Av. Ali Kahya'nın şahsi web günlüğü. Geziler, düşünceler, siyaset, hukuk, aklıma ne gelirse 2005'ten bu yana yazıyorum.
9 Temmuz 2023
Filibe - Bulgaristan
24 Ağustos 2022
Bursa'da bir hafta sonu
18 Ağustos 2022
Faizsiz sisteme nereden başlanmalı?
Ülkemizde ekonomik istikrarın bir türlü rayına oturmadığı herkes tarafından malum. Bugünün ya da mevcut iktidarın problemi değil bu, yıllardır süregelen bir durum.
Açıkçası son 1 yıldır ekonomi yönetiminin uyguladığı yöntem herkesin kafasını karıştırdığı gibi benim de kafamı karıştırıyor. Şahsi görüşüm faizsiz bir ekonomik modelin uygulanması elbette ama bunu uygularken realiteyi bir tarafa bırakıp toplumu ikna edemeden ilerlenebileceğini düşünmüyorum. Bir defa her şeyden önce iktidarın gerçek niyetini açıklaması gerekir. Gerçekten faizsiz bir model için mi çaba gösteriyorlar yoksa "faize karşıyız" söylemi sadece günü kurtarmaya mı yönelik?
Eğer gerçekten faizsiz bir model öngörülüyor ise bunun teorik alt yapısının ilgililerince ilgililerine anlatılması ve izah edilmesi gerekiyor.
Bugün TCMB piyasanın beklemediği bir faiz indirimini duyurdu. Ne zamandır, konu hakkında bir şeyler yazmak isterken bu duyuru bu yazıma vesile oldu. Bu teklifimi kim okur, kim duyar bilemem ama bu tür konularda bir çalışma yapılması gerektiği çok açık. Tabii ki maksat faizsiz bir sisteme yönelmekse!
8 Aralık 2020
Koronadan ders alacak mıyız?
Korona hayatımızın adeta bir parçası oldu. Hastalığın ilk evresinde etrafımda rahatsızlandığını öğrendiğim sadece bir kişi olmuştu. O da çok şükür atlatmıştı. Oysa şimdi kimle görüşsem bir hastalık haberi veriyor. Ve etrafımdan ölüm haberleri de almaya başladım.
Şüphesiz taktir Yüce Allah'ındır. Kainatta bir yaprağın dahi hareketinden bihaber olmayan Allah elbette bu çaplı bir musibeti de hikmetinin bir tecellisi olarak bizlere gönderdi. Peki biz acaba o hikmet ne olabilir ki diye kafa yorup düşünüyor muyuz? Yoksa her şeyi güllük gülistanlık gibi yaşamaya devam mı ediyoruz?
Salgının ilk evresinden bu yana beni en çok sarsan görüntü hiç şüphesiz Kabe'nin durumu. Her defasında canlı yayını açıp seyrettiğimde en derinimden bir yerlerde yoğun bir sızı ve bazen de o sızıya eşlik eden bir göz yaşı damlacığı oluşuyor. Elbette neredeyse tüm İslam aleminde camilerin mahzun ve sessizliği de etkili bir tesir bırakıyor üzerimde. Ancak Kabe ve Mescid-i Nebevi hüznümü derinleştiriyor.
Salgını dramatize ederek "devletlerin, toplulukların ve bireylerin çeşitli insani değerlerden uzak davranışlarının neticesinde bu durumu yaşıyoruz" paylaşımları son zamanlarda arttı. Fakat bu tür musibetler karşısında örneğin deprem, sel gibi musibetlerde konunun ilahi bir ceza olduğu yönündeki düşüncelere anında tepki veren bir grup var. Salgın için de aynı tepkiyi verirler mi bilinmez ancak benim kanaatim bu musibetler gerçekten de inanan insanların ders almasına yönelik. Bu nedenle inanan insanlar her şartta yaşanan her hadiseden ders çıkarmakla mükellef olduğu gibi bu salgından da ders çıkarmak zorunda.
Acaba 14 asırdır her mevsimde tavaf edilmiş olan, günün her saatinde dolup boşalan Kabe'de tavafın halihazırda nispeten devam etmesine karşın neredeyse durma noktasına gelmesine bizim hangi davranışlarımız neden oldu? Camilerimiz neden mahzun, 3 aya yakın bir süre kapalı kaldılar ve halen neredeyse boş. En başta dini hizmetler verdiklerini düşünen onlarca cemaat yapılanmaları camileri boş bıraktıkları için kendilerini sorumlu hissedecekler mi? Neredeyse her cemaatin, her vakfın kendilerine ait ayrı mescitleri var. Bir kısmı camiye karşı olmasalar dahi namazlarını kendi özel alanlarında yine kendi özel cemaatleri ile eda ediyorlar. Oysa cami, adı üstünde cem olunan, toplanılan mekanlar. Müslümanların kaynaştığı, bir araya geldiği, saf saf dizildikleri yerler camiler.
Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılmasına milyonlarca Müslüman sevindi ama aynı Müslümanlar mahallelerine döndüklerinde camiye gittiler mi? Eğer mahalledeki camiye gidilmiyorsa Ayasofya'nın açılmasına sevinmek havanda su dövmek gibi bir şey oluyor aslında.
Ben bu yazdıklarımla camilere ilişkin yaşananların, hatalarımızın ve alınması gereken derslerin üzerinde durmaya çalıştım. Fakat kim bilir daha niceleri var. Allah tüm Müslümanları hatalarını görüp af ve mağfiret dileyenlerden ve dahi buna mazhar olanlardan eylesin.
6 Kasım 2020
Bugün eleştirmek yerine teşekkür edelim
Covid-19 salgını nedeni ile mahkemelerdeki duruşmalar yaklaşık 2-2,5 ay kadar yapılmamıştı ilkbaharda. Herkes için zor bir dönemdi. Bu kısmı bir tarafa, o günlerde yaşadığım bir olay aklıma geldi bugün.
O dönemde her ne kadar duruşmalar yapılmıyor idiyse de mahkemeler açıktı ve memurlar idarenin belirlediği şartlarda çalışmaya devam ediyordu. Elbette bizler de boş durmak yerine dosyalarımızı gözden geçirerek eksikliklerimizi kontrol ettik ve tamamlanması için az da olsa çeşitli içeriklerde dilekçelerle mahkemelere müracaat ettik. Ancak devlet hantallığından hiçbir şey kaybetmemişti ve çoğu talebimiz askıda kaldı. Ta ki, yeni normal hayata geçip adliyelere adım atmaya başlamamıza kadar. Zira artık Covid-19 nedeni ile memurlara yaklaşamasak da kapıdan işimizi hatırlatıp adım attırabildik dosyalarımıza.
Doğrusu ben adliyelerin de en az bizim ofislerimiz kadar çalışıp dosyalardaki tüm eksikliklerin giderilmesi yönünde adım atmalarını ve nihayetinde yeni normal hayata dönüşte sıfır kilometre bir yargı ile karşılaşacağımızı ummak istedim ama böyle bir şeyin ancak hayal olacağını bildiğim için hiç öyle bir hayale kapılmadım.
Sadece mahkemenin biri benim hayalimi tetiklemişti. O günlerde bir iş aldım ve davayı UYAP sistemi üzerinden açtım. Aradan henüz yarım saat ya geçmiş ya geçmemişti, bir e-tebligat geldi. Hemen açtım, bir de ne göreyim? Az önce açtığım davanın ilk işlemleri yapılmış, duruşma günü tayin edilmiş ve taraflara tebliğ edilmiş. Bu hadise hayalimi tetiklediyse de aradan geçen günlerde diğer mahkemelerde bir değişiklik olmadığını gösterince hayalimi unuttum, unutmaya çalıştım.
5 Nisan 2020
Haydi! Dünyevi ve uhrevi kemalat zamanı
İşte tam da ertelenen hayallerin, fikirlerin en azından bir kısmını gerçekleştirmek için güzel bir fırsat sunuyor bu dönem. Elbette dünya turu hayalinizi şu ortamda gerçekleştirebilmek mümkün değil ama en kolaylarından başlayacak olursak, aile fertleri ile iş, telefon, e-posta ve benzeri baskılar olmadan birebir diyalog halinde olmak... vakit olsa da biraz yabancı dilimi geliştirsem diyenler için yine güzel bir fırsat sunuyor bu dönem. Yine mesela onlarca mesleki eğitim videolarını sıra gelip de izleyemediyseniz bu dönemde onların hepsini tek tek eritebilir ve mesleğinizi geliştirmek için bu dönemi fırsata çevirebilirsiniz. Online iş, kültür, sanat platformlarından faydalanabilirsiniz. (Örneğin Çarşamba günü KOBİ'ler için online pazarlama süreçlerininin konuşulacağı bir toplantıyı şimdiden not edebilirsiniz.)
Bunlara göre herkes kıyasen farklı faaliyetleri gerçekleştirip bu faaliyetlerini salgın sonrası günlerde de sürdürmeye çalışabilir.
Önümüzdeki yazılarda daha çok dış aleme bakan konulara dair de yazmayı umuyorum. Ya nasib...
31 Mart 2020
Ders alıyor muyuz?
30 Mart 2020
Aklımıza sahip olalım
23 Ocak 2019
Değişime direnmek
5 Ekim 2018
Teknofest
18 Temmuz 2018
Twitterı neden kullanmıyorum?
13 Temmuz 2018
Başkasının Facebook hesabına nasıl girdim?
7 Temmuz 2018
İstanbul
13 Nisan 2018
Kandil tebrikleri
8 Nisan 2018
Diyanet Risalet Radyo
26 Mart 2018
Bosna Hersek
Geçtiğimiz günlerde hızlı ama güzel bir Bosna Hersek gezisi gerçekleştirdik. Gezimizde ağırlıklı olarak iş adamları bulunmakla birlikte davetimiz üzerine eşlik eden 23. Dönem Hatay Milletvekili Abdulhadi Kahya ve yine aynı dönemden Mardin Milletvekili M. Halit Demir Beyler de bizimle birlikteydiler.
Elbette Bosna Hersek dediğimizde aklımıza ilk gelmesi gereken (benim lise-üniversite çağlarıma denk gelen) acımasız savaş ve savaşın etkileridir. Bosna Hersek’in referandum sonucunda bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, 6 Nisan 1992’de Sırp güçleri başkent Saraybosna’yı ablukaya almış ve saldırılara başlamıştı. 3 buçuk yıl süren ve yüz binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarcasının evlerini terk etmesine yol açan bu savaşın tüm seyahatimiz esnasında aklımızdan çıkmadığını belirtmem gerek. Bu vesile ile o savaşta vatan ve dinleri uğruna savaşan şehitlerimizle birlikte tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
Anlatıldığına göre savaşın şehirdeki izleri bundan 5-10 yıl öncesine göre oldukça azalmış. Ancak yukarıdaki fotoğrafta da görüleceği üzere bazı binaların dış cepheleri adeta savaşın tüm vahşetini hatırlatmak için hala duruyor.
Bosna Hersek dediğimizde savaş geliyor aklımıza ama elbette o savaşın bir de kahramanı vardı. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç. Biz de Saraybosna'da ilk ziyaretimizi Bilge Kral'ın mezarına yaptık ve ruhuna fatihalar okuduk.
Daha sonraki ziyaret noktamız ise savaş esnasında yanıp kül olan ama daha sonra aslına uygun şekilde restore edilen Saraybosna Kütüphanesi oldu. Şehrin ortasından geçen Miljacka Nehri'nin hemen yanındaki bu kütüphane aynı zamanda belediye başkanlığına da ev sahipliği yapıyor. Bizi gezdiren mihmandar buradaki tarihi eserlerin savaşın ilk hedeflerinden biri olacağı tahmin edildiğinden saldırı öncesinde korumaya alındığını söyledi.
Kütüphanenin tavan süslemesi Kur'an-ı Kerimlerin kapak süslemeleri şeklinde yapılmış.
Belediye başkanı da kütüphanede çalıştığı için kütüphane içerisinde konuşmalar yapmak üzere kürsü ve sahne de vardı.Siyasetçiler mikrofonu görünce dayanamıyor. Bizimle birlikte olan iki siyasetçi de usulen de olsa kürsüye çıktılar.
Akşam yemek sonrasında özgürlük ateşine gittik. Özgürlük ateşi Saraybosna'nın simgelerinden biri. Yugoslavya'nın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1945 yılında yakılmış ve o günden bu yana sürekli yanıyormuş. Savaş sırasında düzenli yanmasa da o zamanlarda da yakmaya gayret göstermişler.
Başçarşı'ya yakın bir noktadaki otelimizde geceledikten sonra sabah erkenden dışarı çıkıp şehrin sükunetine şahit olmak istedik. Güneşin şehri aydınlatmaya başladığı saatlerde sokaklar bomboştu.
Saraybosna'da Konya Büyükşehir Belediyesi'nin hediye ettiği tramvaylar hizmet veriyor.
Yapı olarak belki de Bosna Hersek dendiğinde akıllara ilk gelen manzara bu olsa gerek. Mostar Köprüsü. Mostar şehrini tam ortadan ikiye ayıran Neretva Nehri'nin üzerinde yer alan Mostar Köprüsü 1566 yılında yapılmış. Savaş yıllarında yıkılan köprü UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteği ile aslına uygun şekilde inşa edilerek 2004 yılında yeniden hizmete girmiş. Köprünün ilginç bir eğlencesinden de bahsetmek gerek, köprü üzerinde yer alan korkulukların dış tarafında akrobatik hareketler yapan biri vardı. Meğer bu kişi 50 Euro karşılığında nehre atlıyormuş. Fotoğrafı yaklaştırdığınızda bu kişi görünüyor.
Ve hemen köprü başında yer alan 1993'ün unutulmamasını söyleyen bir duvar yazısı.
Mostar'da nehrin hemen yanında köprü manzaralı bu restoranda balık yedik. Balığı lezzetliydi.
Şam-Beyrut mutfağının vazgeçilmez tatlarından falafele şimdi İstanbul'da ulaşmak Suriyeliler sayesinde kolaylaştı fakat açıkçası Saraybosna'da hem de Boşnaklarca işletilen ve yapılan bir falafelciye rastlamak hiç ummadığım bir şeydi. Mostar'da yediğimiz yemek doyurucuydu ama ne kadar da olsa yol yorgunluğuyla birlikte ufak bir atıştırma için falafelci çok iyi geldi.
Akşam Başçarşı'da yer alan Türk çaycıların sıcak çaylarından içip tekrar otelimize gittik. Otelimiz bu şirin sokaktaydı. Ben yeşil panjurlu odada kaldım.
Sabah ise köz ateşte pişen Boşnak Böreğini bekledik ve yedik. Yerel saat ile 8.00'da açılıyor. Başçarşı'da hemen ara bir sokakta yer alan bu börekçinin adını unutmamak için fotoğrafladım; Buregdzinica Sac...
Sabah namazına gitmeyi arzu ettiğim halde gidemeyince bari gidip ziyaret edeyim dediğim Haci Hüsrev Bey Camiini ise ne yazık ki camilerin namaz vakti haricinde kapalı olması nedeni ile sadece dışından görebildim.
Pazar sabahı havaalanına gitmeden önce son bir tur yapalım derken çan sesine doğru gidip Hristiyanların ayinlerine bakalım dedik ancak ayin henüz başlamadığı ve bizim de vaktimiz kısıtlı olduğu için döndük.
Artık Bosna'ya veda vakti gelmişti.
Bosna'dan geriye hatıra olarak savaşın unutulmaması adına yaptıklarını düşündüğüm boş mermi kovanlarından imal edilmiş bu maket savaş uçağı kaldı.