22 Haziran 2007

İnşaallah!

Bu Hanımefendinin yeri meclis olmalıydı. Keşke seçilebilecek bir yerde seçtirebilecek bir partide olsaydı. İnşaallah.

19 Haziran 2007

Anayasa Değişiklik Paketinin Akıbeti

1982 Anayasası birçok hukukçunun fazlasıyla detaylı bulduğu bir Anayasadır. O kadar ki 1982 Anayasasının ‘tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması’ başlığı altında düzenlenmiş maddesi bile vardır. Ancak hepimizin bildiği üzere böyle bir Anayasadan 367 yorumu bile çıkartıldı.

Son Anayasa değişiklik paketinin akıbetinin ne olacağı 367 yorumunun çıkartıldığı bir hukuk dünyasında belirsizliğini korumaya mahkûmdur. Öncelikle değişiklik paketindeki bir maddenin 366 oyla kabul edilmiş olması Anayasaya aykırı değildir. Çünkü Anayasanın 175. maddesi anayasa değişikliklerinin hangi oy oranları ile kabul edileceğine dair ayrıntılı bir düzenleme getirmiştir. Söz konusu maddeye göre Anayasa değişikliklerinin kabul edilme oranları beşte üç ve üçte iki şeklinde düzenlenmiştir ki bu da 330 ile 367 rakamlarını karşılamaktadır. Maddenin 3. fıkrası “Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmî Gazetede yayımlanır” demek sureti ile 330–367 aralığında kabul edilen bir Anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesi gerektiğinden bahsetmiştir. Kaldı ki 366 oy değişiklik paketinin tümü üzerindeki oylamada değil, sadece bir maddede söz konusudur. Ve Sayın Cumhurbaşkanı paketin tamamını referanduma göndermekle bahsi geçebilecek usulsüzlüğü de önlemiştir. Bununla beraber mahkemeye müracaat etmiş olmasını anlamak mümkün değildir. Oysa Sayın Cumhurbaşkanı değişiklik paketini onaylayıp referanduma göndermemiş olsaydı bu durumda belki bir usulsüzlükten söz edilebilirdi.

Anayasa Mahkemesi’nin CHP’nin müracaatını bekletip Sayın Cumhurbaşkanının müracaatı ile birleştirmesine yönelik yorumumuzu da gelecek yazımıza bırakalım.

16 Haziran 2007

Adalet Nasıl Geciktiriliyor?

Geçtiğimiz hafta bir meslektaşımdan dinlediğim hadise adaletin nasıl gecikti(rildi)ğine dair güzel bir örnekti.

Avukatın dava açabilmesi için vekaletnamesini dava dosyasına eklemesi gerekir. Vekaletnamelere ise Baro Pulu denen bir pul yapıştırma zorunluluğumuz var. 2007 yılı için 3,30 YTL değerindeki bu pulu dosyaya ibraz edilen her vekaletnameye eklemek gerekiyor. Bu pulun getirisi ile de stajer avukatlara burs vs. imkanları sağlanıyor.

2005 yılına ait Baro Pulu

Erzurum'da dava açması gereken meslektaşımız dava dilekçesini ve vekaletnameyi muhabere yolu ile İstanbul mahkemelerinden Erzurum'a gönderiyor. Harcı yatırılan dava bu şekliyle açılmış sayılıyor. Ancak meslektaşımız Baro Pulunu yapıştırmayı unutuyor. Neticede davanın her aşamasında giderilebilecek bir eksiklik olan Baro Pulu yapıştırılmadığı için mahkemeden gelen yazı ile davanın usul yönünden eksikliğinin giderilmesinden sonra dosyanın inceleneceği belirtiliyor. Ve bu yazı için İstanbul'a 4,00 YTL'lik tebliğ masrafı yapılıyor. Ayrıca oradaki memurun sarfettiği emek, Erzurum ve İstanbul'daki posta memurlarının emeklerinden dolayı kaybolan katma değeri bilmiyoruz.

Tüm bunlardan sonra tebligatların neden zamanında ulaştırılamadığını, adaletin niçin geç işlediğini sorgulamaya kimin hakkı var?

12 Haziran 2007

'Kendine Gel Kadın'

Gazeteci Nazlı Ilıcak bana pek samimi gelmeyen bir tip olsa da demokrasi mücadelelerinde ön saflarda olduğunu da inkar edemeyecğim bir yazar. Tartışmalaradaki üslubu ise fevkalade oturaklı ve neyi savunduğunu gayet açık anlatabilen, karşısındakini kendine olan güveni ile rahatsız edebilecek bir kabiliyete sahip ve cesur.

İlericilik diye tabir edilen olgunun öncüsü olması gereken emekli bir generalin Nazlı Ilıcak'a "kadın, kadın..." diye hitap edişi yazarın bu özelliklerini tekrar hatırlamama sebep oldu.

Garip bir ülkedeyiz vesselam. Biz sadece kendi kendimize benzeriz. Ne doğuya, ne batıya!

Kaynak: Milliyet

5 Haziran 2007

Nablus Künefesi

Künefe denilince benim aklıma Hatay gelir. Eminim bir çok kişi için aynıdır. Ancak uluslararasında da öyle mi acaba?

Künefe kültürümün çok iyi olduğunu sanırdım ancak bundan bir süre önce Ürdün'e giden bir yakınımın getirdiği Nablus künefesini yediğimde künefe konusunda öğrenecek daha çok eksiklerimin olduğuna kanaat getirdim. Tabi aynı ortamda bulunan bir başka dostun hac yolculukları esnasında sırf bu künefeyi yemek için trafik keşmekeşi ile meşhur, girildiğinde çıkmanın saatler aldığı Ürdün'ün başkenti Amman'a uğrayıp sadece bu tatlıyı üreten meşhur satıcısını bulup yediklerini anlatınca ben olayın ehemmiyetini daha bir başka kavradım.

Nablus ve künefesi için yaptığım google araştırmasından Selma Şevkli'nin Filistin Günlüğü başlıklı yazısında künefenin memleketi diye bahsedildiğini gördüm. Nablus için özgür ansiklopedide ufak bilgiler var. Ve Radikal gazetesinden Ayşe Karabat 2002 yılında aynı künefeden bahsetmiş.

Evet, gerçekten de çok farklı bir tad Nablus künefesi. O tadın farklılığı nerden işin doğrusu ben tam anlayamadım. Sanırım bizdeki künefeden farkı iki kat arasına peynir değil de sadece bir kat peynir bir kat kadayıf yapılmış gibi. Neyse, bunu da artık portakal ağacından öğreniriz.

Her şeye rağmen ben annemin künefesini özledim.