Şampiyonluk mücadelesinde Fenerbahçe ezeli rakibi Galatasarayı farklı bir skorla yenerek puanları eşitledi.
Görüldüki Fenerbahçe bu maça hem fizik, hem moral-motivasyon olarak sıkı hazırlanmış. Buna karşın Galatasaray'da bir rehavet ve ciddiyetsizlik hakimdi. Belki üç puan önde olmaları ve beraberliğin bile kendilerine yetiyor olması; bu rehavetin sebebiydi. Buna rağmen Galatasaray maçın hemen başlarında iki net gol pozisyonu buldu. Fenerbahçe ise maçın ilk on dakikasında tutuktu. Ama ne zamanki Appiah maçın 12.dakikasında doğru düzgün gol pozisyonu bile diyemeyeceğimiz bir anda golü buldu; İpin ucu da orada koptu. O dakikadan sonra Fenerbahçe seyircisinin de büyük desteğini arkasına alarak akıcı ve rahat bir oyun sergilemeye başladı. Galatasaray'da ise ne taktik ne de oyun anlayışı kaldı..
Gerets bu maça, teorik olarak doğru olmasına rağmen pratikte kesinlikle beceremediği bir sistemle çıktı. Gerets’in, normalde hücum futbol anlayışına sahip olmasına rağmen, bu maça beraberlik düşüncesiyle çıkması büyük bir handikaptı. Her iki kanatta Uğur ve Ferhat gibi bu maçın psikolojik havasına henüz alışkın olmamış gençlerle çıkması ayrı bir hataydı. Üstelik defansın önünde Saido'nun yanında Cihan'ı oynatması da farklı yenilgiye adeta davetiye çıkarmaktı. Oysa sayın Gerets’in elinde Iliç, Volkan, Ergun gibi tecrübeli, kaliteli oyuncular vardı. Ama maalesef bunları kullanamadı.
İkinci yarının hemen başında ise; Galatasaray takımının zaten en zayıf noktası olan orta sahada Saido'unun da (bana ve birçok otoriteye göre de) ağır bir karar olan ikinci sarı kartla oyundan atılması; kaçınılmaz sonun tamamlayıcısı oldu.
Daum ise; maça Anelkasız başlayarak doğru olanı yaptı. Geçen hafta rakibinden 5 gol yiyen Rüştüyle de oyuna başlaması ikinci doğru karardı. Ama bence yine de sahaya çıkardığı kadroya baktığımızda tek gol olsun galibiyet benim olsun anlayışına sahipti. Maç 2-0 olduğunda dahi skorun üzerine yatmak isteyen bir oyun anlayışına sahipti. Ama istediğinden fazlasını buldu.
Hülasa; aslına bakacak olursak bünyesinde hem yerli hem de yabancı yıldızları barındıran, ekonomik bir sıkıntısı olmayan, tesisleşme sorunu olmayan bu Fenerbahçe, ekonomik sorunlarla boğuşan, dolayısıyla doğru düzgün bir yıldız bile alamayan, futbolcularının parasını zar zor ödeyebilen ve hala emektar Hakan Şükür, Ergun vs. gibi oyunculara bel bağlayan bir Galatasaray karşısında, üstüne üstlük Beşiktaş ve Trabzon gibi diğer büyüklerin çeşitli nedenlerden dolayı şampiyonluk mücadelesine erkenden havlu atmış, kalitesi bir hayli düşmüş bu tatsız ve tuzsuz ligde; bundan haftalarca evvel şampiyonluğunu ilan etmeli, en yakın rakibine en az on puan fark atmalıydı.
Her iki rakibinde kalan üç maçı; şampiyonluğu belirlemesi açısından, büyük önem arz ediyor. Fikstüre baktığımızda Fenerbahçe’nin maçları rakibine oranla nisbeten biraz daha zor. Düğüm son maça kadar devam edecek gibi. Şanslar ise yüzde elli eli eşit..
Görüldüki Fenerbahçe bu maça hem fizik, hem moral-motivasyon olarak sıkı hazırlanmış. Buna karşın Galatasaray'da bir rehavet ve ciddiyetsizlik hakimdi. Belki üç puan önde olmaları ve beraberliğin bile kendilerine yetiyor olması; bu rehavetin sebebiydi. Buna rağmen Galatasaray maçın hemen başlarında iki net gol pozisyonu buldu. Fenerbahçe ise maçın ilk on dakikasında tutuktu. Ama ne zamanki Appiah maçın 12.dakikasında doğru düzgün gol pozisyonu bile diyemeyeceğimiz bir anda golü buldu; İpin ucu da orada koptu. O dakikadan sonra Fenerbahçe seyircisinin de büyük desteğini arkasına alarak akıcı ve rahat bir oyun sergilemeye başladı. Galatasaray'da ise ne taktik ne de oyun anlayışı kaldı..
Gerets bu maça, teorik olarak doğru olmasına rağmen pratikte kesinlikle beceremediği bir sistemle çıktı. Gerets’in, normalde hücum futbol anlayışına sahip olmasına rağmen, bu maça beraberlik düşüncesiyle çıkması büyük bir handikaptı. Her iki kanatta Uğur ve Ferhat gibi bu maçın psikolojik havasına henüz alışkın olmamış gençlerle çıkması ayrı bir hataydı. Üstelik defansın önünde Saido'nun yanında Cihan'ı oynatması da farklı yenilgiye adeta davetiye çıkarmaktı. Oysa sayın Gerets’in elinde Iliç, Volkan, Ergun gibi tecrübeli, kaliteli oyuncular vardı. Ama maalesef bunları kullanamadı.
İkinci yarının hemen başında ise; Galatasaray takımının zaten en zayıf noktası olan orta sahada Saido'unun da (bana ve birçok otoriteye göre de) ağır bir karar olan ikinci sarı kartla oyundan atılması; kaçınılmaz sonun tamamlayıcısı oldu.
Daum ise; maça Anelkasız başlayarak doğru olanı yaptı. Geçen hafta rakibinden 5 gol yiyen Rüştüyle de oyuna başlaması ikinci doğru karardı. Ama bence yine de sahaya çıkardığı kadroya baktığımızda tek gol olsun galibiyet benim olsun anlayışına sahipti. Maç 2-0 olduğunda dahi skorun üzerine yatmak isteyen bir oyun anlayışına sahipti. Ama istediğinden fazlasını buldu.
Hülasa; aslına bakacak olursak bünyesinde hem yerli hem de yabancı yıldızları barındıran, ekonomik bir sıkıntısı olmayan, tesisleşme sorunu olmayan bu Fenerbahçe, ekonomik sorunlarla boğuşan, dolayısıyla doğru düzgün bir yıldız bile alamayan, futbolcularının parasını zar zor ödeyebilen ve hala emektar Hakan Şükür, Ergun vs. gibi oyunculara bel bağlayan bir Galatasaray karşısında, üstüne üstlük Beşiktaş ve Trabzon gibi diğer büyüklerin çeşitli nedenlerden dolayı şampiyonluk mücadelesine erkenden havlu atmış, kalitesi bir hayli düşmüş bu tatsız ve tuzsuz ligde; bundan haftalarca evvel şampiyonluğunu ilan etmeli, en yakın rakibine en az on puan fark atmalıydı.
Her iki rakibinde kalan üç maçı; şampiyonluğu belirlemesi açısından, büyük önem arz ediyor. Fikstüre baktığımızda Fenerbahçe’nin maçları rakibine oranla nisbeten biraz daha zor. Düğüm son maça kadar devam edecek gibi. Şanslar ise yüzde elli eli eşit..