Fotoğraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fotoğraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Temmuz 2023

Üsküp - Makedonya

Üsküp 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin dokuzuncu durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması hemen altında yer alıyor.


Üsküp için bizim bir vilayetimiz gibi desek yanlış olmaz. Genel olarak bu noktaya kadar gezdiğimiz tüm Balkan ülkelerinden ve şehirlerinden bize benzerliği ile ayrışıyor diyebilirim.


Bu bina Sultan Abdulhamit tarafından telgrafhane olarak 1899'da inşa ettirilmiş.


Türk çarşısı diye adlandırılan bölgeyi gezmeye Mustafa Paşa Camiinden başladık. Cami 1492 yılında inşa edilmiş.


Tika tarafından 2011 yılında restore edilen cami huzur doluydu.


İşte ülkemize benzerliğine bir başka örnek de cami bahçesinde oturan bu emekli amcalardı. 


Cami bahçesi de içi kadar huzurlu bir cami Mustafa Paşa Camii.


Mustafa Paşa Camiinden biraz yürüyünce bu defa da karşımıza Arasta Camii çıktı. Bu cami 16. yüzyılda inşa edilmiş.


Bu camiyi de Bursa Büyükşehir Belediyesi, Üsküp Müftülüğü ile birlikte restore etmiş.


Tarihi camilerin verdiği huzur diğer camilerden daha fazla oluyor diye düşünüyorum. Acaba bunun sebebi içlerinde daha uzun süre ibadet edilmiş olması olabilir mi?


Bu cami de yine Türk çarşısı içinde yer alıyor. Şahinoğlu Murat Paşa Camii 15. asrın başlarında yapılmış.


Cami mimarisi ilk dönem Osmanlı eserlerinde olduğu gibi kubbe yerine yüksek tavanlı idi.


Yine bir ecdad eseri, Taş Köprü olarak anılan bu köprü Vardar Nehri üzerine yapılmış. Nehir Üsküp şehrini ikiye ayırıyor.


Köprü üzerinde böyle bir mihrap var. Üsküp için bize benzediğini yazmıştım. Tarihi eser üzerine yazılan yazılar da size bizi hatırlatmadı mı?


Köprü 1451-1469 yıllarında Fatih Sultan Mehmed’in himayesi ve kontrolü altında yapılmış.


Köprünün hemen yanında Arkeoloji Müzesi var. Müze devasa sütunları olan görkemli ve özgün bir mimariye sahip.



Ancak bu noktada enteresan bir şekilde çok sık aralıklarla ve özellikle köprünün her iki başına batı medeniyetine ait eserler yapılarak köprünün görkemi azaltılmaya çalışılmış gibi geldi bana. Bu eserler nedeni ile sadece köprüyü kadraja alabilmek oldukça zor.


Geri dönüşte Türk çarşısında avukat tabelası dikkatimi çekti. 20-30 yıl önce hemen her Anadolu şehrinde denk gelebileceğiniz türden bir avukat "yazıhanesi". İşte bir benzerlik daha.


Akşam namazını Yahya Paşa Camiinde kıldık.


Cami 1503 ya da 1504 yıllarında Rumeli Beyi ve Üsküp Valisi Malkoçoğlu ailesinden Damat Yahya Paşa tarafından inşa edilmiş.

Ve elbette Üsküp'e gidip Matka Kanyonunu görmemek olmazdı.

Kanyon muhteşem bir manzaraya sahip.


Yaklaşık yarım saat süren bir tekne turu yaptık.

Ve yeni güzergahımıza doğru yola çıktık. Kısa süre sonra Yunanistan sınırında idik.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.

15 Temmuz 2023

Karadağ

Karadağ 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin yedinci durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması hemen altında yer alıyor.


Kotor istikametine doğru yol alırken yine sağımızda Adriyatik Denizi bize eşlik etti.


Dubrovnik-Kotor güzergahı sahil şeridinden ilerliyor ama bu sahil şeridi aynı zamanda bir kaç körfezden oluşuyor. 


Bu nedenle körfezi dolaşmak istemeyenler için arabalı feribotlar da mevcut.


Karadağ gerçekten de işte böyle bir dağdan oluşuyor.


Körfeze girip sahil yolunu takip ettiğimizde karşılaştığımız manzara aslında Karadağ'ın neden bu isimle anıldığını gösteriyordu. Çok yüksek ve kara dağlardan oluşmuş bir coğrafyaya sahip Karadağ.


Gündüz sıcaklıklarının yüksek olması nedeni ile akşam gezi daha iyi olur dedik ve Kotor gezimizi akşam saatlerine denk getirdik.


Eski şehir merkezine böyle bir kapıdan giriş yaptık. Kotor küçük bir yerleşim merkezi ancak barındırdığı tarihi ve mimari eserler açısından önem kazanmış. Yine burası da 1979 yılından beri UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyormuş.



Dubrovnik ile benzer bir eski şehir merkezine sahip Kotor da. Turistlerin yoğun olarak görmek istedikleri noktaların başında geliyor burası.


Kotor, 1391 yılında Osmanlı'dan kendisini korumak için Venedik'e katılmış. Venedik yönetimi altındayken Osmanlı tarafından 1538 ve 1657 yıllarında kuşatılmış ama ne yazık ki başarılı olamamışız.


Kotor Barbaros Hayrettin Paşa'nın alamadığı tek şehirmiş. Şehrin kaleleri ve surları o kadar genişmiş ki o günün imkanlarıyla Barbaros Hayrettin'in donanması o surları yıkmaya güç yetirememiş. Bunun sonucunda da Barbaros Hayrettin, Kotor şehrini teslim alamadan dönmek zorunda kalmış. İşte o kaleye bu noktadan çıkılıyordu. yaklaşık 1350 basamaktan oluştuğu söylenen bu çıkışa elbette cesaret edemedik.


Gezimiz esnasında Aziz Luke Kilisesi önünde bir törene denk geldik. Koro bizdeki ilahilere benzer bir şeyler söylüyordu.


Niyetimiz Kotor'a çok da uzak olmayan Budva'yı da sabah gezmekti. Ancak sabah bizi yağmur sürprizi bekliyordu.


En azında arabayla da olsa bir tur atalım dedik. Sveti Stefan, Budva şehir merkezine yakın küçük bir Adriyatik adası. Kısa ve dar bir geçit ile karaya bağlantısı bulunan adanın alanı sadece 1.46 hektarmış. Ve tüm ada tek bir otelden ibaretmiş.


Budva için farklı niyetlerimiz olsa da işte bu yağmur izin vermedi ve biz de yeni bir rota çizdik kendimize.

İstikametimiz, Kosova üzerinden Üsküp'e gitmekti ama Google Navigasyon bize 3 ayrı seçenek sunuyordu. Mesafeler ve süreler neredeyse eşit ama seçeneklerden ikisi Arnavutluk üzerinden götürmesine karşın biri doğrudan Karadağ'dan Kosova'ya geçiş öngörüyordu. Açıkçası sınır kapılarından geçmek çok kolay oldu bizim tüm yolculuğumuzda, ben bundan daha çok diğer iki seçenekte yol üzerinde bulunan ve gezmek istediğimiz ancak vaktimizin olmaması nedeni ile gezemeyeceğimiz 1-2 noktada vakit kaybetmekten çekindiğim için  Karadağ'dan Kosova'ya doğrudan geçişi öngören yola koyuldum. Bakalım bu yolda bizi neler bekliyordu? Bir sonraki yazımda.

14 Temmuz 2023

Dubrovnik - Hırvatistan

Dubrovnik 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin altıncı durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması hemen altında yer alıyor.


Güzergahı belirlemekte zorlandığımız rotalardan biri Bosna Hersek - Hırvatistan sınırı oldu. Hangi sınır kapısını kullanacağımızı bir türlü kestiremedik. Bir taraftan Peljesac Köprüsünü görmek istiyorduk ancak onu görebileceğimiz sınır kapısından geçmek istediğimizde "yabancılar için mümkün değil, sadece yerel halk için kullanılan bir sınır kapısı" yorumlarını okumuştum. Biz de google navigasyon ne diyorsa ona göre yol almaya karar verdik. Bu güzel gün batımı manzarası o yolculuktan kalan güzel bir hatıra oldu.


Google bizi nasıl olduğunu dahi anlamadığımız bir şekilde tam da istediğimiz gibi sınırı dahi nasıl geçtiğimizi anlamayacak kadar kolay bir şekilde görmek istediğimiz Peljesac Köprüsüne getirdi.  (Elbette sınır kapısından geçtik ama çok kolay oldu.)


Peljesac Köprüsü Hırvatistan'ın Dubrovnik-Neretva ilçesinde bulunuyor. Köprü, aslında Hırvatistan topraklarını birbirine bağlıyor. Zira Bosna Hersek'in Neum'daki kısa kıyı şeridi Hırvatistan'ı ikiye ayırmış. İşte bu köprü o şeridi atlıyor.


(Peljesac Köprüsü üzerinden gün batımı manzarası) 
Açıkçası bu bölgeye gidene kadar bu durumdan haberdar değildim. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç barış görüşmelerinde Bosna Hersek için kıyı şeridi verilmek istenmemesine ısrarlı bir şekilde itiraz ederek ellerinde bulundurdukları ve Neum olarak adlandırılan kısmı  asla teslim etmeye yanaşmıyor.

Neum ise Hırvatistan'ın Dubrovnik kenti ile geri kalan kısmını birbirinden ayırıyor. Bunun üzerine Hırvatistan çözümü bu köprüyü yapmakta buluyor. Ancak bu köprü bile aslında Bosna Hersek'in egemenlik haklarını ihlal eder nitelikte zira ağır yük gemilerinin bu köprünün altından geçmesi biraz zor görünüyor. Nitekim en başından itibaren Bosna Hersek bu köprünün yapımına itiraz etmiş.


Yolun devamında Adriyatik Denizi bize eşlik etti. Tam gün batımı ve dolunay akşamında eşsiz manzaralar eşliğinde yolculuğumuzu sürdürdük.

Franjo Tudjman Köprüsü Dubrovnik'e batı tarafından bir körfez üzerinden geçerek giriş yapmanızı sağlıyor.


Köprü, dolunay, deniz ve tarihi bir şehir. Manzara ve hava, her şey çok güzeldi.


Bu güzel yolculuğun sabahında böyle güzel bir manzaraya uyandık demek isterdim. Evet manzara buydu belki ama biz buna uyanmadık ne yazık ki. Merkezi tam da kaldığımız yere çok yakın olan yanlış hatırlamıyorsam 4.2 büyüklüğünde bir depremle uyandık. Allah'tan deprem çok kısa sürdü.

Gezi öncesinde Dubrovnik ile ilgili yaptığım kısa bir araştırmada ciddi bir otopark sorunu olduğunu öğrenmiştim. Bu nedenle otopark problemini önceden çözerek gitmek istedim. Çevirim içi görüştüğüm bir "otopark" sahibi ile randevulaştım. Ben otopark ararken karşıma burası çıktı. Meğer adam sabah işe giderken evinde boşalttığı kendine ait park yerini otopark olarak kullandırıyormuş. Gezeceğimiz alana çok yakın bir mesafede idi park yerimiz ve bu çok iyi oldu.


Dubrovnik ya da eski adıyla Ragusa, Hırvatistan'ın Adriyatik Denizi sahilinde bulunan, Orta Çağ'dan kalma tarihi eserleri ile ünlü şehri. Şehir özellikle son dönemlerde bu tarihi dokusu ile Game of Thrones dizisine ev sahipliği yapması sonucu şöhretini artırmış.


Old town diye adlandırdıkları eski şehir merkezini gezerken Antakya'nın eski sokakları aklıma geldi. Deprem sonrası o tarihi dar sokaklardan şimdi eser kaldı mı bilmiyorum ama yeniden yapılanma sürecinde aslına uygun şekilde yeniden canlandırılmasını umuyorum. (2022 yazında gezdiğimiz Antakya'dan bir kaç kareye buradan ulaşabilirsiniz.)


Biz elbette gezimizin amacına uygun olacak şekilde "yeşil bayrağımızı" yine bulduk. Dubrovnik Old Town'ın tam ortasında Hırvatistan İslam Topluluğuna ait bir mescit olduğunu programımızın en başında tespit etmiştik. Burada da Bosnada olduğu gibi mescidin olduğu bina girişine bizim bayrağımızın yeşil olanı asılmıştı.


Cuma namazını eski şehir merkezinde yer alan bu mescitte eda ettik.


Büyük Onofrio Çeşmesi tarihi alanda muhafaza edilmiş Dubrovnik'in önemli tarihi eserlerinden biri olarak tanımlanıyor. Elbette zarafet bakımından Osmanlı çeşmeleri ile kıyaslanmaz bile fakat hala kullanılıyor ve etrafının gayet temiz olması dikkat çekici idi.


Berrak denizde kanocular güzel bir seyir oluşturuyordu.


Şehrin tarihi alanları 1979 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş. Dubrovnik'te kurulu şehir-devleti Ragusa Cumhuriyeti'ne I. Murat döneminde 1365 yılında ayrıcalık tanınmış, buna karşılık bu küçük devlet Osmanlı himayesine alınmış ve yıllık vergiye tabi tutulmuş. Napolyon Bonapart dönemindeki savaşlar sırasında 1808 yılında şehre giren Fransız ordusu bu küçük devlete son vermiş ve şehri Fransa'ya bağlamış.


Ve şehrin diğer kısımlarında kısa bir tur.

Dubrovnik ve çevresinin en güzel manzarası şüphesiz Srd Tepesinden görülüyor. Turistler bu tepeye genellikle teleferik ile çıkıyor.


Gerçekten de tepenin manzarası muhteşemdi. Lokum adası ve Dubrovnik için güzel bir seyir tepesi. Gün batımında eminim daha güzel bir manzara oluşuyordur ama biz biraz erken çıkmıştık.


Bu tepede hafif bir esinti vardı. Bu ağaçlık bölgede Adriyatik manzarası eşliğinde piknik yaptık ve biraz soluklandık.


Piknik alanımızın hemen yakınında eski şehir merkezinden Srd Tepesine uzanan tarihi bir yol vardı. Bazı turistlerin tepeye bu yoldan yürüyerek geldiklerini gördük.


Ve artık yeni rotamızı belirleme vakti gelmişti.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.


12 Temmuz 2023

Saraybosna - Bosna Hersek

Saraybosna 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin dördüncü durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması hemen altında yer alıyor.

Dobrun camisi kapısındaki kitabeye göre 1455 yılında yapılmış. Sırp sınır kapısından Bosna'ya girdikten kısa bir süre sonra sizi karşılayan ilk yapı bu oluyor. Muhteşem bir manzaraya sahip.

Caminin hemen yanında yer alan şadırvanda Bosnalı şühedanın adları yazılı olan bir anıt yer alıyordu. Yüreklerin sızlamaması elde değil.

Caminin içine girince bir sürprizle karşılaştık. Yol üstü bir cami olması nedeni ile gelip geçen yolcular için ikramlar hazırlanmıştı. Bu da ayrıca duygulandırdı bizi.

Bazı yolcular duygularını yazarak paylaşmış ve yazdıklarını tepsi içine bırakmışlardı.

Camiden ayrılıp yola koyulduk ve yol bizi yine ecdadımızla yüzleşeceğimiz başka bir noktaya götürdü. Mimar Sinan'ın muhteşem eserlerinden birinin yer aldığı Vişegrad kentinde, Drina nehri üzerinde yer alan Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü tüm ihtişamı ile karşımızda duruyordu.

Tabiatın ihtişamlı görüntüsüne bu muhteşem tarihi köprünün eşlik ettiği noktada biraz soluklandık.

Drina nehri önemli oranda Sırbistan ile Bosna Hersek arasındaki sınırı belirliyor. Ayrıca nehir üzerindeki meşhur köprüyü İvo ANDRİÇ’in 1945 yılında yayınlanan ve daha sonra yazarının Nobel ödülü almasına neden olan Drina Köprüsü adlı romanı daha da ünlü hale getirmiş.

Aslında seyahatimizin her bir noktası ayrı bir yazıyı, anlatımı hak ediyor. Belki en çok detay yazılacak noktalardan biri de bu köprü ve civarıdır. Ancak biz yolumuza devem ediyoruz. Çok da karşılaşamayacağımız türden tünellerin var olduğu bir güzergah bizi bekliyordu. Kapkaranlık, ürkütücü ve adeta sadece açılıp bırakılmış, tünel çevresi beton kalıplarla kapatılmamış, ara ara camımıza damlayan suların olduğu onlarca tünelden geçtik.

Ve seyahatimizin beni en çok etkileyen anlarından biri. Saraybosna'da Kurban Bayramı sabahı ve bayram namazı için Ali Paşa Camii'ne hafif bir yağmur eşliğinde yürüyerek gidiyordum ama o erken saatteki sessizlikte muhteşem bir Kur'an tilaveti beni adeta kendimden aldı. Saraybosna zaten bizim nesil için hüznün şehri. Üstüne sessizlik, yağmur, hafif bir aydınlık ve o muhteşem Kur'an tilaveti eklenince benim için unutamayacağım bir hatıra oluştu.


Cami içinde Kur'an tilavetini dinlemeye devam ettim. 1561'de Budin Beylerbeyi Hadım Ali Paşa tarafından yaptırılan Ali Paşa Camii klasik İstanbul stilini yansıtıyor. Küçük ama şirin bir cami.


Bayram namazı akabinde cami içinde cemaat bayramlaştı.

Dışarı çıktığımızda hava biraz daha aydınlıktı ama hafif yağmur gün boyu devam etti.

Konakladığımız yere dönerken biraz da etrafımı gözlemledim.

Gün içinde Saraybosna'yı turlamaya çıktık ve önce Milyatska Nehri civarını gezelim dedik. Sakin nehir olarak da adlandırılan Milyatska Nehri usul usul akıyordu.

Ardından nehrin hemen kenarında yer alan Bakr Babina ('galiba' Bekir Baba) camiinde öğle namazını eda ettik.


Cami aslında yine tarihi bir yapı imiş ancak yıkımlar sonrası yeniden yapıldığında küçük bir cami olarak yapılmış. Bosna'da camilerde genellikle bizim bayrağımızın yeşil renklisi asılı oluyor.

Ayrıca bu camide ve yine bir çok yerde bayram münasebeti ile "bayram şerif mübarek olsun" cümlesi asılı idi. Anladığım kadarı ile Türkçe olan bu cümle bayram kutlama ritüeli olarak dillerine girmiş.

Camiden çıkıp At Meydanında çok büyük ağaçların altından yürümeye devam ettik. Balkanlar'da dikkatimi çeken konulardan biri de şehirdeki ağaçlara çok değer verilmiş ve korunmuş. Oysa ne savaşlar atlatmış şehirler hepsi de...

Daha sonra I. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan hadisenin gerçekleştiği köprü başına yürüdük.

Bilindiği üzere 28 Haziran 1914'te Gavrilo Princip isimli bir Sırp milliyetçisinin Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmesi I. Dünya Savaşı'nı başlatan kıvılcım olur. İşte Arşidük bu araçta iken öldürülüyor. Araç orijinal mi emin değilim.

Elbette Saraybosna'ya gidip de Gazi Hüsrev Bey Camisini görmeden olmaz. Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a inşa ettirilen cami şehrin kalbi sayılan Başçarşı'da yer alıyor.

Camiye girdiğimizde hatim okunuyordu. Biz de duasına iştirak ettik.

Saraybosna'nın simgelerinden olan bu sebil şehrin kalbi konumundaki Başçarşı'nın merkezinde bulunuyor. 1753'te Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. 1852'de bir yangında hasar gören çeşme, 1891'de yeniden inşa edilmiş.

Yine şehrin simgelerinden biri de II. Dünya Savaşı'nın askeri ve sivil kurbanları için yapılmış olan sönmeyen ateş anıtı.

Akşam saatlerinde ise şehrin turistlerce çok da gezilmeyen kısımlarına doğru yürüdük.


Caddelerde şehre gerçekten değer kattığını düşündüğüm yine çok büyük ağaçlar vardı.

Bayram tatili münasebeti ile olsa gerek caddeler genellikle sessiz ve sakindi.

Önünden geçtiğimiz alış veriş merkezi de yine aynı sebeple kapalı idi.


Akşam namazı vakti girdiğinde bu camiye yaklaşmıştık. Mağribiye Camii diye geçiyor adı. Caminin ahşap mimari tarzı camiye sıcak bir atmosfer katmış.


Biz camiye girdiğimizde henüz kimse yoktu. Ezanla birlikte cemaat gelmeye başladı.


Mahalle arası bir cami olunca acaba cemaati var mıdır diye tereddüt ederken bizim camilerin vakit namazlarındaki cemaati kadar bir cemaat oluştu ve namazımızı eda ettik.

Saraybosna sükuneti, tarihi camileri, yeşilliği ve ortasında akan nehri ile insana huzur veren bir kent. Yine ziyaret etmek nasip olur mu bilmem ama çocukların da aynı duygularla vedalaşmak zorunda kaldıkları bir şehir oldu.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.