18 Ağustos 2022

Faizsiz sisteme nereden başlanmalı?

Ülkemizde ekonomik istikrarın bir türlü rayına oturmadığı herkes tarafından malum. Bugünün ya da mevcut iktidarın problemi değil bu, yıllardır süregelen bir durum.

Açıkçası son 1 yıldır ekonomi yönetiminin uyguladığı yöntem herkesin kafasını karıştırdığı gibi benim de kafamı karıştırıyor. Şahsi görüşüm faizsiz bir ekonomik modelin uygulanması elbette ama bunu uygularken realiteyi bir tarafa bırakıp toplumu ikna edemeden ilerlenebileceğini düşünmüyorum. Bir defa her şeyden önce iktidarın gerçek niyetini açıklaması gerekir. Gerçekten faizsiz bir model için mi çaba gösteriyorlar yoksa "faize karşıyız" söylemi sadece günü kurtarmaya mı yönelik?

Eğer gerçekten faizsiz bir model öngörülüyor ise bunun teorik alt yapısının ilgililerince ilgililerine anlatılması ve izah edilmesi gerekiyor.


Kanaatimce iktidarın eğer böyle bir niyeti varsa, her şeyden önce çözümü daha pratik olan bir takım faiz uygulamalarından vazgeçebilir. Örneğin milyonlarca insan yıllardır TOKİ aracılığı ile faizli kredilere yönlendirilerek ev sahibi yapılıyor. Bu devletin teşvik ettiği, yönlendirdiği ve çok rahatça alternatifini üretebileceği bir faiz uygulaması. Ancak buna bir çözüm üretilmiyor. Bir başka örnek ise devlet alacaklarına dair uygulanan faiz. Ben bir din adamı değilim ancak faiz almak yerine devlet alacaklarına sabit bir ceza ödenmesi şeklinde uygulanacak bir yöntemle faizden uzaklaşılmış olacaktır. Herhangi bir ekonomik ve dini otorite sahibi değilim ancak sadece verdiğim bu iki örnek üzerinde ekonomik ve dini otorite sahiplerinin yapacağı kısa bir çalışma ile her iki örneğe de faizsiz bir yöntem çok rahatlıkla bulunabilir. Devletin ve ekonomi yönetiminin en kolayından başlaması daha doğru olur.

Bugün TCMB piyasanın beklemediği bir faiz indirimini duyurdu. Ne zamandır, konu hakkında bir şeyler yazmak isterken bu duyuru bu yazıma vesile oldu. Bu teklifimi kim okur, kim duyar bilemem ama bu tür konularda bir çalışma yapılması gerektiği çok açık. Tabii ki maksat faizsiz bir sisteme yönelmekse!



8 Aralık 2020

Koronadan ders alacak mıyız?

Korona hayatımızın adeta bir parçası oldu. Hastalığın ilk evresinde etrafımda rahatsızlandığını öğrendiğim sadece bir kişi olmuştu. O da çok şükür atlatmıştı. Oysa şimdi kimle görüşsem bir hastalık haberi veriyor. Ve etrafımdan ölüm haberleri de almaya başladım.

Şüphesiz taktir Yüce Allah'ındır. Kainatta bir yaprağın dahi hareketinden bihaber olmayan Allah elbette bu çaplı bir musibeti de hikmetinin bir tecellisi olarak bizlere gönderdi. Peki biz acaba o hikmet ne olabilir ki diye kafa yorup düşünüyor muyuz? Yoksa her şeyi güllük gülistanlık gibi yaşamaya devam mı ediyoruz?

Salgının ilk evresinden bu yana beni en çok sarsan görüntü hiç şüphesiz Kabe'nin durumu. Her defasında canlı yayını açıp seyrettiğimde en derinimden bir yerlerde yoğun bir sızı ve bazen de o sızıya eşlik eden bir göz yaşı damlacığı oluşuyor. Elbette neredeyse tüm İslam aleminde camilerin mahzun ve sessizliği de etkili bir tesir bırakıyor üzerimde. Ancak Kabe ve Mescid-i Nebevi hüznümü derinleştiriyor.

Salgını dramatize ederek "devletlerin, toplulukların ve bireylerin çeşitli insani değerlerden uzak davranışlarının neticesinde bu durumu yaşıyoruz" paylaşımları son zamanlarda arttı. Fakat bu tür musibetler karşısında örneğin deprem, sel gibi musibetlerde konunun ilahi bir ceza olduğu yönündeki düşüncelere anında tepki veren bir grup var. Salgın için de aynı tepkiyi verirler mi bilinmez ancak benim kanaatim bu musibetler gerçekten de inanan insanların ders almasına yönelik. Bu nedenle inanan insanlar her şartta yaşanan her hadiseden ders çıkarmakla mükellef olduğu gibi bu salgından da ders çıkarmak zorunda.


Acaba 14 asırdır her mevsimde tavaf edilmiş olan, günün her saatinde dolup boşalan Kabe'de tavafın halihazırda nispeten devam etmesine karşın neredeyse durma noktasına gelmesine bizim hangi davranışlarımız neden oldu? Camilerimiz neden mahzun, 3 aya yakın bir süre kapalı kaldılar ve halen neredeyse boş. En başta dini hizmetler verdiklerini düşünen onlarca cemaat yapılanmaları camileri boş bıraktıkları için kendilerini sorumlu hissedecekler mi? Neredeyse her cemaatin, her vakfın kendilerine ait ayrı mescitleri var. Bir kısmı camiye karşı olmasalar dahi namazlarını kendi özel alanlarında yine kendi özel cemaatleri ile eda ediyorlar. Oysa cami, adı üstünde cem olunan, toplanılan mekanlar. Müslümanların kaynaştığı, bir araya geldiği, saf saf dizildikleri yerler camiler.

Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılmasına milyonlarca Müslüman sevindi ama aynı Müslümanlar mahallelerine döndüklerinde camiye gittiler mi? Eğer mahalledeki camiye gidilmiyorsa Ayasofya'nın açılmasına sevinmek havanda su dövmek gibi bir şey oluyor aslında.

Ben bu yazdıklarımla camilere ilişkin yaşananların, hatalarımızın ve alınması gereken derslerin üzerinde durmaya çalıştım. Fakat kim bilir daha niceleri var. Allah tüm Müslümanları hatalarını görüp af ve mağfiret dileyenlerden ve dahi buna mazhar olanlardan eylesin.

6 Kasım 2020

Bugün eleştirmek yerine teşekkür edelim

Covid-19 salgını nedeni ile mahkemelerdeki duruşmalar yaklaşık 2-2,5 ay kadar yapılmamıştı ilkbaharda. Herkes için zor bir dönemdi. Bu kısmı bir tarafa, o günlerde yaşadığım bir olay aklıma geldi bugün.

O dönemde her ne kadar duruşmalar yapılmıyor idiyse de mahkemeler açıktı ve memurlar idarenin belirlediği şartlarda çalışmaya devam ediyordu. Elbette bizler de boş durmak yerine dosyalarımızı gözden geçirerek eksikliklerimizi kontrol ettik ve tamamlanması için az da olsa çeşitli içeriklerde dilekçelerle mahkemelere müracaat ettik. Ancak devlet hantallığından hiçbir şey kaybetmemişti ve çoğu talebimiz askıda kaldı. Ta ki, yeni normal hayata geçip adliyelere adım atmaya başlamamıza kadar. Zira artık Covid-19 nedeni ile memurlara yaklaşamasak da kapıdan işimizi hatırlatıp adım attırabildik dosyalarımıza.

Doğrusu ben adliyelerin de en az bizim ofislerimiz kadar çalışıp dosyalardaki tüm eksikliklerin giderilmesi yönünde adım atmalarını ve nihayetinde yeni normal hayata dönüşte sıfır kilometre bir yargı ile karşılaşacağımızı ummak istedim ama böyle bir şeyin ancak hayal olacağını bildiğim için hiç öyle bir hayale kapılmadım.


Sadece mahkemenin biri benim hayalimi tetiklemişti. O günlerde bir iş aldım ve davayı UYAP sistemi üzerinden açtım. Aradan henüz yarım saat ya geçmiş ya geçmemişti, bir e-tebligat geldi. Hemen açtım, bir de ne göreyim? Az önce açtığım davanın ilk işlemleri yapılmış, duruşma günü tayin edilmiş ve taraflara tebliğ edilmiş. Bu hadise hayalimi tetiklediyse de aradan geçen günlerde diğer mahkemelerde bir değişiklik olmadığını gösterince hayalimi unuttum, unutmaya çalıştım.

Gün geldi, davanın duruşmasına girdim. Duruşma tutanağını elime aldıktan sonra hakime döndüm ve "biz avukatlar muhalif olmayı sever ve bu nedenle de her şeyi eleştiririz. Ama ben bu defa eleştirmeyeceğim, teşekkür edeceğim" dedim, başımdan geçeni anlattım. Elbette hakim de teşekkürümden dolayı memnuniyetini ifade etti.

Bugün aynı mahkemede duruşmam vardı ve duruşmaya tam saatinde girdim. Oysa mutat olan duruşmaya en az 20 dakika geç girmektir. Demek ki mahkemeler de isterlerse işlerini düzgünce bir disiplin içinde yürütebiliyorlarmış.

Güzel ve sağlıklı günlerde, hak ve adaletin incinmediği zamanlara uyanmak ümidini hep taşıyalım. Dua hükmüne geçsin.