10 Kasım 2012

Pocket

İnternet'in kendisi başlı başına bir kolaylık ama onun içinde de bazı uygulamalar var ki o kolaylığı daha da kolaylaştırıyor. Bugün bu uygulamalardan sadece birinden bahsetmek istiyorum. Zaman zaman diğerlerini de paylaşmak niyetindeyim.

Bugün tanıtacağım uygulamanın adı pocket. İngilizce'de cebe atmak, yerleştirmek gibi anlamlara gelen bu kelime, aslında uygulamanın da anlamını karşılıyor. Uygulama birkaç kolaylık sağlıyor, bir tanesi sonra okuma özelliği, ikincisi web sayfasında gözünüzü alan nice anlamsız reklam ve benzeri görsellerden arındırılmış düz metin şeklinde okuma, üçüncüsü ise mobil cihazlarla eşleştirerek okumak istediğiniz metinleri her yerden ve yine sadece düz metin şeklinde gözü yormadan okuyabilme özelliği. Web sayfasındaki görsellerden arındırılmış olmakla beraber metin içindeki görsel ve videoları görebiliyoruz.

Twitterı genellikle kısıtlı zaman dilimlerimde (örneğin zorunlu bekleme anlarında) takip ettiğimden, paylaşılan linkleri  o esnada okuyamıyordum. Telefonumda kullandığım tweetbot uygulamasında "sonra oku" ayarından pocket uygulamasını seçtim ve artık paylaşılan linki iki hareketle pocket uygulamasına gönderiyorum. Böylece hem istediğim zaman hem her yerde ve hem de web sayfası olarak değil de düz metin şeklinde okuyabiliyorum paylaşılan linkleri.

Bu arada ismi geçmişken tweetbot uygulamasının da twitter uygulamaları içinde en doğru seçim olduğunu belirtmeliyim.

Google chorome için de geliştirilen uygulama ile webde gezinirken istediğim bir sayfayı pocket uygulamasına gönderebiliyor, ya da mail ile herhangi bir linki yine pocket uygulamasına gönderebiliyorum.

Bu işin belki en güzel yanlarından biri de İnternet bağlantınızın hiç olmadığı bir yerde dahi olsanız uygulamanızdan okumaya yarar eski linklerden biri illa ki bulunuyor.

Adresi şu; http://getpocket.com/


22 Ekim 2012

Sabah Fakhri

Bana Arap müziği nedir diye sorsanız ilk aklıma gelen uzun olmaları ise ikincisi de bu uzun müziğin ilk yarısı tek düze ise ikinci yarısı bir o kadar hareketli olur ve insanı yerinde durdurmaz. İşte bunun bir örneğini ilk videoda göreceksiniz.



Sabah Fahri (Sabah Fakhri) aslen Halepli olup sesi biraz İbrahim Tatlıses'i andıran, belki daha iyi bir tanımlama ile sesini Tatlıses kadar rahat kullanabilen biri. 1933 doğumlu olmasına rağmen sesinden hala bir şey eksilmemiş.

Aynı zamanda Mevlevi olan Sabah Fahri 12 saatlik bir konserle Guinness'e de girmiştir.

Sabah Fahri ve diğer bir çok Arap müzisyeni son zamanlarda daha sık dinlemeye başladığımı fark ettim. Bunda en büyük etken galiba Suriye'de yaşanan hadiselerin oraya olan özlemimi artırması ve bu müziklerin buna bağlı olarak oraları hatırlamama birer vesile olması. Bilvesile içinde bulunduğumuz mübarek günler hürmetine oradaki zulmün de bir an evvel bitmesini can-ı gönülden niyaz ediyorum.



Sabah Fahri'nin resmi web sitesi; http://www.sabahfakhri.org/

16 Ekim 2012

Hayallerin Peşinde

2009 yılında Türkiye'de gösterime girdiğinde sırf Titanik filminin baş rol oyuncularının yine baş rol oynadıklarını görmek bile "Hayallerin Peşinde" (Revolutionary Road) filmini seyretmek için yeterli bir sebepti. Ancak o günün şartlarında her nasılsa seyredemediğim filmi geçtiğimiz hafta sonu evde seyretmek nasip oldu.

Zaman zaman seyrettiğim ve hoşuma giden filmleri buradan paylaşmamın biraz da aslında bana bakan bir yönü var, zira hem seyredip seyretmediğimi hem de filmin içeriğini unutuyorum. Unutmamak için de ziyaretçilerimle paylaşıyorum. Fakat film paylaşımlarında dikkat edilmesi gereken en önemli husus seyretmeyenlere filmin heyecanını yitirici bilgileri vermemek. Bu da oldukça zor bir iş. Özellikle bu film için bunda zorlanabileceğimi söylemeliyim.

Filmin türü için psikolojik diyebiliriz. Aile içi ilişkileri işlediği için özellikle yeni evlenecekler ve 1-2 yıllık evlilerin seyretmesini tavsiye etmiyorum. Evliliğin akıllarda bu filmde anlatıldığı gibi kalması çok sağlıklı olmasa gerek. Çok tartışan evliler için ise şunu tavsiye edebilirim; mutlaka izlenmeli çünkü gerçekten tartışma sahneleri çok gerçekçi ve aynı zamanda müthiş bir oyunculuk gösterisi. Belki kendi tartışmalarına dönüp bakmalarına fırsat verebilir o sahneler.

Filmin ilk başlarında 2 çocuğun varlığı beni oldukça tedirgin ettiyse de ilerleyen sahnelerde çocukların filmde pek de konu edilmemeleri rahatlattı. Nedense çocuklarım olduktan sonra çocukların ezildikleri, mağdur oldukları filmleri izlemekte çok zorlanıyorum.

Film aklınıza gelebilecek aile içi hemen her travmayı seyirciye gerçekçi bir şekilde yansıtıyor. Bu cümlemi açsam yukarıda film paylaşımındaki dikkat edilmesi gereken en önemli hususa dikkat etmemiş olacağım. Bu yüzden bu kadarlık bir ifadeyle yetiniyorum.

Filmin imdb sayfası için bu linki tıklayabilirsiniz.

2 Ekim 2012

Hız

Eskiden yüksek hız yapınca gençliğin verdiği farklı bir heyecan vardı; "az daha basabilsem" derdik. Yaş olgunlaştıkça, sırtımızdaki sorumluluklar arttıkça aynı hız bu defa daha başka bir heyecan oluşturuyor. 

Saatte 200 km hızı ilk 1994 yılında yapmıştım. o hızı yaptığım yol şimdi duble yol oldu, o yolda şimdi yapamam o hızı. Otobanda bile bu hıza en fazla 1-2 dakika dayanabiliyorum.


Bu arada fotoğraftaki araç ve hız bana ait değil.

26 Eylül 2012

Adliye Koridorları

Başlığı görünce kavga-dövüş sahnelerini anlatacağım sanılmasın. Adliye koridorlarının bir başka yüzüne değinmek istiyorum bugün.

Daktilo kullanan, oduncu gömleği üzerine annelerinin veya eşlerinin el emeği göz nuru işledikleri süveterleri giyen ve bu süveterlerinin içine gelişi güzel kravat bağlayan memurları özledim ben. Mesleğe ilk başladığım zamanlarda tek-tük rastlıyordum böylelerine. Geçen adliye koridorlarında dolaşan birine rastladım, meğer o da emekli olmuş, bir meslektaşıma yardım ediyormuş. Fakat onun da kıyafeti değişmiş.

Şimdiki memurları hakim-savcıdan ayırt edebilmek neredeyse mümkün değil. Öz güven unsuru olmasa hiç ayırt edemezsiniz ama hakim ve savcılar diğer memurlara göre biraz daha dik yürüyorlar.

"Avukatsın, başkaları ile ne uğraşıyorsun" diyenler çıkabilir. Fakat asıl sözüm zaten avukatlara.

Küçük dağları biz yarattık (haşa) edası ile yürüyen kim varsa bilin ki işte o avukattır. Sırtında cübbe olması gerekmiyor yani. Ama bir de sırtında cübbesi ile ve cübbesini savura savura yürüyenler var ki dokunsanız yıkılırsınız. Sahi, mutevazı olmak bu mesleğe ters midir? Neden en iyisi, en diki, en gösterişlisi olmak zorunda hissediyor avukatlar kendilerini? Eksiklikleri kapatmanın bir yolu mu bu yoksa? Üzerindeki kıyafetinden cebindeki telefonuna, altındaki arabasına kadar her taraflarından gösteriş akan bir zümre olmak zorunda mıyız? Bu durum bazılarında hiç sırıtmaz iken bazılarında (çoğunda da diyebiliriz) ise gerçekten çok fena duruyor.

Bir de kartvizitler var. Mesela şöyle; A V U K A T filan filan... Ofis tabelaları var, adliyelerin etrafındaki tabelalara denk gelirseniz bir göz gezdirin. Neredeyse cephe giydirecek arkadaşlar.

Hakimlerin meşhur bir sözü var, "biz kararlarımızla konuşuruz" diye. Avukatların da keşke "biz yaptığımız işimizle konuşalım" diye bir düsturları olsa.