29 Ocak 2008

Soru

Ergenekon operasyonu ile başörtüsü düzenlemesinin aynı döneme denk gelmesi sadece bir rastlantı mıdır acaba?

Ya da "bürokrasinin" düzenlemeye sessiz kalmasındaki sebep nedir?

25 Ocak 2008

İnanmayın, Telekom’u Şikayet Edin!

Birkaç gün önce bir tüketicinin Telekom’a açtığı dava (denilse de dava değil) ile ödediği sabit ücretleri geri aldığı yazıldı çizildi. Ancak Telekom yapılan bu haberler karşısında zor duruma düştüğünü anlayıp bir açıklama yapmış. Açıklamasında kısaca Tüketici Sorunları Hakem Heyet(ler)inin mahkeme niteliği taşımadığını, bunun da Anayasa Mahkemesince verilmiş bir karardan kaynaklandığını belirtmiş.

Burada detaylı bir şekilde konuyu anlatacak değilim ancak Anayasa Mahkemesinin söz konusu heyetleri “mahkeme” olarak tanımadığına ilişkin kararı gerçekten varsa da kararın niteliği Telekom’un almak istediği sonuçla bağlantılı değil. Netice itibariyle belli bir meblağı geçmeyen tüketici sorunlarına ilişkin ihtilafların çözüm yeri halen bu heyetlerdir ve bu heyetin verdiği karar icra edilebilir mahiyettedir. Nitekim Telekom da ilgili karara Tüketici Mahkemesinde itiraz etmek sureti ile kararı yok sayamamıştır.

Telekom bu açıklama ile karşısına gelecek binlerce heyet kararının önünü kesmek, bu suretle tek cephede savaş vermek istemektedir. Çünkü alınacak her heyet kararını ayrı ayrı Tüketici Mahkemesine sunmaya kalkışsa bunun altından kalkamayacağının farkındalar.

Tüm bu sebeplerle gerçek bir tüketici bilinci çerçevesinde haksız alınan bu sabit ücretin kaldırılması için tüm sabit telefon kullanıcılarının bulundukları ilçe kaymakamlıklarındaki Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvurmaları fevkalade elzemdir.

24 Ocak 2008

20 Ocak 2008

Değişiklik çözüm değil çözümsüzlüğe sebep olabilir!

Ak Parti ile MHP arasındaki uzlaşma neticesinde ortaya çıkan başörtüsüne çözüm haritası görüldüğü veya gösterildiği kadar engebesiz bir harita değildir. Aksine engebelerin yanında çok sayıda mayın da söz konusudur.

Öncelikle 1982 Anayasasının 13. maddesinde açıkça belirtilmiş olan temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin bir hüküm varken aynı hükmün tekrar mahiyette eğitim ve öğrenim hakkını düzenleyen 42. maddesine eklenmesinin yasakçı zihniyeti kırmaya yönelik hiçbir etkisinin olmayacağı aşikârdır. Aynı şekilde 10. madde için öngörülen düzenlemenin de ciddi anlamda bir tesir oluşturacağını düşünmüyorum. Tüm bu düzenlemelerin altının doldurulması gerekmektedir ki bu da ancak kanunla mümkündür.

Bu noktada YÖK kanunu ek 17. maddede değişiklik yapılmak sureti ile anayasada yapılacak düzenlemelerin altı doldurulmaya çalışılıyorsa da işte yasakçı zihniyetin istediği çözümsüzlük de burada başlamaktadır.

Öncelikle anılan maddede yapılması düşünülen değişiklik 1988 yılında YÖK kanununa eklenen ek 16. maddedeki "Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir" hükmünden farklı düzenlenmişse de benzer bir hüküm getirmektedir. Bilindiği üzere anılan madde o günkü Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından Anayasa Mahkemesine götürülmüştür. Anayasa Mahkemesi ise maddeyi iptal etmiştir. Hangi gerekçe ile iptal edilmiş olursa olsun benzer bir düzenleme yapmak sureti ile yasağın aşılacağını düşünmek çözüm değil çözümsüzlüktür. Anayasada yapılacak yeni düzenlemeler de söz konusu ek 17. maddenin iptaline engel olmayacaktır.

Kaldı ki meri ek 17. madde mevcut hali ile Anayasa Mahkemesi denetiminden geçmiş ve kanaatimce yeterli bir hüküm iken maddeyi tekrar düzenleyerek yargı denetimine açmak yerine mevcut haliyle uygulanabilirliliğini sağlamak, mesela anayasanın 13. maddesine mahkemelerin vermiş olduğu kararlara oluşturdukları gerekçelerle temel hak ve özgürlüklerin sınırlanamayacağına ilişkin bir vurgu yapılmak sureti ile çok daha sonuç alıcı bir düzenleme yapılmış olacaktır. Bu şekilde ek 17. madde hükmünü uygulamayanlar anayasal bir suç işlemiş olacaklarından çok daha kısa yoldan ve net bir sonuç alınacaktır.

Kuşkusuz siyasetin insiyatif alarak konu üzerinde çalışması ve Türkiye’nin önemli iki büyük partisinin uzlaşması basite alınmayacak bir durumsa da yukarıda ifade etmeye çalıştığım mayınları temizlemek gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Bu güzel ve örnek uzlaşının oluşturduğu havayı bozmak ve kötümser düşünceler oluşturmak değil kastım. Sadece hukukçu kimliğimle muhtemel senaryolara dikkat çekmek istedim. Ve ne yazık ki şu haliyle meclise sevk edilen düzenlemeler sonuç almak için yeterli görünmüyor. Aksine çözümsüzlüğe götürme ihtimali daha yüksek.

Siyasi aktörlerin Türkiye’nin önemli bir yarasını tedavi etmeye kalkışırken yarayı kapanmaz hale getirme ihtimalini iyi düşündüklerini ummaktan başka yapabileceğimiz bir şey ne yazık ki bulunmuyor.

29.01.2008
İstanbul

17 Ocak 2008

Anket

Anketi yaptın da ne öğrendin Ali? "Blogu düzenli takip edenler" diye de başladın anket soruna, Allaaşkına sen inanıyor musun toplam 24 takipçinden 11 tanesinin senin bloguna arama motorlarından ulaşıp bunların blogunu düzenli takip ettiklerine?

Hadi istersen bir de anket sonucunun doğruluğunu sorgula bir başka anketle, nasıl olur? Fena olmaz değil mi?

14 Ocak 2008

Tende Cânım


Eskiden Mevlevihanelerde kullanılan ancak uzunluğu ve üfleme güçlüğü nedeniyle yaklaşık 50 yıldır kullanılmayan Şah Ney'in icra edileceği bir konseri dinlemek istiyorsanız ve 17 Ocak Perşembe akşamı başka bir programınız yoksa Cemal Reşit Rey'deki Süleyman Erguner'in konseri size göre demektir.

9 Ocak 2008

Sakın Edebi Terk Etme!

Şair Nabi'nin meşhur şiirinin hikayesini daha önce blogumda yazmıştım. O şiirin babamdaki Osmanlıca yazılı halini fotograf çekmiştim.


Latin harfleriyle;

Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu

Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır
Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır

Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açdı mevcûdât düş ceşmin tûtiyâdır bu.

Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu.

Açıklaması;

Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Hz. MuhammedMustafâ (s.a.v)’nın makamı, Ravza-i Nebî’dir.

Bu Gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık aşığıdır.
Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.

Burası, Allah (c.c)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın izniyle onun arşınaçıkartılmıştır.

Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.

Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.

Kaynak: http://mimnun.wordpress.com/2007/04/01/sakin-terk-i-edebden/

7 Ocak 2008

Değişiklik İşe Yarayacak mı?

Anayasa;

Kanun önünde eşitlik

MADDE 10 –
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

Yüksek Öğretim Kanunu;

Ek Madde 17 – Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.

Maddeler bunlar. Görüldüğü üzere hukuken bir yasak bulunmuyor, fiili durumla oluşturulan bir yasak var. Ortada böyle bir durum varken son günlerde MHP önerisi olarak ortaya atılan Anayasanın 10. maddesinde yapılacak düzenlemenin yasağın kalkmasına bir etkisinin olmayacağı anlaşılmaktadır. Düzenleme ile "bütün işlemlerinde" ifadesinden sonra "her türlü kamu hizmetlerinin sunulmasında ve bunlardan yararlanılmasında" cümlesi eklenmek isteniyor. Yasakçılar için bu ifadeler yeterli gelmeyecektir. Yine Anayasa Mahkemesi kararlarından ve AİHM kararlarından bahsedecekler ve bildiklerini okuyacaklardır. Yapılacak değişikliğin başörtüsü sorununa yönelik ve bu kasıtla yapılmış olmasından dolayı belki geçici bir rahatlama ile yasak bir süre ortadan kalkacaktır ancak maddenin düzenleniş biçimi yarın bir gün yasağın tekrar uygulanmasına engel değildir. Yasak tekrar uygulanabilecektir.

Kaldı ki Anayasanın 10. maddesinde yapılacak düzenlemenin altının doldurulması gerekmektedir. Tek başına bir anlam ifade edebilmesi yukarıda belirttiğimiz gerekçeler çerçevesinde mümkün bulunmamaktadır. Bu durumda çıkarılacak bir yasa ile maddenin uygulanabilirliliği sağlanmaya çalışılmalıdır. Ancak bu noktada da çıkarılacak kanunun yukarıda zikrettiğimiz YÖK Kanununun ek 17. maddesinin akıbetine uğrama ihtimali söz konusudur. Dolayısıyla bu düzenlemenin de bir anlamı bulunmamaktadır.

Hatırlanacağı üzere 1990 yılında YÖK kanunundaki anılan düzenleme ile kılık kıyafet serbestliği sağlanmaya çalışılmış, o günkü SHP yasayı Anayasa Mahkemesine götürmüştü. Anayasa Mahkemesi, kararını açıkladığında herkes derin nefes almıştı çünkü yasa Anayasaya aykırı görülmemişti. Fakat kararın gerekçesi yazıldığında başörtüsünün Anayasanın laiklik ilkesi ile çeliştiğinden bahsedilmişti. Bu gerekçeye rağmen açık kanun hükmü karşısında doğru bir uygulama ile yasak uzun süre uygulanmamıştı. Ta ki 28 Şubat süreci ortaya çıkana kadar. 28 Şubat’ın mimarları ve halen yasağı savunanlar Anayasa Mahkemesinin bahsi geçen kararına değil o kararın gerekçesine dayanmaktadırlar. Bu uygulama ile Anayasa Mahkemesi adeta “kanun koyucu” konumuna getirilmiştir. Hem de Anayasanın açık hükmüne muhalif olarak.

Umuyoruz başörtüsünün serbest olması için Anayasanın 10. maddesinde yapılacak düzenlemenin yeterli olmadığını iktidar partisi mensupları da fark ediyorlardır.
19.01.2008
İstanbul