24 Nisan 2006

Derbi Maçı..

Şampiyonluk mücadelesinde Fenerbahçe ezeli rakibi Galatasarayı farklı bir skorla yenerek puanları eşitledi.

Görüldüki Fenerbahçe bu maça hem fizik, hem moral-motivasyon olarak sıkı hazırlanmış. Buna karşın Galatasaray'da bir rehavet ve ciddiyetsizlik hakimdi. Belki üç puan önde olmaları ve beraberliğin bile kendilerine yetiyor olması; bu rehavetin sebebiydi. Buna rağmen Galatasaray maçın hemen başlarında iki net gol pozisyonu buldu. Fenerbahçe ise maçın ilk on dakikasında tutuktu. Ama ne zamanki Appiah maçın 12.dakikasında doğru düzgün gol pozisyonu bile diyemeyeceğimiz bir anda golü buldu; İpin ucu da orada koptu. O dakikadan sonra Fenerbahçe seyircisinin de büyük desteğini arkasına alarak akıcı ve rahat bir oyun sergilemeye başladı. Galatasaray'da ise ne taktik ne de oyun anlayışı kaldı..

Gerets bu maça, teorik olarak doğru olmasına rağmen pratikte kesinlikle beceremediği bir sistemle çıktı. Gerets’in, normalde hücum futbol anlayışına sahip olmasına rağmen, bu maça beraberlik düşüncesiyle çıkması büyük bir handikaptı. Her iki kanatta Uğur ve Ferhat gibi bu maçın psikolojik havasına henüz alışkın olmamış gençlerle çıkması ayrı bir hataydı. Üstelik defansın önünde Saido'nun yanında Cihan'ı oynatması da farklı yenilgiye adeta davetiye çıkarmaktı. Oysa sayın Gerets’in elinde Iliç, Volkan, Ergun gibi tecrübeli, kaliteli oyuncular vardı. Ama maalesef bunları kullanamadı.

İkinci yarının hemen başında ise; Galatasaray takımının zaten en zayıf noktası olan orta sahada Saido'unun da (bana ve birçok otoriteye göre de) ağır bir karar olan ikinci sarı kartla oyundan atılması; kaçınılmaz sonun tamamlayıcısı oldu.

Daum ise; maça Anelkasız başlayarak doğru olanı yaptı. Geçen hafta rakibinden 5 gol yiyen Rüştüyle de oyuna başlaması ikinci doğru karardı. Ama bence yine de sahaya çıkardığı kadroya baktığımızda tek gol olsun galibiyet benim olsun anlayışına sahipti. Maç 2-0 olduğunda dahi skorun üzerine yatmak isteyen bir oyun anlayışına sahipti. Ama istediğinden fazlasını buldu.

Hülasa; aslına bakacak olursak bünyesinde hem yerli hem de yabancı yıldızları barındıran, ekonomik bir sıkıntısı olmayan, tesisleşme sorunu olmayan bu Fenerbahçe, ekonomik sorunlarla boğuşan, dolayısıyla doğru düzgün bir yıldız bile alamayan, futbolcularının parasını zar zor ödeyebilen ve hala emektar Hakan Şükür, Ergun vs. gibi oyunculara bel bağlayan bir Galatasaray karşısında, üstüne üstlük Beşiktaş ve Trabzon gibi diğer büyüklerin çeşitli nedenlerden dolayı şampiyonluk mücadelesine erkenden havlu atmış, kalitesi bir hayli düşmüş bu tatsız ve tuzsuz ligde; bundan haftalarca evvel şampiyonluğunu ilan etmeli, en yakın rakibine en az on puan fark atmalıydı.

Her iki rakibinde kalan üç maçı; şampiyonluğu belirlemesi açısından, büyük önem arz ediyor. Fikstüre baktığımızda Fenerbahçe’nin maçları rakibine oranla nisbeten biraz daha zor. Düğüm son maça kadar devam edecek gibi. Şanslar ise yüzde elli eli eşit..

Lise Yıllarım (2)

… yavaşça reise döner ve o anda da reisin işaretiyle namertçe, kalleşçe Adil’in sırtına gelen sopanın acısıyla hemen emanetine, can yoldaşına elini atar ve belinden çıkartır çıkartmaz seri hamlelerle etrafındakileri uzaklaştırmaya çalışır artık can pazarı başlamıştır… Artık dünya durmuş, her şey işte burada, bu hamlelerde devam eder olmuştur. Adil, can havliyle seri bir şekilde hiç durmadan bıçağını, yumruklarını, tekmelerini kullanarak etrafındakilerden kurtulmaya ve canını kurtarmaya çalışırken kendisine çok yaklaşamadıkları için bıçaklardan kurtulabilmiş ama uzaktan da sallanan sopa ve jop darbelerine maruz kalmaktan kurtulamamış bunların tesiriyle de başı ve vücudu kanlar içinde kalmıştır. Adil’in bu pervasız ve korkusuzca etrafındakileri savurması herkesin birden üzerine gelmesine mani olmaktadır ama yine de kavga son haddinde devam etmekte ve Adil artık darbelerin etkisiyle güçsüzleşmektedir ki tam bu sırada sağ ayağının aksadığını ve düşmek üzere olduğunu fark eder ve yere düşerse her şeyin biteceğini artık yere düşüşün sonu olacağını düşünür ve var gücüyle ayakta durmaya çalışır. Evet hala ayakta ve etrafındakileri savurmaktadır Adil ama dayanacak gücü de kalmamıştır. Savurdukça yenilerinin gelmelerinden artık yorulmuş ve kollarında derman kalmamıştır gelen darbelerden dolayı da her yerinde ağrılar duymaktadır ama bunları düşünecek de durumda değildir ki o anda etrafındaki herkesin kaçıştığını görür. Evet okulun çağırdığı jandarma sonunda gelmiştir. Kaçışmalarla birlikte olay yerine bakanlar gördükleri karşısında dona kalmışlardır. Her yer kan gölüne dönmüş yerde kıvranarak yatan bir sürü insanın içinde tam ortada zorla ayakta duran her tarafı kanlar içinde hatta yüzü kanlardan tanınmayan elinde bıçağını hala hazır tutan biri vardır ki o hala ayaktadır.O yıkılmamıştır. Adil hala dimdik durmaktadır.

Yerdekilerle birlikte Adil’ i hastaneye götürürler Adil pansumanlardan sonra biraz kendine gelir ki o ara hastane de tam bir kargaşa içindedir. Adil o durumdan kurtulabildiği için binlerce şükretmektedir. Ama diğerleri Adil karşısında o kadar da şanslı değildir; ikisi ağır olmak üzere altı kişi bıçaklanmıştır ki bu altısından biri ağa yeğenidir. Bu yüzden de olayın hesabını sormak isteyen çok büyük bir kalabalık hastaneyi doldurmuştur. Adil olayın henüz bitmediğini anlar ama yapacak da pek bir şeyi yoktur . Bu ara naralar atarak gelen biri vardır. Bu, Adil’ in ailesince pek sevilmeyen belalı mı belalı, bir çok kez hapishaneye girmiş olan ve kimsenin bulaşmak istemediği serseri tiplerden biri olan Adil’in dayısıdır. Herkes durum karşısında çok üzgünken dayı tam tersi işte benim yeğenim heeey! Bu, benim yeğenimdir diyerek içeri girer. Dışarıdaki kalabalığa dönerek tekrar “Adil benim öz mü öz yeğenimdir” diyerek koruduğunu gösterir ki gerçekten bundan sonra kalabalık yavaş yavaş dağılmıştır. Hastane süreci birkaç gün içinde biter eziklerle ve ufak yaralarla Adil elli kişinin arasından çıkmanın sevincini yaşamaktadır ama şunu da iyi bilir: Yaralama altı aydan başlamaktadır. Hastane süreci biter bitmesine ama hapishane ve mahkeme süreci başlar Adil’in. Bu ara anne ve babası da okuduğunu sandıkları ve ilerde hukuk fakültesine gitmek isteyen Adil’ in hukukçularla karşı karşıya olmasından yıkılmışlardır. Hayaller, ümitler, istekler, sevinçler hepsi yıkılmıştır ama bir yandan da Adil’lerini onlara bağışlayan Mevla’ya şükretmektelerdir. Mahkeme süreci başlar Adil için. Hakimin karşısına ilk çıktığında kalbi heyecandan küt küt atmaktadır. Mahkeme süreci yaklaşık iki ay sürer ve Adil’ in nefs- i müdafa yaptığı gerekçesiyle kefaretle bırakılmasına karar verilir. Babacığı da neyi var neyi yok satar ve Adilini hapisten kurtarır.

Adil hapisten kurtulur kurtulmasına da düşmanlardan nasıl kurtulur? Bir öğle civarı hapisten kimsenin haberi olmadan çıkan Adil için gece İstanbul otobüsüne bileti alınmıştır bile. Gözü yaşlı anne ve mahsun baba oğullarının kurtulmasına sevinecekken firakın elemiyle daha şimdiden elem çekerler. Anlaşılan bu ayrılık zor, bu ayrılık uzun geçecektir ama elden gelen de bir şey yoktur. Adil, gözü yaşlı anneciğinin ellerinden son kez doya doya öper ve eski çınarlardan fedakar babacığına sıkıca sarılır ve kulagına “Hakkını helal et aslan babacığım” derken artık kendi de babası da göz yaşlarına hakim olamayacaklarını anlarlar. Bu gözyaşları içinde Adil ailesiyle helalleşir ve İstanbul ‘ a hareket eden otobüse biner. Etrafa, annesine babasına son kez iyice bakar. Doya doya seyretmek ister her şeyi. Çünkü bir daha ne zaman gelebilecektir buralara bilinmez. Otobüs İstanbul’a hareket ederken Adil için de yeni bir hayatın başlangıcını oluşturmaktadır ve Adil artık büyük denize İstanbul’a gitmektedir ne yapacağını bilmeden kurtulma gayesiyle ve ümidiyle… Otobüs yavaş yavaş memleketini geride bırakırken ilk ayrılığın verdiği hüzünle Adil’ in hayatında yeni bir dönem başlamaktadır…

(Devam edecek)

21 Nisan 2006

...

90 km/s ile ilerleyen bir araçtan atıldım. Canım alınmadan, ateş içinde… Bir anda savruldum. Neye uğradığımı şaşırdım. Sonra 1 karış ötemden 4 teker üzerinde nasıl durabildiğine hayret edilecek ağırlıkta bir metal yığını yine aynı hızla yanımdan geçince ikinci savruluşumu yaşadım, 2 m ileriye, 2 metre sağ tarafa doğru.. Tam kendime geldiğimi düşündüğümde iki büyük tekerin arasında kaldım. Bu defa ezilmemiştim fakat yine savruldum. Derken üzerimden hışımla bir teker geçti ama o kadar hızlı geçtiki beni yok etmek için o hız fazlaydı, biraz yavaş geçmesi gerekiyordu. Savrulmadım, sadece ezildim, neredeyse yok oldum. Ama hala hayattaydım.

O da ne!? Üzerime doğru usulca gelen bir teker. Gelen, adeta sonum. Ben nerdeyim, evet evet, savrula savrula yolun kenarına gelmişim. Peki bu lastik ne yapmaya çalışıyor. Duracak galiba. O da ne? Ezildim yine, ahh!! Artık söndüm, hava yok, ışık yok, üzerimde bir ton ağırlık.

Merak mı ettiniz?
Ben bir sigara izmaritiyim…