11 Aralık 2010

Kerbela şühedasının hatırasına

Muharrem ayına girdik. Bilindiği üzere tarihte bu ayda çok sayıda hadisenin varlığı rivayet edilir. Bunlardan biri de Peygamber Efendimizin torunlarının Kerbela'da yaşadıkları üzücü vakıadır. İşte Kerbela şühedasını anmak ve onların ruhlarına bağışlanmak üzere İstanbul Müftülüğünün düzenlemiş olduğu bir programı paylaşmak istiyorum.

Programdan dünkü Cuma hutbesinde haberdar oldum. Hatip Süleymaniye Camii'nde 12 Aralık 2010 pazar günü saat 11:00'de başlayıp öğle namazını da takiben devam edecek dedi. İstanbul'un tanınmış hafızları tarafından Kur'an ziyafeti sunulacakmış. Teferruatı için İstanbul Müftülüğü'nün sitesine girdim ancak konuyla ilgili tek bir duyuru dahi yoktu. Ulaşabildiğim tek şey hutbenin metni oldu ve orada da yukarıda yazdıklarım yer alıyordu.

Bu vesile ile biz de şuhedamızı rahmetle anıyoruz.

6 Aralık 2010

Seyfullah

Allah'ın kılıcı unvanına layık görülen Halid bin Velid hazretlerinin Suriye'nin Humus kentindeki kabrini ziyaret etmek nasip oldu geçenlerde. Fotoğraflarını paylaşıyorum;





Cami son halini Sultan II. Abdülhamid tarafından yapılan tadilatla elde etmiş. Daha eski tarihi nedir bilmiyorum ancak Türk mimarisini andırıyordu.

Cami çevresindeki çocuk yaştaki ayakkabı boyacıları Türk turistlerin başbakanlarının, cumhurbaşkanlarının övülmesinden memnun olduklarını anlamışlar sanırım, ısrarla onların adını zikrederek peşimi bırakmadılar.

Ayrıca Kurtlar Vadisi dizisinin aktörlerinin basılı olduğu tişört giyen çok sayıda Humuslu genç gördüm aynı çevrede.

Hz. Halid Bin Velid ile ilgili detaylı bilgi için ise lütfen linki tıklayın.

2 Aralık 2010

25 Kasım 2010

Buldum!

Bayram öncesi "eskiden lunaparklar bayramlarda kurulurdu, mahalle aralarında" diye bir cümle sarf etmiştim. Meğer hala kuruluyormuş o lunaparklar. Bunun için Suriye'ye, Şam'a gitmek gerekiyormuş. İşte videosu;


Bu da bir başka mahalleden, sabah erken bir saate çekilmiş fotoğrafı;


Suriye'ye dair diğer izlenimlerimi de aralıklarla paylaşmayı düşünüyorum.

24 Kasım 2010

35 Yaş

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.


Cahit Sıtkı Tarancı

12 Kasım 2010

Bayram

Eskiden en güzel giysileri bayramlarda alınırdı çocukların.

Eskiden birçok aile bayramda yerdi eti.

Eskiden lunaparklar bayramlarda kurulurdu mahalle aralarında.

Eskiden en güzel yemekler ancak bayramlarda yenilebilirdi.

Eskiden bayramlarda gazeteler çıkmaz ve böylece siyaset konuşulmazdı.

Eskiden bayramlarda sahillere değil aile büyüklerine ziyarete gidilirdi.

Bu liste uzatılabilir.

Şimdi çocuklar her daim bizim çocukluğumuzda ancak bayramlarda giyebildiğimiz giysileri giyiyorlar. Artık et pahalandığı için sadece sözünü ediyoruz ama yine marketlere hücum edip etleri alıyoruz. Lunaparklar sadece bayramlarda değil, en cazip halleri ile her zaman yanıbaşımızdalar, hatta bilgisayar oyunları lunaparklara da ihtiyaç bırakmıyor. En güzel yemekleri bayramlarda yemek yerine bayramlarda yeme içme yerine tatlıları yiyoruz, çünkü kurbanlarımızı artık biz kesmiyoruz, hayır hasenat dağıtıyoruz(!). Siyasilerin bayram mesajları var artık gazetelerde ama sadece mesaj halka veriliyor, kendileri o mesajların muhatapları değiller sanki. Bayramlar 9 gün olsun da vizesiz ülkelerden birinde tatil yapalım diyoruz.

Hepinize iyi bayramlar dileği ile ben aile büyüklerimi ziyarete gidiyorum, müsaadenizle...

3 Kasım 2010

Hayrettin Karaman Hoca'dan güzel tespitler

Dün akşam Karaman Hoca TRT Haber kanalında bir programa konuk olmuş.Hassas bir konuda gerçekten yerinde ve delilli bir izahatta bulunmuş. Çok zaman aklıma geliyor, kaleme almak istiyor olmamam rağmen konunun hassasiyeti, kendi konumum ve daha birçok nedenden dolayı değinemediğim bir konuya böyle bir referansla değinebilmek iyi oldu. Ne ben yorulayım, ne şimşekleri üzerime çekeyim. Buyurun size ilgili açıklamaların linki; "Açıktan daha cazip başörtülü 'giyinmiş çıplaklar' var!"

28 Ekim 2010

Osmanlı bozgunu bitiyor mu?

Başlığın sonuna sadece soru ekini ekledim ve size sunuyorum. Her zamanki gibi güzel bir yazı kaleme almış Engin Ardıç. 

Esasen benim için bu yazısında en çok hoşuma giden kısım bundan 6 ay önce kaleme aldığım bir düşüncemi destekler mahiyetteki cümlesi idi. O yazımın linki burada. Engin Ardıç işte bu yazımdaki düşüncemi şu cümlesi ile dile getirmiş;
"Osmanlı bozgunu bitmektedir!
İlk kez "bu kadar para kazanan" Anadolu'nun güveni yerine gelmiştir. (Ligin puan durumuna bakın bakalım, bu özgüven futbola nasıl yansımış?)"
Yine o yazımdaki tabuların yıkıldığına dair cümlemi destekleyen bir kaç çarpıcı cümlesi de şöyle Engin Ardıç'ın;
"Bir yandan "biz büyük milletiz" övüncü, öte yandan "biz adam olmayız" yerinmesi...
Aşağılık kompleksi "daha ziyade" aydınlarda gözleniyordu tabii.
Bazı şaşkınlar cumhuriyetin bittiğini ileri sürüyorlar.
Hayır, cumhuriyet asıl şimdi yerine oturuyor. Biten, yanlış yolda yürütülmüş bir ara rejimdir.
Cumhuriyetin "temel kazanımları" korunacak, "köpüğü" alınacaktır."
Siz en iyisi yukarıda verdiğim linkten yazının tamamını okuyun. 

23 Ekim 2010

Uyarılar manşetlerde!

Keşke her sabah gazeteleri açtığımızda siyasilerin yerine savcıların beyanatları manşetlerde olsa, değil mi? Mesela şöyle bir kaç haber örneği oluşturalım;
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcısı A apartmanın kapısında evine girmeye çalışan vatandaşı uyardı; "sakın hırsızlık yapma, yasalara göre bu suçtur."
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Beyazıt Meydanında arkadaşlarıyla kahve içmeye giden bir grup üniversiteli gence "izinsiz eylem yapmayın" uyarısında bulundu.
Beşiktaş'taki Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları halkı uyardı, "telefonlarınızı dinliyoruz, dikkat edin."
Ne var şimdi statükonun kibirli temsilcilerinden bir savcımızın, partileri uyarmasında? Yukarıdaki örnekler hoş değil miydi, o halde neden bu savcımızın uyarısı hoş karşılanmıyor? Tamam, ufak bir fark olabilir, yasada suç olarak öngörülmeyen bir konuda uyarı yapıyor sayın savcı ancak her savcı her şeyi bilecek diye bir kayıt yok ki! Biraz hoşgörü lütfen...

20 Ekim 2010

Yaşlılık

Dişlerimin tedavisi için gittiğim muayenehanede akrabam olan diş tabibi sivil polis memuru hemşehrilerimle tanıştırdı beni. Hoş beş, on beş derken birinin soyadı benim ortaokuldan bir arkadaşımın soyadıyla aynı olunca tanıyıp tanımadığını sordum. "Amcam" dedi. Sen kaç doğumlusun dedim, benden 10 yaş küçükmüş.

Bütün bunları niçin yazıyorum? Evet, ben de yaşlanmışım. Bunu anladım o sohbetin sonrasında... Üstelik dişimi de tedavi ettiriyorum...

18 Ekim 2010

Banttan yayın

Canlı yayındayız dediysek de kullandığım teknoloji henüz görüntü ve sesi canlı aktaramıyor. Bu nedenle cuma akşamı katıldığım kanun resitalinden kısa bir bölümü banttan yayınlıyorum.




Tarihi yarımadanın benim için çok ayrı bir yeri var. Elbette okuduğum fakültenin orada olması bunun en büyük sebebi. Neredeyse her sokağında ayrı bir hatıramın canlandığını hissedebiliyorum o taraflara yolum düştüğünde. Hatta tramvay hattının o bölgedeki güzergahını takip etmek, o bölgeye has yolcu profili, bunların hepsinin zihnimde farklı çağrışımlara açılan kapıları mevcut. Üniversite gençleri, turistler, bekar işçiler ve biraz da geç saat olduğunda ayyaşlar...

"Hangisine gitmeli" başlığında verdiğim linklerde de, bendeki mevcut bilgilerde de etkinlik 19:00'da başlayacak yazıyordu ancak doğrusu 20:00 imiş. Önce yetkililere kızmayı geçirdiysem de içimden bana tarihi mekanlarda fazladan bir saat verdiklerini düşünüp neredeyse teşekkür edecektim. İyi ki öyle olmuş, Firuz Ağa camiinde akşam namazı kılma, Sultanahmet Köftecisinde köfte yeme ve birkaç CD ile kitap bakabilme fırsatım oldu bu bir saat içinde.

Sonuçta 1 saatlik Kanun Resitali ise ekmekli kadayıfın kaymağı idi...

15 Ekim 2010

Canlı yayın

Biraz twitter gonderileri gibi olacak ama olsun, Kanun Resitalinden canlı yayındayız.

13 Ekim 2010

Hangisine gitmeli?

15 Ekim cuma akşamı birbirinden güzel olacağını tahmin ettiğim 2 etkinlik çakışıyor. Ben bu tereddüdü yaşarken bari tereddüdü yaşayan tek olmayayım dedim ve blog ziyaretçilerimle paylaşayım diye düşündüm.

Birincisi Yerebatan Sarnıcında Ahmet Meter'in düzenlediği Kanun Resitali. Bunun saati 19:00

Diğeri ise Sultanbeyli Kültür Merkezinde Kardeş Türküler Konseri. Bunun saati ise 20:00

İlgilenenlere duyurulur...

12 Ekim 2010

2010 Medine

26 Ekim 2006 tarihli yazımda Medine'den Ramazan ayı izlenimlerimi paylaşmıştım. 4 yıl sonra Allah tekrar nasip etti ve bu Ramazan ayında da umre ziyaretinde bulundum. Her bir dakikasının ayrı ayrı anlatılabileceği, sayfalar dolusu konuların çıkabileceği harika bir 12 gün geçirdim. İkindi namazı öncesi Mescid-i Nebevi'nin avlusunda cemaatin iftariyelikleri hazırlanmış ve namaz sonrasında yüz binlerin oruç sevaplarına ortak olmak isteyenlerin cömertliğini sergileyen bu fotoğrafı paylaşmak istedim.

Allah tüm isteyenlere gidebilmeyi nasip etsin.

8 Ekim 2010

Sosyal Ağlar

Daha önceden de kaleme almıştım bu meseleyi ama tüketim halen devam ettiğine göre konunun güncelliği de devam edecek demektir.

Facbook'un Türkiye'de yeni yaygınlaşmaya başladığı günlerde bir arkadaşımın ismiyle açılan hesap üzerinden çeşitli mağduriyetlerin doğduğunu öğrenince derhal kendime bir hesap alıp dondurmuştum. Facebook hesabım kafama da pek yatmadığından olsa gerek öylece kaldı. Ardından twitter ortaya çıkınca o arkadaşımın mağduriyeti aklıma geldi yine ve hemen twitter üyeliğimi de yaptım ve kendi fotoğrafımı da yerleştirdim baş köşeye. Benim üyeliğim Türkiye'deki bir çok üyeden eskidir.

Gel zaman git zaman, twitterı hiç kullanmamama rağmen özellikle de 12 Eylül referandumu öncesinde birden benim de twitter fırtınasına yakalandığımı fark ettim. Takibe başlayınca takipçilerim olmaya başladı, bu durum hoşuma da gitti. Bir süre sonra anladım ki, twitter adeta dipsiz bir kuyu gibi; içine girdikçe çıkması güç olacak. Ve sonunda yaklaşık 1 haftadır kullanmaz oldum. Hesabımı silmeyi düşündüm ama bahsettiğim mağduriyeti göz önünde bulundurarak olduğu gibi bıraktım.

Ayrıca bir arkadaşımızın blogunda karşılaştığım haberin; bırakmamda etkili olmadığını söyleyemem.

Resim için kaynak; hafif.org

5 Ekim 2010

Başörtüsü meselesi

Bilindiği üzere YÖK İstanbul Üniversitesi'ne bir yazı göndermiş ve disiplin kurallarına aykırı davranan öğrencilerin derse girmişse çıkartılamayacağı, öğretim üyesinin derse devam edeceği, gerekirse tutanak tutup dekanlığa durumu bildireceğini belirtmiş.

Düşündüm; ben öğretim görevlisi olsaydım böyle bir konuya haber olmaktan ve böyle bir yazıya muhatap olmaktan utanırdım sanırım. Koskoca bir öğretim görevlisinin bir zabıta görevlisiymişçesine öğrencisini yaka paça kapı dışı ediyor olması düşünülemez. Eğer gerçekten böyle birileri varsa hallerinden utanmalılar.

İlim adamının uğraşması gereken konu öğrencisinin disiplin kurallarına uyup uymadığı, uymuyorsa bunu yaka paça dışarı atmak olmamalı. Hiç medeni bir davranış biçimi değil bu. Daha fazla da yorum yaptırmayı gerektirmeyecek kadar açık bir konu.

22 Eylül 2010

Eylül




Yaklaşık 3 haftadır İstanbul'a tam doyamayan biri olarak döner dönmez havanın karanlık olması, güneşin nazlanması, uzun kollu gömleğimin altındaki tenimin üşüdüğünü hissetmem, okul trafiğinin genel trafiğe etkisi ve aylar sonra karnabahar kızartıp yiyecek olmak bana her sene yaşadığım hüzün mevsiminin geldiğini hatırlattı yine...

Son bir defa uğranılan ve ortalıkta kalan son kap kacağın, giysilerin, yiyeceklerin kaldırıldığı yazlık evlerindeki o hüzünlü sessizlik...

Gecenin 12'sinde tüm yorgunlukla tatil dönüşü valizlerin indirildiği sırada çiseleyen yağmurun altında birkaç tane, hafiften sararmış yaprağın önünüzden uçup gittiğini görmek...

Sinema salonlarına yeni ve kaliteli filmlerin gelmesi,

Manav reyonlarına yeşil mandalinaların gelmesi,

Ve; hayata yeni bir başlangıç...

26 Ağustos 2010

Toz kalkmasına karşı ilginç çözüm

Özellikle dağlık ve kırsal alanlarda yolculuk edenler bilirler, ev sahipleri evlerinin önlerine kasis yaparlar ki yoldan geçen araçların evlerini toza boğmalarını engellemek için. Tabi oradan ilk defa geçen biri için bu durum bazen sıkıntı oluşturur. Hızı yüksek olan sürücü için tehlike oluşturur. Haberde ise bir vatandaş güzel bir çözüm bulmuş. Ancak sürdürülebilirliliği nedir bilemem. Muhtemelen sürücüler bir süre sonra yeni bir aktivite bekleyeceklerdir.

Toz kalkmasına karşı ilginç çözüm - ZAMAN GAZETESİ

20 Ağustos 2010

Avukat oldu nitekim!

Son zamanlarda siyasi ağırlıklı yazılar yazmamın ya da bir başka yönüyle blogun ilk zamanlarındaki konuları yazamamamın elbette çeşitli nedenleri var. Bunların başında şüphesiz o tarihlerde tek yaşıyorken şimdi evli ve 2 çocuk babası olmamdır. Vakit ayırmam gereken kişi ve iş sayısı zamanla artıyor. Bu da haliyle sadece gündeme ilişkin konularda yazabilmeme neden oluyor.

Bir önceki yazıma yorum yapan ziyaretçilerimden gelen tepkileri de göz önünde bulundurarak bu defa farklı bir konuda yazayım dedim ve bir anekdotumu paylaşmak istedim.
Yerel mahkemede kazandığım bir davayı karşı taraf temyiz ederek dosyanın Yargıtay'a gönderilmesini istedi. Ancak bu arada araya giren birileri vasıtası ile anlaşma sağlandı ve vekil sıfatımızla ben ve karşı tarafın avukatı bir araya gelip bir mutabakat imzaladık ve davayı kendi aramızda halletmiş olduk.

Her şey bu noktadan sonra başladı, avukat kimliğini cebinde taşıyan zat dosyanın esasında bu şekilde sonlandırılmış olmasının bizim lehimize olduğunu, zira kendisinin dosyayı Yargıtay'da incelediğini, üye hakimlerden birinin dosyaya küçük notlar iliştirdiğini (gerçekten de hakimlerin genelde yaptıkları bir uygulamadır), bu notlarda kararın bozulması yönünde görüşlerin bulunduğunu gördüğünü belirtti. Bu sözleri karşısında avukat beye sadece şapkamı çıkardım ve ayrıldım. Çünkü dosyanın henüz Yargıtay'a gönderilmediğini, dosyanın yerel mahkemede küçük bir eksikliğin giderilmesini beklediğini söylesem adamcağızın düşeceği duruma acıdım. Hem dosyadan bihaber olacaksın, hem de teferruatlı bir senaryo çizeceksin, üstelik bunu karşındaki meslektaşına - tabir-i avamla - hava atmak için yapacaksın. Ayıp yahu!

15 Ağustos 2010

Fehmi Koru'dan Destek

Komplo Teorisi başlıklı yazıma kimseden bir destek veya yorum gelmese de Fehmi Koru'nun da benzer düşüncelerde olduğunu görünce teorimi yabana atmamam gerektiğine kanaat getirdim.

İşte Fehmi Koru'nun ilgili cümlesi;

"Yürüttüğü kampanyanın söylemi ve seçtiği üslup yüzünden kendisinin 'değişimci' yönü tam anlaşılmadan sahneden çekilmek zorunda kalabilir CHP'nin yeni genel başkanı. Belki kendisini birdenbire genel başkanlık koltuğunda bulmasını sağlayanların amacı da budur: Değişimin CHP'ye fazla bir şey kazandırmayacağını ispatlamak.."

Yazının tamamı için lütfen burayı tıklayın.