28 Mart 2006

Fenerbahçe Avrupa'da Neden Başarılı Olamıyor?

Avrupa arenasında ülkemizi bir çok kez temsil eden Fenerbahçe futbol takımı nedense ne bu yıl ne de daha önceki yıllarda maalesef amacına ulaşamamış ve kupalardan elenmişti.

Oysa Fenerbahçe takımı özellikle son yıllarda yapmış olduğu ataklarla, büyük bir gelişim göstermiş ve büyük başarılara imza atmaya namzet bir takım hüviyetine bürünmüştü. Ekonomik sorunlarını asgari seviyeye çeken, stad problemini de halleden, tesisleşme alanında yapılan atılımlar ve tüm bunlara ek olarak yabancı yıldız futbolcularla birlikte Türkiye ümit milli takımında oynayan genç ve istikbal vadeden futbolcuları da bünyesine katıp çok iyi bir kadro oluşturmuşlardı. Camiada geçmiş yılların aksine birlik ve beraberlik görüntüsü sağlanmış, yönetimde bu işi fazlasıyla kavramıştı. Artık tüm Türkiye ve özellikle Fenerbahçe camiası takımdan bir büyük başarı beklentisi içindeydi. Bunun için her şey hazırdı. Ancak tüm bu olumlu verilere rağmen tek bir başarı dahi kazanılamamıştı.

Peki neden bütün bunlara rağmen Fenerbahçe takımı Avrupa da başarılı olamıyor? Bunun birinci nedeni; böyle bir takımın başında Daum gibi bir teknik direktörün bulunmasıdır. Çünkü Daum uluslararası başarısı ve kariyerinde çok büyük başarıları olmayan daha çok yerel başarılarla tatmin olan bir teknik direktör. Oysa Daumun yerine hırslı, azimli, çalışkan, kariyeri başarılarla dolu bir teknik adam getirilse bence Fenerbahçe'nin başarıya ulaşması daha kolay olacaktır. İkincisi; tüm Fenerbahçe camiası ve özellikle de yönetim, futbolcular ve teknik yönetim, Avrupa'da başarı noktasında teoride belli bir konsensüs sağlamalarına karşın, pratikte hala kendilerini o başarıya endeksleyememişler. Kendileri dahi inanmıyorlar!! Halbuki başarı için tüm bu saydıklarım kadar önemli olan; belli bir plan çerçevesinde, hedefler koyarak, özgüvenle, inanarak ve ekip ruhuyla özveriyle çalışmaktır. Bunları yaptığınızda başarı kendiliğinden gelir.

Hülasa: Fenerbahçe takımı Avrupa'da başarıyı yakalamak istiyorsa, tez elden teknik direktör değişikliğini yapmalı ,ayrıca başarıya da inanmalıdır. Yoksa hem Türk futboluna, hem bünyesinde bulundurduğu genç milli futbolculara, hem de Fenerbahçelilere yazık olacaktır.

24 Mart 2006

Asla Başaramayacaklar

Son günlerde dozajı gittikçe artan hükümet karşıtlığı sözkonusu. Bu konuda müttefikler belli. YÖK, Danıştay, genel anlamda medya ve bir kısım sivil toplum kuruluşları. Muhalefet partilerini saymıyoruz. Çünkü şu anda onlara pek bir iş düşmüyor. Bu arada ciddi karşı koyuş mekanizmalarının başında Çankaya Köşkü'nü de saymadan geçmek olmaz.

28 şubat sürecinde yapılanın daha alt düzeylerde gerçekleştirilmesinden başka bir şey değil bugünlerde yürütülen kampanya. Hatırlatmakta fayda var: 14 Mayıs 1950 tarihinde, milletin büyük bir teveccühüyle iktidar olan DP de nihayetinde 27 Mayıs 1960 ihtilaliyle devrilmişti. 28 Şubat ise Refahyol hükümetine, dolayısıyle yine halkın iktidarına karşı bir organizasyondu. Tabi bütün bu harekatların dış bağlantılarının olmadığını iddia etmek dünya siyasetinin icra tarzından haberdar olmamak demek olduğunu takdir etmek lazım.

Peki şimdi olanlar neler? Cumhurbaşkanlığı seçimine çok az bir süre kala yürütülmeye çalışılan bu kampanyaların amacı ne ve gerçekten ortada ciddi bunalımlar, rejim krizleri ve Ak Parti'nin "kadrolaşma" ya da "yolsuzluk" gibi bir takım tehlikeli girişimleri mi sözkonusu? ANAP 'ın 1983 yılında aldığı oydan sonra, ilk kez % 35 'ler gibi bir oy çoğunluğuyla hükümet kuran, memleket için istikrar ortamı demek olan böylesine bir iktidara; üstelik her türlü tavizi vermesine, mutabakat arayışı içerisinde olmasına rağmen, ısrarlı biçimde tenkitlerde bulunmanın gerisinde başka şeyler aramak gerektiğini düşünüyorum. Elbette hiçbir iktidar tamamıyla masum ya da yanlışsız değildir. Ama bu derece eleştiriyi ve iktidardan alaşağı etmeyi gerektiren bir tablo da görünmemektedir. Akla gelen tek şey, 27 Mayıs neden gerçekleştirildiyse, 28 Şubat süreci neden ve nasıl yaşandıysa, şimdi Ak Parti hükümetine yapılmak istenen de odur.

Millete rağmen yönetim anlayışı zihinlerden silinmedikçe, bu ülke asla düzlüğe çıkamayacaktır!

22 Mart 2006

Diyalog

Son yılların en çok tartışılan konusu diyalog. Peki nedir, ne anlamak gerekir diyalogdan? Hristiyanlarla ve Yahudilerle dost olmak mıdır, onlara Hak Dini mi anlatmaktır, yoksa "ne siz bize ne biz size karışmayalım" mı demektir? Daha da ötesi, bazılarının iddia ettikleri üzere çok farklı bir anlamı mı var diyalogun?

Kur'an-ı Kerim'de
Maide Suresi 51'de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor; "Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez." Fakat burada geçen "dost edinmeyin" sözcüğünün ayetteki ifadesi "veli"dir. Yani veli kelimesi Türkçemize bu şekilde çevrilmiştir. Oysa bugünkü yazsında Hüseyin Hatemi hocamız bu kelimenin manasını farklı anlamamız gerektiğini açıklamış.

Ayrıca bir diğer
ayette Yüce Allah "De ki: 'Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.' Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahit olun, biz müslümanlarız." buyurmaktadır. Bu ayet ile yukarıdaki ayeti karşılaştırdığımızda ortaya çıkan sonuç nedir?

Biz elbette bu işin uzmanı, alimi değiliz. Müfessir de değiliz ki ayetleri izah edelim? Ancak bir fikir teatisi yapmak niyeti ile bugün bu konuyu ele aldım. Konu hakkında özellikle
Emir Can hocamızın fikirlerini de almak, öğrenmek isteriz. Telahuk-u efkardan barika-i hakikat tezahür eder.

21 Mart 2006

Avukat Olmak

Hukukçu kimliğimle her zaman gurur duyuyorum ama avukatlık kimliğimle aynı duyguyu ne yazıkki her zaman yaşayamıyorum. Hukukun diğer dallarındaki arkadaşların durumunu da işin çıkçası tam bilemiyorum, mesela hakim olan bir arkadaş da benim gibi midir emin değilim?

Avukat olmak ne yazık ki toplumun gözünde sahtekar ve yalancı olmakla eş anlamlı görülüyor. Böyle bir görüntünün oluşmasında elbette avukatların da kusuru olmuştur ama ben bu peşin hükümlerin tüm avukatlar için kullanılmasını hazmedemiyorum. Toplumun büyük çoğunluğunun okumamış, kültür seviyelerinin düşük olduğu dönemlerde bir kısım avukatlar ne yazıkki toplumun bu yönünü çok iyi değerlendirip insanları sömürmüşler ve neticede bu sıfat üzerimizde kalmıştır. Hala aynı zihniyetle çalışanlar da muhakkak ki vardır.

Avukat, bir dava veya uyuşmazlıkta karşı taraf ile zaten sorunludur. Karşı taraf sizi hukukçu kimliğiniz ile değil, hasım olarak görür. Bunu birazcık anlayışla karşılayabilirseniz belki ama avukatın kendi müvekkili (vekil eden) ile olan sorununu nasıl izah etmek gerekir? Toplumda ne yazıkki avukat hakkındaki ön yargıdan ve avukatın yaptığı işin değerlendirilebilme kapasitesi için gerekli kültür yapısının eksikliğinden ötürü müvekkil, avukatın yaptıklarını görmez, göremez. "Yaptığınız nedir ki, iki tuşa basıp bir dilekçe yazdınız" diyerek yaptığınız işi küçük göstermeye ve böylece vereceği ücreti azaltmaya çalışan müvekkilden, "avukat bey, masrafları siz yapın, alacağı paylaşalım" yüzsüzlüğünü gösteren müvekkile kadar, her türlüsü ile karşılaşırsınız.

İşin bir de 3. boyutu var ki, bunu ne müvekkiliniz ne de karşı taraf bilir. Avukatların birde adliye maceraları vardır. Adliye denildiğinde akla sadece hakim ya da savcılar gelmesin, adliye personelinin tamamını düşünmek lazım. Mübaşirinden, katibine kadar adliyedeki bütün çalışanlar ile bir şekilde ilişki içerisizdesiniz. "Onlarla ne sorun yaşıyor olabilr ki bu avukatlar" denilmesin sakın. Bir çoğumuz resmi işlemlerimiz için devlet dairelerine gitmişizdir. Türlü türlü sıkıntılarla karşılaşılan, bugün git yarın gel felsefesinin hakim olduğu yerlerdir devlet daireleri. Ve işte düşünün avukatın durumunu... Bir çok insanın senede ancak bir kaç defa yaşadığı sıkıntıyı avukat her gün yaşamaktadır.

Son olarak, İstanbul'a özgü bir avukat sıkıntısını da aktarmadan geçmek olmaz. 30'dan fazla adliyenin bulunduğu bir şehir İstanbul. Yani elinizde çanta ile bir gün içerisinde Levent, Sultanahmet ve Kadıköy güzergahını gezmişseniz bu size çok görünmesin, çok şanslı gününüzdesiniz demektir.

Bütün bunlara rağmen bir kez daha üst kimliğim olan hukukçuluğumla övündüğümü ve bunu hak ettiğimizi ve bir gün avukatlığın da gerçek anlamda hukukçuluk olarak algılanması için bu işi severek yapmaya devam ettiğimi ifade etmeliyim.