12 Mayıs 2006

Rızk

Gençliğinin baharında ailesinin bir kısmını köylerinde bırakıp bir kısmı ile dinini daha iyi yaşayabileceği diyarlara hicret etmişti. Gittiği yerde ilim tahsiline başladı. Zaten bir amacı da buydu. Bir cami odasında kalmaya başladı. Günün birinde cebinde 5 parası kalmıştı. Şeytan her anında bunu hatırlatıyordu kendine. Namazda, ibadetinde ve dersinde... Akşam namazını kılarken şeytan yine yakaladı kendini. Namazını tamamladı ve şeytana lanet okuyarak camiden çıkıp kapıdaki dilenciye verdi, kalan o son 5 parasını da. Derin bir oh çekti, hafiflemiş ve şeytanın tuzağına düşmekten kurtulmuştu.

Az sonra kaldığı odanın kapısı çaldı. Alaca karanlıkta yüzü seçilmeyen birinin bir kap yemek getirdiğini gördü. Allah yaptığına bedel akşam rızkını göndermişti kendisine. Şükretti ve geceyi ihya ederek geçirdi.Sabah kalktığında, bu defa kapısında evin zaruri tüm ihtiyaçları için ne gerekiyorsa her şeyin kapısına bir sepet içerisinde bırakılmış olduğunu gördü.(Yaşanmış bir hikaye)

"...Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenâb-ı Haktır. O hem Rahîm, hem Kerîmdir. Onun rahmetini itham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir surette, gayr-ı meşru bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesâtını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir! ..."

10 Mayıs 2006

Blogculuk

Blogcular üzerine hazırladığım anketin neticesinde 2 kişi neti sevdiğinden dolayı, 6 kişi öğrenmek ve öğretmek kastıyla, 3 kişi içini dökmek için, 4 kişi paylaşmak, 1 kişi vakit geçirmek için blogcu olduğunu, 3 kişi ise amacının başka olduğunu söylemiş. Doğrusu amacının başka olduğunu işaretleyenlerin amaçlarının ne olduğunu merak ettim. Umarım onlar amaçlarını anonim olarak da olsa burada yazarlar.

Önceki yayınlarımdan birinde bir yorumcu arkadaşımız “yalnızlık= net= sanal arkadaşlıklar=mutluluk=kapatılan siteler, bloglar= yalnızlık” şeklinde bir
yorum yazmıştı. Benim kendi kanaatim de blogcuların çoğunluğunda yalnızlık hissinin ağır bastığı yönündeydi. Bu anketi hazırlarken “içimi dökmek için” seçeneğinin çoğunlukta olacağını sanıyordum. Bu kanaate varmamdaki neden, hemen her blogda mutluluğun sırrı, yalnızlık gibi konuların mutlaka işlenmiş olduğunu görmek oldu. Fakat amatörce de olsa hazırladığım anketin neticesinden durumun hiç de benim düşündüğüm gibi olmadığı, katılımcıların büyük çoğunluğunun öğrenmek, öğretmek ve paylaşmak için blogcu olduklarını gördüm.

Ben neden blogcuyum peki? Bunu daha önce
Blog başlıklı yazımda bahsetmiştim.

Yalnızlıktan bu kadar bahsetmişken Atilla İlhan’ın Ayrılık Sevdaya Dahil adlı şiirinden de bir parçayı ekleyelim;

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize

yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

7 Mayıs 2006

Lise Yıllarım (3)

Uzun ve yorucu bir yorgunluğun ardından ve işte İstanbul… Bu şehir, otogarı kadar karışıksa diye kara kara düşünüyor Adil. Bu ara anadan babadan memleketten de ayrılmanın verdiği burukluğu da daha şimdiden yaşıyor. Halbuki memleketinde askere giden gençler ayrılırdı anadan, babadan. Kendisi de üniversiteye giderken ayrılmayacak mıydı öyle söz vermemiş miydi sevgili babasına? Bu burukluklarla Sultançiftliği’nde oturan teyzesinin yanına gitmek için yola koyuldu. Teyze durumdan haberdar olduğundan Adil’in geleceğine hazırdı. Birkaç gün burada kaldıktan sonra Adil sebze-meyve halinde çalışan köylülerini buldu ve onların yanında çalışmaya başladı. Yaptığı iş gerçekten çok zordu. E! gecenin bir vakti kalk ve sebze, meyve yüklü kamyonu boşalt. Gerçekten zor bir işti. Ama Adil de zor şartların genci değil miydi? O yüzden de sesi çıkmıyordu bu duruma.

Bir süre sonra Adil Mersindeki küçüklük arkadaşı, büyük amcasının torunu Selman’ın İstanbul’da üniversite okuduğunu öğrenir. Çok geçmeden onunla buluşur ve dertleşir. Selman, Adil’i çocukluktan tanıdığı için onun nasıl biri olduğunu biliyordu. Onun için yapabileceklerini düşünmeye başladı ve harekete geçti bir müddet sonra sevinçli haberlerle Adil’in yanına koştu ve hemen hazırlanmasını okuma kapısının onu beklediğini bu fırsatı kaçırmamaları gerektiğini onu bir dershaneye verebileceğini söyledi. Adil şaşkınlığın içinde sevinci yaşıyordu. Evet artık içindeki o kor alevler olup yanacak ve üniversite yollarını, o karanlık yolları aydınlatacak bir ışık doğacaktı. Hemen hazırlandı ve teyze oğlu eski arkadaşı ile birlikte içinde fazla da bir şey olmayan çantasını alıp kendisi için meçhul olan okuma ışığına doğru yol almaya başladı. Hatta üniversite ve bölüm hayallerine bile başlamıştı içten içten. Sonunda yollar bitmiş ve Selman’ın bahsettiği dershaneye varılmıştı. Ama o da neydi bu duyguyu, beklediğinden başka bir şeyle karşılaşma duygusunu, daha önce tatmıştı, tam üç yıl önce. Ama yine aynı duygu, yine beklediğinden çok farklı bir yer. Selman onu üniversite hazırlık dershanesine getirmeyecek miydi?

(Devam edecek)