30 Kasım 2006

Budur İşte!

Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim eza ve cefalar ve maruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helal olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkum etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helal ettim.

Said Nursi - Emirdağ Lahikası

28 Kasım 2006

'Gül' Şehri Isparta

Isparta akla gülü getirir. Gül kenti olduğu kadar halı kentidir aynı zamanda, halısı kadar siyasetçisi de meşhurdur Isparta'nın.

Şehrin merkezinde tanıdık bir sima ile karşılaştım.

Hemen her Anadolu şehrinde olduğu gibi Isparta'nın da gerçek kimliğini sergileyen tarihi Ulu Camisi de şehrin merkezinde ben buradayım diyor.

Isparta'nın tarihi evlerini de görüntülemeden edemedim. Belediye bu evlere bakım yaptırmış. İstanbul'da da böyle bir proje gerekli.

Bu fotoğrafı çektiğim noktadan, fotoğrafını çektiğim ev yıllarca gözetlenmiş. Tarihi evleri gezerken arkadaşımın gösterdiği bu ev Said Nursi'nin yıllarca ikamet ettiği evi imiş. Tabi bu ev de sonradan restore edilmiş.

Isparta'ya kadar gidip de tarihi 1830'lara dayanan Hacıbelioğlu'nda Isparta Kebabı yememezlik edemezdim. Kuzunun kaburga kısmından yapılan Isparta Kebabı taş fırında 3 saat pişirilerek elde ediliyor. 1 saatlik de dinlenmeyi eklersek toplam 4 saatlik bir emeğin neticesinde ortaya çıkan lezzetin nasıl olabileceğini tahmin etmek güç değil.

Ve Eğirdir gölüne yükseklerden bir bakış... Eskiden ada iken şimdilerde kara ile bağlantısı kurulmuş olan ortadaki uzantıda, günün akşamında güzel bir balık yedik. Tavsiye edilir.

27 Kasım 2006

Göle Yeni Maya

Geçtiğimiz günlerde aylar önce Yozlaşan Dindarlık başlığı ile blogda yayınladığım yazı ile benzer konuyu işleyen bir yazı okuyunca konuyu (ve yazıyı) paylaşmak istedim. Biliyorum, başörtülülerin çoğu başörtüsü meselesi ile erkeklerin ilgilenmesinden pek memnun olmuyorlar. Biraz da popüler bir konu olmasından dolayı ben de bu konuya değinip değinmemekte hep tereddüt geçirsem de bu durum ne yazık ki başörtüsü konusunu görmezlikten gelmeye yetmiyor.

Öncelikle kendi kanaatimi belirtmeliyim ki; başörtüsü bir simgedir. Bunu başörtülüler ya da başörtüsüne karşı olanlar, kabul etsinler ya da etmesinler; başörtüsü simgedir. Ancak bence siyasal bir simge değildir. Siyasal İslam’ın simgesi olarak algılamak olayı basite indirgemekten başka bir şey olamaz. Fakat İslam’ın simgesidir. Elbette tek simgesi değildir ama simgelerinden biridir. Minare gibi, ezan gibi... Tesettüre giren her kim ise tesettürün hakkını yerine getirmek, yani simgelediği şey olan İslam’ın gereklerine herkesten daha fazla uymak zorundadır. Hiçbir tesettürlünün "benimle tesettürsüz arasında ne fark var?" demeye hakkı yoktur.

Bu kanaatimi paylaştıktan sonra Fatma K. Barbarasoğlu'nun şu parağrafına bir bakalım;
"Seksenlerin başında çarşaf mı abaye mi pardesü mü tartışmaları yapan Türkiye, önümüzdeki yıllarda başı örtülü ama vücud dili olarak varlığını aşırı imleyen türbanlı kadınlar ile, saçları açık ama vücud dilini daha parantez içi kullanan kadınların, hangisinin daha tesettüre uygun olduğunu tartışacak."
Fatma K. Barbarasoğlu yazısında başka neler yazmış; bakalım.

22 Kasım 2006

Sarıyer'de Bir Gün

Boğaza özel bir ilgim var. Seviyorum. Kıyı boyunca yürümeyi, martı seslerinin eşliğinde usul usul akan dev gemileri izlemeyi, balıkçıları seyretmeyi... Hepsinin ayrı bir güzelliği var. Ruhu hafifletiyor adeta.

Sarıyer adliyesine kadar gidip başka bir proğramımın da olmamasını fırsat bilerek akşama kadar yukarıda saydıklarımı yaptım. Sadece sahilini değil, sırtlarını da gezdim Sarıyer'in.


Bu güzel sokak Sarıyer'in içlerine doğru ilerlediğimde karşıma çıktı. Dakikalarca izledim sokağı. Çok hoşuma gitti, evler, evlerin önünde alelade kutulara ekilmiş çiçekler... her şey çok güzeldi. Bu sokak bir tepeye çıkardı beni.


Tepeden boğazı görünce güzellik tamamlandı.


Sarıyer sahilinde yürürken bir deniz anası dikkatimi çekti. Kıyıdan bir türlü uzaklaşamıyordu. Sonu ne oldu bilmiyorum. Yüksekte olmasaydım ona engel olan taşları ve çöpleri uzaklaştırmak isterdim.

Sonradan benim böyle bir proğram yaptığımı öğrenen bir yakınım da eşlik etti bana ve birlikte Sarıyer'in merkezine kadar gittik.


Akşam vaktinin hareketliliği. Ve acıkmış olmak... Bu kedi de bizim gibi acıkmış olmalıydı.

Biz de Tarihi Sarıyer Börekçisinin tarihi binasına yöneldik. Sarıyer böreği diye yediğim çok börek olduysa da Sarıyer'de "ismini tescillemiş" gerçek Tarihi Sarıyer Börekçisinde ilk defa yediğim böreği ne yazık ki beğenmedik. O isimle böyle bir böreği bir arada görmek hiç hoş değildi doğrusu. Sıradan bir börekçinin bile böreği o börekçinin böreğinden daha iyidir diyeyim de durum en açık hali ile anlaşılsın.

Sonuç; güzel bir Sarıyer turu için bir öğleden sonra gerekiyormuş. Bir de akşam eve dönüş için, fazla değil; 2 saate ihtiyacınız varmış. Börek ve trafiğe rağmen her şey güzeldi.

Gidiyorum

Ben gidiyorum, güneş gidiyor.
Ben gidiyorum, ay gidiyor.
Ben gidiyorum, yıldızlar gidiyor.
Ben gidiyorum, dünya gidiyor.
Ben gidiyorum, bulutlar gidiyor.
Ben gidiyorum, zaman gidiyor.
Ben gidiyorum, gece gidiyor, gündüz gidiyor.
Ben gidiyorum, herşey gidiyor.

Durun artık, hepiniz arkamda kalın; yalnız gitmek istiyorum!