25 Eylül 2006

Beş Dakikada Beşiktaş! DEĞİL; İki Saatte Bursa

Ramazan ayının ilk gününü Bursa'da geçirmek üzere Cumartesi akşamı yola çıktım. İDO'nun hızlı feribotları ile 1 saatte Yalova ve Yalova'dan da 1 saatte Bursa'ya ulaşmak Bursa'yı sanki İstanbul'un bir parçası yapmış.

Yenikapı iskelesine yanaşmış bir feribot.

Bursa denilince akla ilk Ulu Camii geliyor. Bursa Ulu Camii denilince de cami içindeki bu havuz geliyor akla.

Bursa Ulu Camii'nin bir başka özelliği de adeta bir hat müzesi oluşudur. Çok sayıda hat sanatını bir arada görmek mümkün bu camide.

Ramazan'ın ilk günü... Ulu camii'ni öğle namazında dolduran cemaat namazdan sonra Kur'an ayına yakışır bir şekilde tilavete başlıyor.

Koza Han. İpekçilerin çarşısı. Pazar olması münasebeti ile kapalı idi. Hemen camiye yakın bir yerde. Az ötesinde de Orhan Gazi Camii var.

Ve teravih...

Çınar ağacı Osmanlı'nın sembollerinden... Minare de İslam'ın sembollerinden... Ve Bursa adeta çınar ağaçlarının merkezi.

Ulu Cami'yi uzaktan çekebilmek pek mümkün değil. Etrafında geniş bir avlusu yok. Her tarafta yapılar var. Dolayısı ile uzaktan izleyebilmek ancak binaların üst katlarına çıkabilmekle mümkün oluyor. Bu da benim için pek mümkün olmadığından ancak bu kadarlık bir poz yakalayabildim.

22 Eylül 2006

Osmanlı Hanedanı

Haşmet Babaoğlu'nun bugünkü yazısını paylaşmak istedim;

Osmanlı değil, magazin hanedanı!
Demek ki neymiş!

Osmanlı hanedanı da artık “buralı”, Osmanlı, Türk, İstanbullu falan olmaktan çok “hanedan”mış!..

Lafı dolandırmaya, uzun uzadıya düşünmelere kalkmaya gerek yok, dün gazetelerimizde yer alan Son Osmanlılarıın fotoğrafları yeterince çok şey anlatıyordu.

Doğrusu ben fotoğraflara bakarken bir ayrım çizgisi koymakta zorlandım: Kim bunlar? Burası neresi?

Monaco Prensliği mi, Osmanlı torunları mı? Belçika kraliyet ailesi mi, yoksa Habsburgların son temsilcileri mi?

TRT tarafından yapılan “Osmanoğlu’nun Sürgünü” adlı belgeselin tanıtım gecesinde 80 yıldan sonra ilk kez bu kadar kalabalık bir şekilde buluşan hanedan mensupları çok modern, çok Batılı ve gayet aristokratik görüntüler sergilemiş. Bu belli!

Ama bu görüntülerde “biz”e dair bir şey var mı?

Hele o bütün sevimliliklerine karşın belli ki poz vermekten fena halde sıkılıp somurtmuş aryan sarı saçlı, royal kravatlı küçük şehzadelere ne demeli? Bize İsveç prenslerinden daha tanıdık, daha “yakın” bir görüntü sunduklarını söyleyebilir miyiz?

Bu çocukların kan bağları bulunan uzak dedeleriyle; mesela sultan Abdülhamit veya Abdülmecit’le (onların alabildiğine “yerli”, Müslüman ve Osmanlı ruhuyla) gerçekten bir bağları kalmış mıdır sizce?

21 Eylül 2006

Ramazan

Ramazan ayı geliyor. Son senelerdeki bir hastalığımızı zikretmeden edemedim. Ramazan daha çok tüketilen ay değil, muhtaçların daha çok hatırlandığı bir ay olmalı. Hurmayı Ramazan'dan Ramazan'a hatırlayan alış veriş merkezlerimiz bu meyveyi adeta gözümüzün içine sokarken öbür taraftan da 11 ay boyunca kıpkızıl olan ama nedense bu bir ay boyunca yeşil oluveren gazlı içeceği de hurmaların yanıbaşına koyuveriyor. Adeta geleneğimizin bir parçası oldu bu gazlı içecek ve ne yazık ki buna biz müsade ediyoruz.

Artık fakirleri sofralarımıza davet etme geleneği de kalktı, yerine zenginleri lüks restoranlarda veya yıldızlı otellerde yemeğe davet etme geleneği başladı.

Böyle küçük bir hatırlatmayı vesile ederek, bu mübarek ayın herkes için hayırlar getirmesini diliyorum.