21 Mayıs 2006

Güzide İnsanımızın Piknik Sefası

Burası İstanbul;


Bir tarafta çocuklar oynarken bir taraftan da çimlerin üzerinde mangalını yakıp ortalığı dumana boğan .....!

Kocaman kamyonu ile koca bir şeridi kapatıp parketmiş, piknik yaptığını düşünen "bir yığın" insan!

Burada yazın her pazar mutlaka kaza olur, çünkü bizim güzide insanımız pikniğini yaparken arabasının da yanıbaşında olmasını istediğinden yakınlardaki geniş alanlara parketmezler araçlarını ve yolları daraltırlar.

Hayat Bir İmtihan

Uzun bir aradan sonra Beyazıt kampusu…

Her noktasında ayrı bir hatıramın olduğu bu bölgede olmak bana her zaman ayrı bir haz veriyor.

Ve yine uzun bir aradan sonra sınav heyecanı yaşamak… Doğrusu heyecan da var mıydı, pek kestiremiyorum. Neticede bir sınav havası vardı ama… Elimde kurşun kalemimle, cebimde sınav giriş kağıdımla da olsa…

Sonra… Yine uzun zamandır rastlamadığım o görüntü… Keşke hiç görmeseydim dediğim… Önümden geçen başı kapalı 3 bayanın başlarını açarak sınava girmeleri…

Bugün LES’e girdim.

Sınav öncesi hayatımın bir bölümü film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Düşündüm; üniversiteye yeni girseydim, neler yapardım? Kafamdan bir anda geçenler;

• Şüphesiz yine Hukuk okurdum.

• Üniversiteyi zamanında bitirebilmek için gayret ederdim. 2 yılımın heba olduğunu düşündüm.

• Çok kişinin heyecanla beklediği yaz mevsimlerinde eve kapanıp bütünleme sınavlarına çalıştığım aklıma geldi. Tatili bu şekilde geçirmek sıkıcıydı. Şimdi olsa daha çok çalışır, bütünlemeye kalmaz ve hayalini kurduğum yerleri gezerdim.

• Hukuk fakültesinde devam mecburiyeti yoktu. O kadar çok vaktimiz oluyordu ki aslında… Dil öğrenmek için tam zamanı idi. Halen geçmiş değil ama eminim o dönem daha rahat olurdu.

• 20’li yaşlarımın sonunda geçirdiğim talihsiz bir dönemi yaşamamak için daha düzenli bir hayat yaşardım (Elbet kader). Spor yapardım, beslenmeme dikkat ederdim.

Evet, bizim literatürümüzde “keşke”nin yeri elbette yoktur ama bu, geçmişten ders alınmak için dile getirlmiş bir keşkeler listesidir.

18 Mayıs 2006

Tezgah



Bu tezgah tam 97 yıldır tıkır tıkır çalışıyor. İsteyenlere satılabilir.

15 Mayıs 2006

Türkçe

Bir arkadaşım "bagaj" kelimesini "bağaj" olarak telaffuz etmeme güler. Bu nerden aklıma geldi? Bir blogda yazım hataları üzerine yazılan yorumlardan birinde "paragraf" kelimesinin "parağraf" olarak kullanılmış olması konu edinilmişti. Birbirine benzeyen bu iki durum karşısında Türk dili kullanıcılarına bir katkım olur düşüncesi ile kısa bir izah yapmayı uygun gördüm. Bunu burada konu edinmiş olmamdan ötürü özellikle bahsi geçen blogcu arkadaşın blogunda anonim olarak yazan yorumcunun benim olduğumu düşünebileceğinden, peşinen söylemeliyim ki, o yorumcu ile herhangi bir bağım yoktur. Ancak "paragraf" kelimesini yazarken olmasa da telaffuz ederken ben de "parağraf" olarak kullanırım, aynen "bağaj"da olduğu gibi.

Bilindiği üzere Türkçe latin harfleri ile yazılmadan önce arap alfabesi ile yazılıyordu. Yukarıda örneğini verdiğim ve daha bir çok buna benzer başka kelimelerde arapçadaki 'ق' harfine tekabul eden latin harfindeki 'g' harfi osmanlıcada 'غ' harfi ile karşılığını bulmuştur. Bu harfin telaffuzu da şimdiki yumuşak g'ye yani 'ğ' harfine benzer. Dolayısı ile "paragraf" ve "bagaj" kelimeleri Osmanlıcada "parağraf" ve "bağaj" olarak yazılmakta ve kullanılmakta idi. Zaten Türk Dil Kurumu da kelimeleri bu şekilde arayanları "..... yerine aşağıdakilerden birini bulmak istediyseniz tıklayınız" şeklinde yönlendiriyor. Oysa kelime tamamen yanlışsa böyle bir şeye gerek duymuyor.

Varmak istediğim nokta şu; özellikle yabancı dillerden Türkçemize girmiş bulunan bazı kelimelerin Türkçede kullanılış biçimleri yukarıda izah etmeye çalıştığım sebepler gibi çeşitli nedenlerden ötürü değişim gösterebiliyor. Doğru olan "bagaj" "paragraf" olsa dahi kelimenin diğer türlü kullanılması halinde yanlış kullanılmış olduğu kannatinde değilim.

Yeri gelmişken ifade etmeliyim ki, bu blogda yazılan her yazının yazım kurallarına uygun olması için elden gelen gayret gösterilmekle birlikte, hata halinde bu hataların tarafıma elektronik posta aracılığı ile iletilmesinden memnuniyet duyarım.

12 Mayıs 2006

Rızk

Gençliğinin baharında ailesinin bir kısmını köylerinde bırakıp bir kısmı ile dinini daha iyi yaşayabileceği diyarlara hicret etmişti. Gittiği yerde ilim tahsiline başladı. Zaten bir amacı da buydu. Bir cami odasında kalmaya başladı. Günün birinde cebinde 5 parası kalmıştı. Şeytan her anında bunu hatırlatıyordu kendine. Namazda, ibadetinde ve dersinde... Akşam namazını kılarken şeytan yine yakaladı kendini. Namazını tamamladı ve şeytana lanet okuyarak camiden çıkıp kapıdaki dilenciye verdi, kalan o son 5 parasını da. Derin bir oh çekti, hafiflemiş ve şeytanın tuzağına düşmekten kurtulmuştu.

Az sonra kaldığı odanın kapısı çaldı. Alaca karanlıkta yüzü seçilmeyen birinin bir kap yemek getirdiğini gördü. Allah yaptığına bedel akşam rızkını göndermişti kendisine. Şükretti ve geceyi ihya ederek geçirdi.Sabah kalktığında, bu defa kapısında evin zaruri tüm ihtiyaçları için ne gerekiyorsa her şeyin kapısına bir sepet içerisinde bırakılmış olduğunu gördü.(Yaşanmış bir hikaye)

"...Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenâb-ı Haktır. O hem Rahîm, hem Kerîmdir. Onun rahmetini itham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir surette, gayr-ı meşru bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesâtını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir! ..."