Av. Ali Kahya'nın şahsi web günlüğü. Geziler, düşünceler, siyaset, hukuk, aklıma ne gelirse 2005'ten bu yana yazıyorum.
18 Nisan 2006
17 Nisan 2006
Lise Yıllarım (1)
Yaz tatilinde babasının yanında çalışmakta ve ailesine bu surette yardım etmektedir yaz da bu şekilde kısa surede biter ve lise üç başlar. Artık yaş olarak da Adil okulun bir numarası olmuştur zaten kendinden önce de ismi yayılmaktadır. Belalıdır diye. Yanından ayırmadığı kalem değil maalesef bıçak olmuştur Adil’in. Lise 3 de lise ikiden pek farklı geçmez. Adil önündeki üniversite sınavını unutmuştur lise olaylarından dolayı aslında bir çok şeyin farkına da varamaz olmuştur. Adil merttir, korkusuzdur Allah’ dan başka kimseden ölümden dahi çekinmemekte ve şerefini haysiyetini en büyük hazinesi bilmektedir. Namaz kılmak ister ama ancak babasının uyardığı zamanlar kılabilir. Sair zamanlar da nefsine yenik düşmektedir maalesef. Lise üç de bu şekilde biterken Adil ve arkadaşları son haftaya girileceği cuma bir kavgada daha bulunurlar fakat bu sefer gerçekten büyük bir grupla kavga etmişlerdir ama onları da alt etmeyi bilmişlerdir. O hafta kimse okula gelmez, taki cuma günü yani okulun son günü lisenin bittiği gün karneler dağıtılacağı gün karnesini almak için Adil okula gelir gecen haftaki meselenin bittiğini düşündüğü için de rahattır ve yanında da pek arkadaşı yoktur Adil’in.
O kadar kavgalara rağmen Adil öğretmenlerinin sevdiği bir öğrencidir ve elinden geldiğince de derslerine çalışmaya çalışır en azından akşam eve gidince. Bu yüzden karnesi de çok iyi gelmiştir. Fakat bu olumlu durum fazla sürmez. Kendi okuldayken dışarıdan bir haber gelir ve kendisini bir grubun dışarıya çağırdığını öğrenir. Adil pencereden dısarıya bakar yaklaşık elli kişinin onu dışarıda beklediklerini görür durumu anlamıştır. Adil’in geçen hafta kavga ettiği, ağa yeğeninin de içinde bulunduğu grup hesap sormaya gelmiştir Adil bunu hiç beklemediği için de hazırlıksızdır sadece belinde gizlediği ve iki yıldır hep taşıdığı bıçağı vardır. Adil hemen telefonla köyünü arar arkadaşlarına haber vermek ister ancak zarzor birine ulaşabilir ve durumu izah eder ve hemen gelmelerini ister. Fakat bu ara dışardaki kalabalıkda beklemektedir haber yollarlar Adil’e korktu mu yoksa diye. Adil ise şerefi için yaşayan, mert bir delikanlıdır ve ona korkmak yakışmamaktadır hele de namertten korkmak asla.. Bu söz üzerine düşünür ya teke tek kavga ederim ya da konuşur anlaşırım bunlarla diyerek üçüncü ihtimali namertliği bir kişiye karşı elli kişi gelmeyi, belkide düşünmek istemediği için, düşünmeden dışarıya doğru yönelir arkadaşlarını beklemeden.
Kapıya doğru gittikçe onu bekleyenleri daha iyi görür ellerindeki bıçak, jop ve sopaları da tabi. Durumun ciddiyetini iyi kavrar Adil bu tarz kavgaların nasıl sonuçlanacağını da tahmin edebilecek kadar tecrübelidir. Ama artık dönmek diye bir şey de söz konusu olamaz öyle ya Adil delikanlısıdır okulun, abisidir haksızlığa maruz kalanların. Ve şerefi vardır uğruna canını verebileceği. Yaklaştıkça karşı grubun fertleri de Adil’e şaşkın ve birazda çekinerek bakarlar. Eee 50 kişi hem de ellerindeki onca şeyle onu beklerken Adil onların üstüne tek başına hem de tereddüt dahi etmeden gelmektedir halbuki onlar Adil’in dışarı çıkamayacağını düşünmekteydiler ama yanıldıklarını anlarlar. Daha bıyıkları yeni yeni terlerken erkekçe yaklaşmaktadır Adil okulun ana kapısına ve topluluk halindeki grubun ortasında duran reislerinin yanına kadar gelmiştir.
Bu arada hemen hemen tüm lise yılları ailesinin, hele o samimi babasının sultan anneciğnin onu gönderme sebebini, ondan beklentilerini, hayatı, geçmişi, lise bir yılları hepsi gözünün önüne gelmiştir. Bulunduğu durumu anlamak için etrafına tam bir mert delikanlı bakışıyla son kez baktığında ise hafif çekingenlikle Adil’e ellerindekilerle saldırmak için bekleyen büyük grubun ve reislerinin niyetlerini daha da iyi anlamıştır. Ama pek de korkmamaktadır dayaktan. Fakat düştüğü yerde kalır da kalkamassa arkadaşları özellikle de ailesi gelip onu öyle görürse diyedir korkusu. Ölümden de korkmamaktadır da kılamadığı namazlarıyla mı Mevla’sının karşısına çıkacaktır ya da namerde mi teslim edecektir canı. Son kez hissettirmeden belindekini kontrol eder evet can yoldaşı, emaneti yanındadır.
Yavaşça reise döner ve…
(Devam edecek)
14 Nisan 2006
İstanbul'da II. Lale Devri
Bir kaç gün önce bindiğim taksinin şoförü belediyenin bu çalışmasına çok kızıyordu. Toplam 3 milyon lale dikilmiş bu bahar İstanbul'a. Bu kadar masraf yapılacağına bu para ihtiyaç sahiplerine dağıtılsaydı diyor taksi şoförü. Yine bindiğim toplu taşıma araçlarından birinde sohbet eden iki kişi de aynı konuyu konuşuyorlardı.
Kanaatimce çevre düzeni, temizliği, insanın ruhunu doğrudan etkileyen faktörlerdir ve bunlar insan psikolojisini olumlu manada etkileyeceğinden insanların verimliliğine katkı sağlayacaktır. Kısa vadede her hangi bir etkisi gözlemlenmese dahi sonucu itibari ile her anlamda etkilerinin olacağını düşünüyorum. Bu nedenle çevreye yatırımın yerindeliğine inanıyorum.
Sosyalist devletlerde binaların dış cepheleri boyanmazmış. Bu bile durumu bize yeterince anlatmıyor mu? Gerçi bunun görünen nedeni güya uydulara farkedilmek istenmemesi imiş. Artık uydu teknolojisi de geliştiği için o düşünce de yerinde değil ama o devletlerin asıl gayelerinin insanların huzur içinde yaşamalarını istememeleri olduğundandır diye düşünüyorum ben. Çünkü görsellik neticede insana bir huzur veriyor. Beton yığınlarına bakmak ise sadece insanın içini karartıyor.
İstanbul 300 yıl aradan sonra tekrar Lale Devrini yaşıyor.
13 Nisan 2006
Bir Avukatın Duruşma Serüveni
Yavaşça yerinden doğruldu, tele ekranın altındaki küçük ekranlardan birine yaklaştı ve ekrana doğru bir gazete ismini fısıldar gibi seslendi. Bu arada baş parmağı ile dokunduğu düğme ile de altına bir oturak gelivermişti. Gözlüklerini hatırladı, yıllar önce gözlüklerinden kurtulmuştu, artık göz rahatsızlıkları çok kolay gideriliyordu. İnsanın gen haritasının ortaya çıkartılması neticesinde en önce göz ile ilgili rahatsızlıklar tedavi edilebilir olmuştu. Fakat yaşlı avukat yıllarca kullandığı gözlüklerinden kurtulmuş olsa da bir şey okuyacağı zaman farkında olmadan gözlük telaşına düşüyordu. Bir anlık bu telaşı da gidince rahat oturağında gazetesini okumaya başladı.
Göz ucu ile baktığı tele ekranda duruşmasına 5 dakikadan daha az kaldığını görünce hemen kalktı ve asansöre ilerledi. 23. kata çıktığında asansörden inerken okul arkadaşının bastonla duruşmadan çıktığını fark etti birden. Duruşma dakikasına kadar koridordaki rahat koltuklarda oturup 2 dakikalık bir hal hatır faslı geçirdiler eski dostlar.
Tam bu sırada yaşlı avukat mübaşirin Avukaaat Aliiii Kahyaa diye seslendiğini duydu ve birden irkilerek saatine baktı. Evet, 9:30’daki duruşmasına 11:20’de sıra gelmişti. Oturduğu bankın her tarafında dosyalar yığılmış, ancak bir kişilik oturacak yer bulmuştu sırasını beklerken, orada da uyuklamıştı. Koridordaki tozdan insanları seçebilmek bile zordu, etrafında kavga eden bir grup vardı, “yok sen alacaklıydın, hayır ben alacaklıydım” diye neredeyse yumruklaşacak insanların arasından 15 metrekarelik duruşma salonuna zar-zor geçebilmişti.
Keşke uyukladığında gördüğü rüya gerçek olsaydı…
Not: Fotoğraf, İstanbul'da son günlerde asılan bir reklam afişinden alınmıştır.