12 Temmuz 2023

Saraybosna - Bosna Hersek

Saraybosna 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin dördüncü durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması hemen altında yer alıyor.

Dobrun camisi kapısındaki kitabeye göre 1455 yılında yapılmış. Sırp sınır kapısından Bosna'ya girdikten kısa bir süre sonra sizi karşılayan ilk yapı bu oluyor. Muhteşem bir manzaraya sahip.

Caminin hemen yanında yer alan şadırvanda Bosnalı şühedanın adları yazılı olan bir anıt yer alıyordu. Yüreklerin sızlamaması elde değil.

Caminin içine girince bir sürprizle karşılaştık. Yol üstü bir cami olması nedeni ile gelip geçen yolcular için ikramlar hazırlanmıştı. Bu da ayrıca duygulandırdı bizi.

Bazı yolcular duygularını yazarak paylaşmış ve yazdıklarını tepsi içine bırakmışlardı.

Camiden ayrılıp yola koyulduk ve yol bizi yine ecdadımızla yüzleşeceğimiz başka bir noktaya götürdü. Mimar Sinan'ın muhteşem eserlerinden birinin yer aldığı Vişegrad kentinde, Drina nehri üzerinde yer alan Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü tüm ihtişamı ile karşımızda duruyordu.

Tabiatın ihtişamlı görüntüsüne bu muhteşem tarihi köprünün eşlik ettiği noktada biraz soluklandık.

Drina nehri önemli oranda Sırbistan ile Bosna Hersek arasındaki sınırı belirliyor. Ayrıca nehir üzerindeki meşhur köprüyü İvo ANDRİÇ’in 1945 yılında yayınlanan ve daha sonra yazarının Nobel ödülü almasına neden olan Drina Köprüsü adlı romanı daha da ünlü hale getirmiş.

Aslında seyahatimizin her bir noktası ayrı bir yazıyı, anlatımı hak ediyor. Belki en çok detay yazılacak noktalardan biri de bu köprü ve civarıdır. Ancak biz yolumuza devem ediyoruz. Çok da karşılaşamayacağımız türden tünellerin var olduğu bir güzergah bizi bekliyordu. Kapkaranlık, ürkütücü ve adeta sadece açılıp bırakılmış, tünel çevresi beton kalıplarla kapatılmamış, ara ara camımıza damlayan suların olduğu onlarca tünelden geçtik.

Ve seyahatimizin beni en çok etkileyen anlarından biri. Saraybosna'da Kurban Bayramı sabahı ve bayram namazı için Ali Paşa Camii'ne hafif bir yağmur eşliğinde yürüyerek gidiyordum ama o erken saatteki sessizlikte muhteşem bir Kur'an tilaveti beni adeta kendimden aldı. Saraybosna zaten bizim nesil için hüznün şehri. Üstüne sessizlik, yağmur, hafif bir aydınlık ve o muhteşem Kur'an tilaveti eklenince benim için unutamayacağım bir hatıra oluştu.


Cami içinde Kur'an tilavetini dinlemeye devam ettim. 1561'de Budin Beylerbeyi Hadım Ali Paşa tarafından yaptırılan Ali Paşa Camii klasik İstanbul stilini yansıtıyor. Küçük ama şirin bir cami.


Bayram namazı akabinde cami içinde cemaat bayramlaştı.

Dışarı çıktığımızda hava biraz daha aydınlıktı ama hafif yağmur gün boyu devam etti.

Konakladığımız yere dönerken biraz da etrafımı gözlemledim.

Gün içinde Saraybosna'yı turlamaya çıktık ve önce Milyatska Nehri civarını gezelim dedik. Sakin nehir olarak da adlandırılan Milyatska Nehri usul usul akıyordu.

Ardından nehrin hemen kenarında yer alan Bakr Babina ('galiba' Bekir Baba) camiinde öğle namazını eda ettik.


Cami aslında yine tarihi bir yapı imiş ancak yıkımlar sonrası yeniden yapıldığında küçük bir cami olarak yapılmış. Bosna'da camilerde genellikle bizim bayrağımızın yeşil renklisi asılı oluyor.

Ayrıca bu camide ve yine bir çok yerde bayram münasebeti ile "bayram şerif mübarek olsun" cümlesi asılı idi. Anladığım kadarı ile Türkçe olan bu cümle bayram kutlama ritüeli olarak dillerine girmiş.

Camiden çıkıp At Meydanında çok büyük ağaçların altından yürümeye devam ettik. Balkanlar'da dikkatimi çeken konulardan biri de şehirdeki ağaçlara çok değer verilmiş ve korunmuş. Oysa ne savaşlar atlatmış şehirler hepsi de...

Daha sonra I. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan hadisenin gerçekleştiği köprü başına yürüdük.

Bilindiği üzere 28 Haziran 1914'te Gavrilo Princip isimli bir Sırp milliyetçisinin Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmesi I. Dünya Savaşı'nı başlatan kıvılcım olur. İşte Arşidük bu araçta iken öldürülüyor. Araç orijinal mi emin değilim.

Elbette Saraybosna'ya gidip de Gazi Hüsrev Bey Camisini görmeden olmaz. Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a inşa ettirilen cami şehrin kalbi sayılan Başçarşı'da yer alıyor.

Camiye girdiğimizde hatim okunuyordu. Biz de duasına iştirak ettik.

Saraybosna'nın simgelerinden olan bu sebil şehrin kalbi konumundaki Başçarşı'nın merkezinde bulunuyor. 1753'te Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. 1852'de bir yangında hasar gören çeşme, 1891'de yeniden inşa edilmiş.

Yine şehrin simgelerinden biri de II. Dünya Savaşı'nın askeri ve sivil kurbanları için yapılmış olan sönmeyen ateş anıtı.

Akşam saatlerinde ise şehrin turistlerce çok da gezilmeyen kısımlarına doğru yürüdük.


Caddelerde şehre gerçekten değer kattığını düşündüğüm yine çok büyük ağaçlar vardı.

Bayram tatili münasebeti ile olsa gerek caddeler genellikle sessiz ve sakindi.

Önünden geçtiğimiz alış veriş merkezi de yine aynı sebeple kapalı idi.


Akşam namazı vakti girdiğinde bu camiye yaklaşmıştık. Mağribiye Camii diye geçiyor adı. Caminin ahşap mimari tarzı camiye sıcak bir atmosfer katmış.


Biz camiye girdiğimizde henüz kimse yoktu. Ezanla birlikte cemaat gelmeye başladı.


Mahalle arası bir cami olunca acaba cemaati var mıdır diye tereddüt ederken bizim camilerin vakit namazlarındaki cemaati kadar bir cemaat oluştu ve namazımızı eda ettik.

Saraybosna sükuneti, tarihi camileri, yeşilliği ve ortasında akan nehri ile insana huzur veren bir kent. Yine ziyaret etmek nasip olur mu bilmem ama çocukların da aynı duygularla vedalaşmak zorunda kaldıkları bir şehir oldu.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.

11 Temmuz 2023

Niş - Sırbistan

Niş 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin üçüncü durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması hemen altında yer alıyor.


Bulgaristan'dan Sırbistan'a şöyle bir sınır kapısından kolayca geçiş yaptık.


Balkan turumuzun bu kısımlarında yollar fena değildi. İlerleyen aşamalarda çok ilginç yollardan geçtik. Genel olarak Balkanlar için duble yol ve otobanlara alışmış yeni nesil şoförlerin oldukça zorlanacağı yollara sahip olduğunu söyleyebilirim.


Sırbistan'a geçtiğinizde sınırdan çok da uzak olmayan bir noktada ülkenin ikinci büyük ve güneydoğusundaki en büyük şehri, ana endüstri ve iletişim merkezi de sayılan Niş'e ulaştık. Niş, 1386’dan başlayıp 1878’e kadar kesintilerle devam eden Osmanlı idaresi altında stratejik öneme sahip İslami bir merkez özelliği kazanmış.
Niş'te aracımızı park ederek şehir turu yapmaya başladığımızda bizi yine tanıdık bir mimari karşıladı. Stambolijski (İstanbullu anlamına geliyormuş) adındaki bu restoranın 1800'lü yıllarda Ahmet Mehmedeoviç tarafından konut olarak yapımına başlandığı ve daha sonra satıldığını öğrendim.

Niş programımızın başına İslam Ağa Camiini ziyareti eklemiştik. Ama nedense ben kafamda İsmail Ağa Camii diye kodlamışım. Nihayet ekipten biri uyarınca caminin adının İslam Ağa Camii olduğunu fark ettim.

Bu cami de diğer tüm camiler gibi huzur doluydu. Ancak ne yazık ki sadece son cemaat kısmı açıktı. Vakit haricinde gittiğimizdendir diye düşündük. Zira caminin şadırvanı ve sair imkanları aktifti.


Niş İslam Ağa Camisi de yine şehrin tek aktif camisi imiş.

Caminin ilk olarak 1720'de ve daha sonra da 1870'te yeniden inşa edildiği belirtiliyor.

Niş'te de yine kısa bir şehir turu gerçekleştirdik.


Gezinti esnasında sıcak havaya rağmen sanatını icra eden bu sokak sanatçısına rastladık.

Açıkçası Sırbistan, 90'lı yıllardaki Sırp katliamları ile aklımda kaldığı için bana cazip gelmiyordu. Bu nedenle benzer turu gerçekleştirenlerin aksine Belgrad programı yapmadan doğrudan Niş üzerinden Saraybosna'ya yol aldık. Ancak bunun doğru bir tercih olmadığını fark ettiğimi belirtmeliyim. Belgrad üzerinden Saraybosna daha doğru bir güzergah olurdu sanırım.


Bununla birlikte tercih ettiğimiz güzergah da gayet iyiydi. Yol boyu bize eşlik eden nehirler, yeşillikler, yolların zorluğunu bir nebze de olsa azaltıyordu. Zapadna Morava Nehri de bize eşlik eden nehirlerden biriydi. Bu nehirin 184 km uzunluğundaki bir ana akışa sahip olduğunu öğrendim.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.

10 Temmuz 2023

Sofya - Bularistan

Sofya 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin ikinci durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması altında yer alıyor.

Sofya'da konaklamamızdan hemen sonra yağmur başladı. Çocuklar "Balkanlar'dan gelen soğuk ve yağışlı hava" esprisini es geçmedi elbette.

Sofya sokaklarının kendine has bir karakteri olduğu hemen fark ediliyor. Elbette bunda Sofya'nın eski çağlara dayanan bir geçmişe sahip olmasının etkisi olduğu kesin.


Sofya'nın trafiğe kapalı Vitosha Bulvarında gezintiye çıktık. Bu yol zaten sizi Sofya'nın tarihi ve turistik eserlerine doğru götürüyor.

Bir süre yürüdüğümüzde kendimizi Adalet Sarayı önünde bulduk. Yüksek sütunlar binalara ihtişam kazandırıyor. Bu binanın içini de elbette merak ettim ancak buna elverişli bir zaman değildi.

Az ileride ise yine Sofya'nın simge yapılarından Sveta Nedelya Kilisesi önünden geçtik. Her ne kadar 10. yüz yıla kadar giden bir tarihi olsa da yapı çok defa yıkılıp yeniden yapılmış.


Yol boyunca daha birçok anıtsal nitelikteki yapıların önünden geçerek nihayet Sofya Kadı Seyfullah Efendi Camii ya da bir diğer adıyla Banyabaşı Camisine geldik. Kaynaklarda Mimar Sinan tarafından tasarlandığı belirtilen bu cami 1566 yılında yapılmış. Bilgiden emin olamamakla birlikte Banyabaşı isminin "banyo başı" anlamında kullanıldığını, aslında burada  geçmişte bir hamam ve termal su bulunduğundan Banyabaşı olarak adlandırıldığını öğrendim.

Günümüzde Sofya'daki faal tek cami ne yazık ki Banyabaşı Camii imiş.

Havanın kararmaya yüz tutması ile cami aydınlatmaları açıldı ve bu güzel kare çıktı ortaya.

Lions Köprüsüne de gittik. Meğer Türk düşmanlığını simgeleyen bir nokta imiş orası. Fotoğrafta köprü başında o noktanın tanıtımını yapan bir panoyu google aracılığı ile tercüme ettirdiğimde anladım bunu.

Lions Köprüsünden görüntüler.


Dönüşte bir markete uğradık. Markette ürünlerin fiyatlarını öğrenebilmek için yine google çeviri uygulamasından faydalanmak istedim ama görevli fotoğraf çekmeme kızdı. Marketten elimde bu kare kaldı.

Bu arada üzüm 3,55 Leva, kiraz 6,39 Leva imiş.


Akşam cadde biraz daha kalabalıklaşmıştı.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.

9 Temmuz 2023

Filibe - Bulgaristan

Filibe 2023 Kurban Bayramında gerçekleştirdiğimiz Balkan gezimizin ilk durağı idi. Seyahatimizle ilgili özet bilgi için lütfen tıklayın. Ayrıca yazımdaki her bir görsel ya da videonun açıklaması altında yer alıyor.


İstanbul'dan sabah erken yola çıktığımızdan mıdır, yoksa Kurban Bayramı tatili olmasından mıdır bilmiyorum ama Kapıkule sınır kapısından neredeyse hiç beklemeksizin Bulgaristan'a geçiş yaptık.

Bulgaristan tarafına geçince ilk olarak uçsuz bucaksız ekili tarlalarla karşılaşıyorsunuz. Bulgaristan'da ayçiçeği, buğday ve lavanta ekili alanlar çok dikkat çekici idi.


Filibe, Bulgaristan'ın önemli ekonomi, ulaşım, kültür ve eğitim merkezlerinden biri. Sultan I.Murad tarafından fethedildikten sonra, İzmir, Aydın, Manisa, Konya ve Karaman yöresinden Yörük Türkmenlerin bölgeye iskan ettirildikleri ifade ediliyor. Nitekim ziyaret ettiğimiz Şahabettin İmaret Camii imamı da aslen Konyalı olduklarını ancak yüz yıllar önce Filibe'ye yerleştiklerini söyledi.


Filibe Şahabettin İmaret Camii 1444 – 1445 yıllarında II. Murad döneminde Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşanın oğlu olan Şahabettin Paşa tarafından yaptırılmış. Cami ne yazık ki biraz bakımsız, yer yer sıva ve  süslemeleri dökülmüş vaziyette idi. Diğer bir çok yerde gözlemlediğimiz TİKA desteğinin en kısa zamanda bu camiye de ulaşmasını diliyorum.


İmaret Camisinin dıştan görünümü.


İmaret Camiinden şehir merkezine doğru gittik ve bu defa Filibe Cuma Camii ya da diğer adı ile Hüdavendigar Camiini ziyaret ettik. Sultan I. Murad zamanında şehrin meydanına Osmanlı İmparatorluğu'nun sembolü olacak şekilde 1363-1364 yılları arasında inşa edilmiş bu cami.


Hüdavendigar Camii, İmaret Camiine göre daha bakımlı idi. Caminin dış duvarları çok görkemli, bu nedenle girişinin de o şekilde olacağını düşündük ancak hemen giriş kapısının etrafındaki restoran ve kafeler nedeni ile cami girişi adeta kaybolmuş gibiydi. Caminin etrafında bir tur attıktan sonra girebildik camiye.


Caminin hemen girişinde bir de kütüphane yer alıyor fakat kapısı kilitli idi. Sadece camekanlı kapısından içeriyi görebildim. Kütüphaneye adı verilen Filibeli Ahmed Hilmi Bey 1914 yılında vefat eden bir mutasavvıf imiş.


Ardından Filibe şehir merkezinde kısa bir tur atarak Filibe ziyaretimizi tamladık ve Sofya istikametine doğru yola çıktık.

Seyahatimizin sonraki durağı için lütfen tıklayın.

24 Ağustos 2022

Bursa'da bir hafta sonu

Yıllar önce yine burada bir Bursa seyahatimi yazmıştım. Aradan geçen 15 senede Bursa'ya çok defa gittim yine, ancak hep bir iş veya görüşme için, telaş içinde olan gidişlerdi. Kasım 2021'in bir sonbahar hafta sonunda ailecek planladığımız Bursa gezisini gerçekleştirdik.


Cumartesi erken saatlerde Eskihisar'dan feribotla Topçular'a geçtik.

18 Ağustos 2022

Faizsiz sisteme nereden başlanmalı?

Ülkemizde ekonomik istikrarın bir türlü rayına oturmadığı herkes tarafından malum. Bugünün ya da mevcut iktidarın problemi değil bu, yıllardır süregelen bir durum.

Açıkçası son 1 yıldır ekonomi yönetiminin uyguladığı yöntem herkesin kafasını karıştırdığı gibi benim de kafamı karıştırıyor. Şahsi görüşüm faizsiz bir ekonomik modelin uygulanması elbette ama bunu uygularken realiteyi bir tarafa bırakıp toplumu ikna edemeden ilerlenebileceğini düşünmüyorum. Bir defa her şeyden önce iktidarın gerçek niyetini açıklaması gerekir. Gerçekten faizsiz bir model için mi çaba gösteriyorlar yoksa "faize karşıyız" söylemi sadece günü kurtarmaya mı yönelik?

Eğer gerçekten faizsiz bir model öngörülüyor ise bunun teorik alt yapısının ilgililerince ilgililerine anlatılması ve izah edilmesi gerekiyor.


Kanaatimce iktidarın eğer böyle bir niyeti varsa, her şeyden önce çözümü daha pratik olan bir takım faiz uygulamalarından vazgeçebilir. Örneğin milyonlarca insan yıllardır TOKİ aracılığı ile faizli kredilere yönlendirilerek ev sahibi yapılıyor. Bu devletin teşvik ettiği, yönlendirdiği ve çok rahatça alternatifini üretebileceği bir faiz uygulaması. Ancak buna bir çözüm üretilmiyor. Bir başka örnek ise devlet alacaklarına dair uygulanan faiz. Ben bir din adamı değilim ancak faiz almak yerine devlet alacaklarına sabit bir ceza ödenmesi şeklinde uygulanacak bir yöntemle faizden uzaklaşılmış olacaktır. Herhangi bir ekonomik ve dini otorite sahibi değilim ancak sadece verdiğim bu iki örnek üzerinde ekonomik ve dini otorite sahiplerinin yapacağı kısa bir çalışma ile her iki örneğe de faizsiz bir yöntem çok rahatlıkla bulunabilir. Devletin ve ekonomi yönetiminin en kolayından başlaması daha doğru olur.

Bugün TCMB piyasanın beklemediği bir faiz indirimini duyurdu. Ne zamandır, konu hakkında bir şeyler yazmak isterken bu duyuru bu yazıma vesile oldu. Bu teklifimi kim okur, kim duyar bilemem ama bu tür konularda bir çalışma yapılması gerektiği çok açık. Tabii ki maksat faizsiz bir sisteme yönelmekse!



8 Aralık 2020

Koronadan ders alacak mıyız?

Korona hayatımızın adeta bir parçası oldu. Hastalığın ilk evresinde etrafımda rahatsızlandığını öğrendiğim sadece bir kişi olmuştu. O da çok şükür atlatmıştı. Oysa şimdi kimle görüşsem bir hastalık haberi veriyor. Ve etrafımdan ölüm haberleri de almaya başladım.

Şüphesiz taktir Yüce Allah'ındır. Kainatta bir yaprağın dahi hareketinden bihaber olmayan Allah elbette bu çaplı bir musibeti de hikmetinin bir tecellisi olarak bizlere gönderdi. Peki biz acaba o hikmet ne olabilir ki diye kafa yorup düşünüyor muyuz? Yoksa her şeyi güllük gülistanlık gibi yaşamaya devam mı ediyoruz?

Salgının ilk evresinden bu yana beni en çok sarsan görüntü hiç şüphesiz Kabe'nin durumu. Her defasında canlı yayını açıp seyrettiğimde en derinimden bir yerlerde yoğun bir sızı ve bazen de o sızıya eşlik eden bir göz yaşı damlacığı oluşuyor. Elbette neredeyse tüm İslam aleminde camilerin mahzun ve sessizliği de etkili bir tesir bırakıyor üzerimde. Ancak Kabe ve Mescid-i Nebevi hüznümü derinleştiriyor.

Salgını dramatize ederek "devletlerin, toplulukların ve bireylerin çeşitli insani değerlerden uzak davranışlarının neticesinde bu durumu yaşıyoruz" paylaşımları son zamanlarda arttı. Fakat bu tür musibetler karşısında örneğin deprem, sel gibi musibetlerde konunun ilahi bir ceza olduğu yönündeki düşüncelere anında tepki veren bir grup var. Salgın için de aynı tepkiyi verirler mi bilinmez ancak benim kanaatim bu musibetler gerçekten de inanan insanların ders almasına yönelik. Bu nedenle inanan insanlar her şartta yaşanan her hadiseden ders çıkarmakla mükellef olduğu gibi bu salgından da ders çıkarmak zorunda.


Acaba 14 asırdır her mevsimde tavaf edilmiş olan, günün her saatinde dolup boşalan Kabe'de tavafın halihazırda nispeten devam etmesine karşın neredeyse durma noktasına gelmesine bizim hangi davranışlarımız neden oldu? Camilerimiz neden mahzun, 3 aya yakın bir süre kapalı kaldılar ve halen neredeyse boş. En başta dini hizmetler verdiklerini düşünen onlarca cemaat yapılanmaları camileri boş bıraktıkları için kendilerini sorumlu hissedecekler mi? Neredeyse her cemaatin, her vakfın kendilerine ait ayrı mescitleri var. Bir kısmı camiye karşı olmasalar dahi namazlarını kendi özel alanlarında yine kendi özel cemaatleri ile eda ediyorlar. Oysa cami, adı üstünde cem olunan, toplanılan mekanlar. Müslümanların kaynaştığı, bir araya geldiği, saf saf dizildikleri yerler camiler.

Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılmasına milyonlarca Müslüman sevindi ama aynı Müslümanlar mahallelerine döndüklerinde camiye gittiler mi? Eğer mahalledeki camiye gidilmiyorsa Ayasofya'nın açılmasına sevinmek havanda su dövmek gibi bir şey oluyor aslında.

Ben bu yazdıklarımla camilere ilişkin yaşananların, hatalarımızın ve alınması gereken derslerin üzerinde durmaya çalıştım. Fakat kim bilir daha niceleri var. Allah tüm Müslümanları hatalarını görüp af ve mağfiret dileyenlerden ve dahi buna mazhar olanlardan eylesin.

6 Kasım 2020

Bugün eleştirmek yerine teşekkür edelim

Covid-19 salgını nedeni ile mahkemelerdeki duruşmalar yaklaşık 2-2,5 ay kadar yapılmamıştı ilkbaharda. Herkes için zor bir dönemdi. Bu kısmı bir tarafa, o günlerde yaşadığım bir olay aklıma geldi bugün.

O dönemde her ne kadar duruşmalar yapılmıyor idiyse de mahkemeler açıktı ve memurlar idarenin belirlediği şartlarda çalışmaya devam ediyordu. Elbette bizler de boş durmak yerine dosyalarımızı gözden geçirerek eksikliklerimizi kontrol ettik ve tamamlanması için az da olsa çeşitli içeriklerde dilekçelerle mahkemelere müracaat ettik. Ancak devlet hantallığından hiçbir şey kaybetmemişti ve çoğu talebimiz askıda kaldı. Ta ki, yeni normal hayata geçip adliyelere adım atmaya başlamamıza kadar. Zira artık Covid-19 nedeni ile memurlara yaklaşamasak da kapıdan işimizi hatırlatıp adım attırabildik dosyalarımıza.

Doğrusu ben adliyelerin de en az bizim ofislerimiz kadar çalışıp dosyalardaki tüm eksikliklerin giderilmesi yönünde adım atmalarını ve nihayetinde yeni normal hayata dönüşte sıfır kilometre bir yargı ile karşılaşacağımızı ummak istedim ama böyle bir şeyin ancak hayal olacağını bildiğim için hiç öyle bir hayale kapılmadım.


Sadece mahkemenin biri benim hayalimi tetiklemişti. O günlerde bir iş aldım ve davayı UYAP sistemi üzerinden açtım. Aradan henüz yarım saat ya geçmiş ya geçmemişti, bir e-tebligat geldi. Hemen açtım, bir de ne göreyim? Az önce açtığım davanın ilk işlemleri yapılmış, duruşma günü tayin edilmiş ve taraflara tebliğ edilmiş. Bu hadise hayalimi tetiklediyse de aradan geçen günlerde diğer mahkemelerde bir değişiklik olmadığını gösterince hayalimi unuttum, unutmaya çalıştım.

Gün geldi, davanın duruşmasına girdim. Duruşma tutanağını elime aldıktan sonra hakime döndüm ve "biz avukatlar muhalif olmayı sever ve bu nedenle de her şeyi eleştiririz. Ama ben bu defa eleştirmeyeceğim, teşekkür edeceğim" dedim, başımdan geçeni anlattım. Elbette hakim de teşekkürümden dolayı memnuniyetini ifade etti.

Bugün aynı mahkemede duruşmam vardı ve duruşmaya tam saatinde girdim. Oysa mutat olan duruşmaya en az 20 dakika geç girmektir. Demek ki mahkemeler de isterlerse işlerini düzgünce bir disiplin içinde yürütebiliyorlarmış.

Güzel ve sağlıklı günlerde, hak ve adaletin incinmediği zamanlara uyanmak ümidini hep taşıyalım. Dua hükmüne geçsin.

5 Nisan 2020

Haydi! Dünyevi ve uhrevi kemalat zamanı

Koronavirüs salgını tek gündem maddemiz olmayı sürdürüyor. Önceki iki yayınımda daha çok iç alemimize yönelik fikirlerimi kaleme almıştım. Oysa hemen herkesin aklında olan salgın sonrası dış aleme yönelik değişimlerin söz konusu olacağı düşünülüyor, konuşuluyor, yazılıyor.

Dar daireden geniş daireye doğru düşünmeye çalışıyorum. Yani önce kendimizde ne tür değişimler olacak? Olmalı? Sonra ailemizde, sonra etkileşim halinde olduğumuz insanlarla ve nihayetinde toplumlarda, devletler arası ilişkilerde ne gibi değişimler olabilir?

Bu soruların özellikle de kendimize ve ailelerimize bakan yönü herkes için farklılıklar gösterecektir elbette, ancak genel olarak hem bu zorunlu tatil döneminin nasıl değerlendirilmesi gerektiği hem de salgın sonrasına dair bir kaç genel kelam edilebilir.

Ben kendi namıma şunu söyleyebilirim, 1 aylık emeklilik dönemi yaşıyor gibiyim. Zira 20 yıllık meslek hayatımda adli tatiller de dahil, iş yoğunluğunun bu kadar azaldığı bir başka zaman olmadı ve inşallah böyle bir sebebe bağlı olarak bir daha olmaz da. Bu nedenle beynimin bu yönü ile tatillerde dahi olmadığı kadar dinlendiğini hissediyorum.

İşte tam da ertelenen hayallerin, fikirlerin en azından bir kısmını gerçekleştirmek için güzel bir fırsat sunuyor bu dönem. Elbette dünya turu hayalinizi şu ortamda gerçekleştirebilmek mümkün değil ama en kolaylarından başlayacak olursak, aile fertleri ile iş, telefon, e-posta ve benzeri baskılar olmadan birebir diyalog halinde olmak... vakit olsa da biraz yabancı dilimi geliştirsem diyenler için yine güzel bir fırsat sunuyor bu dönem. Yine mesela onlarca mesleki eğitim videolarını sıra gelip de izleyemediyseniz bu dönemde onların hepsini tek tek eritebilir ve mesleğinizi geliştirmek için bu dönemi fırsata çevirebilirsiniz. Online iş, kültür, sanat platformlarından faydalanabilirsiniz. (Örneğin Çarşamba günü KOBİ'ler için online pazarlama süreçlerininin konuşulacağı bir toplantıyı şimdiden not edebilirsiniz.)

Üst paragrafta yazdıklarım biraz dünyaya bakan etkinliklerdi. Oysa “hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol” hadis-i şerifine uygun olarak ahiretimiz için de çalışmalıyız. Hep iş-güç bahanesi ile öteleyip terk ettiğimiz namaz tesbihatlarımızı daha bir huşu içinde yapmak ve bunu adet haline getirmek ne kadar güzel olur? Hadis-i şeriflerle belirli vakitlerde okunması tavsiye edilen surelerin okunması, bizi Yaradanımıza yaklaştıracak bilumum ibadet ve kulluk vazifelerimizi herhangi bir dünyevi baskının altında olmaksızın yerine getirmek ne kadar doğru bir davranış olur? İmanımızı ziyadeleştirecek eserleri, günde 2-3 tane de olsa hadis-i şeriflerden okumak da eklenebilir. Bu faaliyetlerin aile fertleri ile birlikte yapılması, hem onların da alışkanlık kazanmasına hem de bir ev içi etkinlik olarak onlarla vakit geçirmeye güzel bir vesile olacaktır.

Bunlara göre herkes kıyasen farklı faaliyetleri gerçekleştirip bu faaliyetlerini salgın sonrası günlerde de sürdürmeye çalışabilir.

Önümüzdeki yazılarda daha çok dış aleme bakan konulara dair de yazmayı umuyorum. Ya nasib...

31 Mart 2020

Ders alıyor muyuz?

Zorunlu tatil beni tekrar bloga yönlendirdi galiba. Buraya göre bir miktar yeni sayılabilecek sair sosyal medya mecralarını kullanmayı pek sevmiyor olmamın yanında geçmişe bir köprü kuruyor olması da belki beni buraya çekiyor.

Her neyse, konuya geçelim.

Son yazdığım "aklımıza sahip olalım"  başlıklı postumdan devam edecek olursak, konu aslında sadece akla sahip çıkmakla, evhamlarımıza yenik düşmeme meselesi değil. Zira daha önemlisi yaşanan her hadiseden bir ders çıkarabilecek miyiz, yoksa "o dersi başkaları çıkarsın, bize ne" mi diyeceğiz? Dindar kesimin sürekli, "artık dizginlenemeyen bir azgınlığın neticesinde Allah'ın bizlere verdiği bir ders bu" minvalindeki beyanları elbette doğruluk payı içeriyordur. Ancak bu tespiti yapmakla yetineceksek vay halimize. Her ferdin dersin aslında kendisine verildiğini, bir başka ifade ile musibetin aslında kendisine geldiğini düşünüp ona göre bir çizgiye girmesi gerekeceğini aklımızdan çıkarmayalım. 

Eğer cuma namazının saatini icabet saati olarak görmeye devam edemiyorsak, o saati sanki cuma namazı eda ediyormuşçasına ibadetle geçiremiyorsak dersi aldığımızı söyleyemeyiz. Vakit namazlarında minarelerden okunan ezanları işittiğimizde cemaatsiz kalan camiler için yüreğimiz sızlamıyorsa ders aldığımızı söylemek zor. "Ey Allah'ım, senin çağrına hakkıyla cevap veremedim, beni affet" diye kalbimiz sızlamıyorsa gecenin bir vaktinde, ders aldığımızı söylemek kolay olmasa gerek.


"Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin." (Ali İmran)

30 Mart 2020

Aklımıza sahip olalım

İnsanoğlu genellikle karşılaştığı her durumda önce olumsuz tarafa bakma yanlısıdır. Yaradılışımızda bize verilen bazı duygular, hislerdir belki bizi bu şekilde yönlendiren.

Örneğin bu salgın (kovid-19/koronavirüs) günlerinde nezle olsa, korona virüsü mü kaptım diye düşünür insan. Çünkü insandaki korku damarı devreye girer. Girmesi gerek çünkü insanın hayatını koruması lazım. Allah bu hissi bize hayatımızı korumamız için vermiş.

Elbette her his ve duyguyu da dengeli kullanmamız gerekiyor. Aksi taktirde akıldan uzaklaşma ve bu defa da delirtme noktasına gidebiliriz.

Alışkanlıklarımızdan mecburen uzaklaştığımız şu günlerde aklımıza sahip çıkmak konusunda daha dikkatli olmalıyız. Tedbir bizden taktir Allah'tan deyip evhamlarımıza geçit vermeyelim.

23 Ocak 2019

Değişime direnmek

Son zamanlardaki teknolojik değişimin hızına yetişmek gittikçe daha zor olmaya başlıyor. Ben kendimi teknolojiyi seven ve ona aşina biri olarak tanımlarım mesela ama artık çoğu gelişmeden koptuğumu hissettiğim oluyor.

Bununla beraber insanoğlunun yeniye karşı hep bir direnci var sanki, sürekli eski halin kalmasını isteyen ve eski hale özlem duyan bir kesim de var. Eskiye özlemi elbette ben de yaşıyorum ve bu çok tabii bir hal ama aşağıda vereceğim örneklerdeki gibi bir özlemi anlamakta zorlanıyorum açıkçası.

Sosyal medya üzerinden takip ettiğim gruplardan biri eski İstanbul fotoğrafları paylaşıyor, bir diğeri de meslektaşlarımın kurduğu ve hukuki meselelerle birlikte mesleki sorunların tartışıldığı bir grup. Paylaşılan her eski İstanbul fotoğrafının altına "ah burası eskiden ne kadar güzelmiş, ah eski hanımların şıklığı, zarafeti" ve benzeri bir çok yorum okuyorum. Oysa fotoğraftaki yer günümüzde çok daha güzel olabiliyor bazen ama olsun, illa o yorum yazılacak birileri tarafından. Ya da şimdilerde de çok zarif ve şık hanımefendiler yok mu caddelerde, sokaklarda? Ama illa birileri eski hanımların zarafetine ilişkin, şimdikileri eleştiren bir yorum yapacak.

Diğer hukuk grubundaki de farklı değil. Bilenler biliyor, 1 Ocak 2019'dan itibaren bizlere (avukatlara) e-tebligat zorunlu oldu. Dolayısıyla ilgili merciler bir çalışma yaptı ve yerimizden bile kıpırdamadan bir kaç tuşa basarak bu durumu aktifleştirdik. Gelin görün ki meslektaşlarımız, "e-tebligat aslında zorunlu değilmiş, PTT açıklama yapmış, fiziki dağıtıma devam edecekmiş, keşke almasaydık e-tebligat adresimizi, boşuna aldık" vs. vs. şeklinde yorumlar yapıyor. Anlamıyorum, acaba bazılarımız çocukluğumuzda öğretilen "bak postacı geliyor" şarkısının bilinç altımıza yerleştirdiği bir duygunun sonucu mu e-tebligata karşı çıkıyor? Kim bilir?

E-tebligatla ilgili sürekli tartışılan bir başka konu ise, e-tebligat yolu ile gelen tebliğin ne zaman tebliğ edilmiş olacağı. 5 gün sonra mı, okunduğu anda mı, iletildiğinde mi? Mevzuat 5 gün sonra diyor ama ben açıkçası meslektaşlarımın bile bu kadar kafası karışıkken kanun uygulayıcılarının da bizden farklı olmadığını dikkate alarak tebliğin bana iletildiği günü tebliğ tarihi olarak kaydediyorum. Kaybettiğimi bir şey mi var, bu kadar tartışmaya bile gerek yok diye düşünüyorum.

Bu yılın ilk postuna da heybeden bunlar çıktı.

5 Ekim 2018

Teknofest

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen (20-23 Eylül) Teknofest İstanbul'a Pazar sabah erkenden gitmemize rağmen çok kalabalıktı. Gittiğime kesinlikle pişman olmadım ama gitmesem pişman olur muydum emin değilim. Biraz açık hava ve güneşin etkisi ve üzerine bir miktar kalabalık beni rahatsız etti sanırım.

Bu vesile ile 1-2 gözlemimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle festival alanının İstanbul Yeni Havalimanı olarak belirlenmesi bence iyi olmuştu, zira insanlar açılışına kısa bir süre kala nasıl bir yatırım yapıldığını kendi gözleri ile görmüş oldu. Gerçekten devasa bir alan ve devasa bir yatırım gerçekleşmiş. Açılışa yaklaşık 35 gün gibi bir süre vardı ama eksikler çoktu. Bununla birlikte tüm o eksikliklerin çok rahatlıkla giderileceğine eminim açıkçası. Çünkü bazı proje uygulamalarına gözlerimle şahit oldum ve bitirilemez denilen ne varsa gününde bitti. 

İkinci olarak, özellikle 15 Temmuz sonrası tamir edilmeye çalışılan asker-halk bütünleşmesi bakımından da önemliydi festival. Omuzlarındaki apoletleri ile halka, önünde bulunduğu uçak ya da helikopter ve sair mühimmat hakkında bilgi veren, aslında halkla bütünleşmeyi bekleyen ve özleyen bir askerin varlığını görmek güzeldi. Zira ne yazık ki çok uzun yıllardır halktan uzak ve sadece kendi içlerinde bir sosyal yaşam kurmuş bir yapıdaydı askeriye. 

Son olarak, festival milli duyguların beslenmesi bakımından da fevakaladeydi. Askerlerimiz için çok sıradan da olsa oradaki birçok gösteri vatandaşlar için son derece gurur vericiydi. Eğer festival gelenekselleştirilecekse gelecek yıl nerede organize edileceğini merak ediyorum doğrusu. 

18 Temmuz 2018

Twitterı neden kullanmıyorum?

Twitterda neden aktif olmadığım soruluyor bazen. Evet, twitter hesabımı yaklaşık 10 yıl önce açmış ve bir dönem çok aktif kullanmıştım. Şimdi aktif kullanmamamın nedeni twitterın insanı değişik bir psikolojiye sokması ve bu psikolojiden kaynaklı olarak yeni bir sosyoloji doğurması diyebilirim.

Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayının yeni açıldığı zamanlarda adliyenin kullanımına ilişkin faydası olur düşüncesi ile küçük bir eleştiri yazmıştım twitterda. Sonra bu eleştirimi "nasıl bir faydası olur, nasıl bir zararı olur" diye kendi terazimde tarttım. Düşündüm ve böyle onlarca, hatta yüzlerce eleştiri yazsam bunun ancak bir ya da iki tanesi dikkate alınacaktı, belki hiçbiri dikkate alınmayacaktı. Oysa yazdığım eleştiriler onlarca insan tarafından okunacak ve o insanların olumsuzluk dürtülerini besleyecekti.

Tersinden düşündüm. Yani eleştiri yerine acaba pozitifi, güzellikleri yazsam ne olurdu?  Bunun da ne yazık ki alıcısı yoktu. Çünkü insanlarda genel kanaat sosyal medya (iktidara değil, her şeye) muhalefet aracı olarak görülüyor.

Nihayet bir dönem sonra twitterı aktif kullanmayı bıraktım.

Ara sıra giriyorum, kim ne yazıyor bakıyorum. Bir meslektaşım davasının ne kadar uzadığını yazmış, bir başkası kendi içinde bulunduğu yapıyı/meşrebi eleştiriyor, öbürü karşı cenahı eleştiriyor. Mesela, meslektaşımı düşünüyorum, davasının uzayıp uzamaması twiti okuyanlardan kaç kişiyi ilgilendiriyor? Bunu bir yetkili okuduğunda özel olarak o davayı ya da sair tüm davaların hızlanmasını sağlayacak bir girişimde bulunacak mı? Peki bu twit ne işe yaradı? Okuyanda "hukuk sistemimiz böyle işte, düzelmez bu işler" şeklinde bir umutsuzluk doğurmuyor mu?

Başka görüşler de ileri sürülecektir eminim. Fakat gerçekten bu tür twitlerin paylaşımı yeni bir sosyolojik durum oluşturmuyor mu?

Kanaatim şu, bir şeyler öğretebiliyorsanız paylaşın, bir şeyler öğrendiğiniz kişileri takip edin. Gerisi laf-ı güzaf.