Bugün İstanbul'a kar yağdı. Kefenine bürünmüş bir İstanbul... İnasana hüzün veren bir silüet...
Geçmişi, 2 yıl öncesini hatırlattı bana... 22 Ocak... İstanbul o gün de kefenine sarılmıştı... Büyük bir bina... Kuru... Islatılmak zorunda olan dudaklar... Su içmek, yemek yemek yasak... Ve dışarıdan gelen poyrazın kuvvetli sesi...O fırtınaya elektirkler de dayanmadı... Binanın loş ışıkları altında inleme sesleri... Silüetlerini hissedebilidğim bir kaç kişi... Uyku ile uykusuzluk arası... Ölümle hayat arası..
Dünyanın her şeyiyle yalan olduğunu anlamama vesile olan o günleri bir daha yaşamamak temennisi ile...diye düşünürken... Her şeyi ile yalan olan dünyanın yalancılığını ispat etmek için çeşit çeşit yollarının olduğunu hatırlamak...Aynen şu yalancı kar gibi... Yarın eriyecek, öbür gün güneş çıkacak, sonraki gün çiçekler açacak... Ama biz hala kendimizi geçmişte ve gelecekte aramaya devam edeceğiz, oysa Eflatun'un dediği gibi; "insanoğlu yarını öylesine düşünür ki; bu günün elinden kayıp gittiğini fark etmez, oysa, hayat geçmişte ya da gelecekte değil, şimdiki zamanda yaşanır"
"....Nasıl zîhayatlar, vücûdları ile bir Vâcib-ül Vücûd'un vücûduna delâlet ediyorlar. Öyle de: O zîhayatlar, ölümleri ile bir Hayy-ı Bâkî'nin sermediyyetine, vâhidiyyetine şehadet ediyorlar. Meselâ; yalnız birtek zîhayat olan zemin yüzü, intizâmatı ile, ahvâliyle Sânii gösterdiği gibi, öldüğü vakit; yâni kış, beyaz kefeni ile ölmüş o zemin yüzünü kapaması ile nazar-ı beşeri ondan çeviriyor. Veyahut nazar, o giden bahar cenazesinin arkasından mâziye gider, daha geniş bir manzarayı gösterir...."
evet hissiyatlarina katiliyorum. insaallah akip giden hayatin selinde zamanin nasil ve nereye dogru aktigini unutmayiz. iste bunu hayatin tam ortasinda anlayabilmek bu asirdaki en buyuk kemalat olsa gerektir...
YanıtlaSil