Gündemdeki konulara ilişkin yorumlara devam ediyorum.
Tüm dünyada demokratik rejimlerde kabul gören üç sistem vardır. Parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi. Bizim şu anda uyguladığımız sistem parlamenter sistem olup son Anayasa Mahkemesi kararı söz konusu olmasaydı sosyal yapımıza en uygun olan sistemdi. Başkanlık sistemi için ABD örnek gösterilir çünkü en sert ve katı kurallarıyla uygulanan şekli oradadır. Yarı başkanlık için örnek ise Fransa’dır.
Bu sistemlerin hepsinin belirgin farklılıkları vardır. Ve bu sistemler bir bütün olarak uygulanmadıklarında sistemin yaşandığı ülkelerde kaos meydana getirebilirler. Nitekim Türkiye’de yaşanan şu son tartışmaların ardında bir bakıma parlamenter sistemin tüm yönleriyle uygulanamaması yatmaktadır. Çünkü ’82 Anayasası ile parlamenter sistem ciddi biçimde yarı başkanlık sistemine yaklaştırılmış, ortaya ne olduğu belirsiz bir sistem çıkmıştır. İşte neticesi de bu yaşadığımız süreç olmuştur.
Ancak şimdi halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı ile bu sistemin tarifi de kalmayacaktır. Türkiye’nin demokrasiye kazandırdığı(!) yeni bir sistem olacaktır. Neden derseniz, mevcut seçmen sayısının 40 milyondan fazla olduğu bir ülkede parlamentoyu aşağı yukarı 15-17 milyon insanın kullandığı oylar belirliyor ve son dönemlerdeki en güçlü iktidar olan AK Partinin aldığı oy ise 10 milyon civarında. Oysa yeni yapılan düzenleme ile seçilecek Cumhurbaşkanının alacağı muhtemel oy en az 20 milyon civarında olacak. Bu durumda bir tarafta 10 milyon oy alıp tüm gücü elinde bulunduran bir parlamento çoğunluğu ile diğer tarafta 20 milyon oy almış ama elinde sayılı birkaç yetkinin haricinde etkisi ve yetkisi olmayan devletin ve milletin en üst temsilcisi olan bir Cumhurbaşkanı olacak. Ve bu iki kurumun birbiriyle çatışmaması gerekiyor.
Kanaatimce Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yerine yapılacak bir düzenleme ile meclis toplantı yeter sayısı ile alakalı Anayasanın ilgili maddesini daha açık bir şekilde kaleme alıp tüm toplantıların 1/3 (184) oranı ile açılabilmesinin yolunun açılması daha makul ve mantıklı bir yol olur. Yahut Cumhurbaşkanını illa halkın seçmesi öngörülüyorsa seçilecek ilk mesclisin bir kurucu meclis niteliğinde çalışarak sistemi baştan aşağıya yeni duruma uygun hale getirmesi gerekir. Bu da güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı, zayıflatılmış başbakanlık şeklinde tezahür edecektir. Ancak yukarıda da ifade ettiğim üzere Türk sosyal yapısına en uygun olan sistem parlamenter sistemdir.
Tüm dünyada demokratik rejimlerde kabul gören üç sistem vardır. Parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi. Bizim şu anda uyguladığımız sistem parlamenter sistem olup son Anayasa Mahkemesi kararı söz konusu olmasaydı sosyal yapımıza en uygun olan sistemdi. Başkanlık sistemi için ABD örnek gösterilir çünkü en sert ve katı kurallarıyla uygulanan şekli oradadır. Yarı başkanlık için örnek ise Fransa’dır.
Bu sistemlerin hepsinin belirgin farklılıkları vardır. Ve bu sistemler bir bütün olarak uygulanmadıklarında sistemin yaşandığı ülkelerde kaos meydana getirebilirler. Nitekim Türkiye’de yaşanan şu son tartışmaların ardında bir bakıma parlamenter sistemin tüm yönleriyle uygulanamaması yatmaktadır. Çünkü ’82 Anayasası ile parlamenter sistem ciddi biçimde yarı başkanlık sistemine yaklaştırılmış, ortaya ne olduğu belirsiz bir sistem çıkmıştır. İşte neticesi de bu yaşadığımız süreç olmuştur.
Ancak şimdi halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı ile bu sistemin tarifi de kalmayacaktır. Türkiye’nin demokrasiye kazandırdığı(!) yeni bir sistem olacaktır. Neden derseniz, mevcut seçmen sayısının 40 milyondan fazla olduğu bir ülkede parlamentoyu aşağı yukarı 15-17 milyon insanın kullandığı oylar belirliyor ve son dönemlerdeki en güçlü iktidar olan AK Partinin aldığı oy ise 10 milyon civarında. Oysa yeni yapılan düzenleme ile seçilecek Cumhurbaşkanının alacağı muhtemel oy en az 20 milyon civarında olacak. Bu durumda bir tarafta 10 milyon oy alıp tüm gücü elinde bulunduran bir parlamento çoğunluğu ile diğer tarafta 20 milyon oy almış ama elinde sayılı birkaç yetkinin haricinde etkisi ve yetkisi olmayan devletin ve milletin en üst temsilcisi olan bir Cumhurbaşkanı olacak. Ve bu iki kurumun birbiriyle çatışmaması gerekiyor.
Kanaatimce Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yerine yapılacak bir düzenleme ile meclis toplantı yeter sayısı ile alakalı Anayasanın ilgili maddesini daha açık bir şekilde kaleme alıp tüm toplantıların 1/3 (184) oranı ile açılabilmesinin yolunun açılması daha makul ve mantıklı bir yol olur. Yahut Cumhurbaşkanını illa halkın seçmesi öngörülüyorsa seçilecek ilk mesclisin bir kurucu meclis niteliğinde çalışarak sistemi baştan aşağıya yeni duruma uygun hale getirmesi gerekir. Bu da güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı, zayıflatılmış başbakanlık şeklinde tezahür edecektir. Ancak yukarıda da ifade ettiğim üzere Türk sosyal yapısına en uygun olan sistem parlamenter sistemdir.
ali sistem mistem değişmeyecek merak etme. bu yapılan anayasa değişiklikleri bir şekilde kadük kalacak ve yeni meclise atacaklar topu. yeni mecliste de ne anayasa değişikliği yapabilecek ne de cumhurbaşkanı seçebilecek pozisyonu kalmayacağı varsayılan ak partinin cumhurbaşkanını seçmesi mümkün olmayacak ta ki deniz abiyle anlaşana kadar. böylece hiç olmazsa bir dönem daha deniz abinin zihniyetinde olan bir cumhurbaşkanı oturacak köşkte. plan bu, fazla zihin yormana gerek yok.
YanıtlaSilDün Abrurrahman Dilipak'ın yazısının bir başlığı vardı.
YanıtlaSilAk partiyi vuralım derken , vurulmadık kurum bırakmadılar.
olan bu işte.
ali yorumları pek cevapsız bırakmaz ama burayı unuttu sanırım :)
YanıtlaSilyorumcuların beni anlayışla karşılayacaklarını düşünüyorum.
YanıtlaSilyorumlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.