31 Mart 2020

Ders alıyor muyuz?

Zorunlu tatil beni tekrar bloga yönlendirdi galiba. Buraya göre bir miktar yeni sayılabilecek sair sosyal medya mecralarını kullanmayı pek sevmiyor olmamın yanında geçmişe bir köprü kuruyor olması da belki beni buraya çekiyor.

Her neyse, konuya geçelim.

Son yazdığım "aklımıza sahip olalım"  başlıklı postumdan devam edecek olursak, konu aslında sadece akla sahip çıkmakla, evhamlarımıza yenik düşmeme meselesi değil. Zira daha önemlisi yaşanan her hadiseden bir ders çıkarabilecek miyiz, yoksa "o dersi başkaları çıkarsın, bize ne" mi diyeceğiz? Dindar kesimin sürekli, "artık dizginlenemeyen bir azgınlığın neticesinde Allah'ın bizlere verdiği bir ders bu" minvalindeki beyanları elbette doğruluk payı içeriyordur. Ancak bu tespiti yapmakla yetineceksek vay halimize. Her ferdin dersin aslında kendisine verildiğini, bir başka ifade ile musibetin aslında kendisine geldiğini düşünüp ona göre bir çizgiye girmesi gerekeceğini aklımızdan çıkarmayalım. 

Eğer cuma namazının saatini icabet saati olarak görmeye devam edemiyorsak, o saati sanki cuma namazı eda ediyormuşçasına ibadetle geçiremiyorsak dersi aldığımızı söyleyemeyiz. Vakit namazlarında minarelerden okunan ezanları işittiğimizde cemaatsiz kalan camiler için yüreğimiz sızlamıyorsa ders aldığımızı söylemek zor. "Ey Allah'ım, senin çağrına hakkıyla cevap veremedim, beni affet" diye kalbimiz sızlamıyorsa gecenin bir vaktinde, ders aldığımızı söylemek kolay olmasa gerek.


"Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin." (Ali İmran)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder