parlamenter sistemdir.

3 Mayıs 2007

TBMM Başkanlığı ve Vekalet

Bugün hukuki yorumlara devam edeceğim çünkü hukuksuzluğun derinlemesine yaşandığı ve yaşatıldığı şu günlerde hukuk namına ortaya koyabileceğim tek şey buradan ulaşabildiğim 50 belki bilemediniz 100 kişiye hakikati anlatmak olacak.

Gündemdeki anayasa değişikliğine eklenmesi unutulan çok ciddi bir konu var ki bunu ancak yeni meclis açıldığında farkedeceğiz. Önceki yorumumda da yazdığım gibi TBMM başkanı seçebilmek son Anayasa Mahkemesi kararı ile ihtimal dışıdır. Tek ihtimal var, o da muhalefetin seçilsin dediği kişiyi seçmektir. Oysa bu durum azınlığın çoğunluğa hükmetmesi demekten öte bir şey değildir. Siyaset arenasının toz pembe olduğu şu günlerde siyaset oyununu oynayan aktörler bu durumun galiba farkında değiller.

İkinci bir durum ise Cumhurbaşkanlığına kimin vekalet edeceği hususudur. Bu konuda ilgili maddeler her iki ihtimale açık şekilde yorumlanıyorsa da hukuk mantığının gereği Cumhurbaşkanlığına TBMM başkanının vekalet etmesidir. Neden? Cumhurbaşkanlığı seçimi herhangi bir şekilde sonuçlandırılamadığında bu durumda mevcut Cumhurbaşkanının ilanihaye Cumhurbaşkanlığına devam etmesi gerekir ki bu demokrasinin en önemli kuralı olan seçilmişlik kuralına terstir. Oysa TBMM başkanı vekalet etse, örneğin şu ortamda önümüzdeki genel seçimlere kadar mevcut başkan vekalet etse, genel seçimler akabinde yeni bir meclis başkanı seçileceğinden (hoş, bu da artık pek mümkün değil) yeni seçilen TBMM Başkanı Cumhurbaşkanlığına vekaleti devralır ki bu durum demokrasiye daha uygun bir çözümdür. Hukuk mantığı bunu gerektirir.

Yazacak ve yorumlanacak o kadar gündem konusu çıkıyor ki, hepsini tek tek yorumlamaya kalkışsam bilgisyar başından kalkmamam gerekiyor. Bu nedenle şimdilik bu iki konuya değinmekle yetiniyorum.