18 Mayıs 2015

Düşündüklerim

Eleştirmek kolaydır ve insana tarifi zor bir haz verir ancak taltif ve taktir etmek hem zordur hem de nefse çoğu zaman ağır gelir.

Bazı insanlar kendilerini son derece objektif olarak görürler, öyle olmaya da gerçekten gayret ettiklerini düşünürler ancak dışarıdan görünenin ne olduğunu bilemezler. Bunun en temel sebebi işte eleştirmenin, muhalefet etmenin verdiği zevktir.

Gittiğiniz bir evin, iş yerinin, açık alanın temiz olması neredeyse dikkatinizi çekmez ama az bir kir olsa hemen dikkat çeker. Çünkü esas olan temiz olmaktır ve herkes diğerinden temiz olmasını bekler.

4 Nisan 2015

Üst aramada çözüm ne olmalı?

Türkiye'de en rahat meslek gazetecilik olsa gerek diye düşünüyorum bazen. Gazeteci ne yapar? Haber kovalar, yorum yazar, çizer, vs. Gazetecinin malzemesi, sermayesi gündem... Peki ülkemizde gündem sıkıntısı var mı? Her gün bir çok ülkenin gündemini haftalarca meşgul edebilecekken bizde ömrü 1 gün sürmeyen o kadar çok haberle karşılaşıyoruz ki, gazetecinin haber kovalamasına bile gerek yok, haber ayağına geliyor adeta...

Gündemdeki birçok konu beni de meşgul ediyor ve o konuda ben de yorum yazayım diyorum ama yazmaya fırsat kalmadan bir başka konu geliyor gündeme. Bu böyle devam ediyor.

Ancak bir konu var ki doğrudan mesleğimi alakadar etmesi artık gündemden düşmeye yüz tutsa da es geçmeme engel oluyor. Konu malum; adliye binasında gerçekleştirilen bir terör eylemi adeta avukatlara yıkılmaya çalışıldı ve bir üst arama tartışmasıdır, aldı yürüdü.

Kabul etmek gerekir ki özellikle İstanbul Barosu mensupları içinde bahsi geçen terör eylemini gerçekleştiren örgüte üye ve sempatizan sayısı hiç de azımsanacak durumda değil. Bu gerçeği kabullendikten sonra bir gerçeği daha kabullenelim; Avukatlık Kanunu madde 58 "... Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz." der.


Doğrusu üstümü aratmaktan gocunmuyorum, avukatlık kimliği taşıyorum diye bana ayrıcalık tanınsın, imtiyaz gösterilsin derdinde de değilim. Zoruma giden nokta devletçi zihniyet. Savcıyı, hakimi geçtim, devlet memuru olmak bir ayrıcalık ülkemizde. Hatta bırakın devlet memuru olmayı adliyelerde özellikle icra kalemlerinde memurlara yardımcı olarak gayri resmi çalıştırılan insanlar bile adliyelerin efendisi iken, avukatlara ilişkin düşünce, eylem ve söylemlerin zerre kadar hükmü doğmaz. Bu klasik Türk usulü bir yapılanma sistemidir. Hiç öyle kurumsallaşmış, demokratik bir hukuk devleti argümanları ile yasak ya da özgürlük savunuculuğu yapmaya gerek yok.


Düne kadar düşüncelerimiz paralellik taşırken 17-25 Aralık süreci ile fikirlerimizin ayrıştığı bir arkadaşım önceki gün büyük adliyelerde avukatların turnikelerden geçtiğini yazmış. Büyük adliyelerle birlikte turnikeler gerçekten hayatımıza girdi fakat ben şimdiye kadar turnikeden kimliğimi okutarak girmiş değilim hiçbir adliyeye. Bu benim irademden kaynaklı değil, genel uygulama bu yönde.

Herkesin adam akıllı aranacağı, kimsenin kendine ayrıcalık istemeyeceği bir sisteme hayır demem. Fakat kimse kusura bakmasın, adliyelerde kendilerini ayrıcalıklı olarak gören kocaman bir güruh varken ben de kanunun bana verdiği hak çerçevesinde hakkımı muhafaza ederim.

Bu vesile ile meslektaşlarımın 5 Nisan Avukatlar Gününü kutlarım.

9 Aralık 2014

Osmanlıcadan ne anlamak lazım?

Önceki yazımın da konusu olan 19. Milli Eğitim Şûrasının en çok tartışılan bir başka başlığı da Osmanlıca konusu oldu.


Hemen şunu belirtmeliyim ki, Osmanlıca öğrenilmesi taraftarı olan başta hükumet ve Sayın Cumhurbaşkanının konuya yaklaşımlarını hatalı buluyorum. Ben de öğretilmesi gerektiği kanaatindeyim. ama yol ve yöntem iyi belirlenmeli. Taraftar olanları eleştirmemdeki en  önemli sebep şu; Osmanlıca denilince toplumda ne anlaşıldığı veya anlaşılacağı bu yetkililer tarafından incelenmemiş. Düşünün, Cüneyt Özdemir konuya ilişkin haberi sunarken kendince Osmanlıca konuşup anlaşılması zor ve ağır bir dil kullanarak yaklaştı konuya. Diğer taraftan meselenin mezar taşlarının okunmasına indirgenmiş olması da bir başka talihsizlikti.

Ben dil uzmanı filan değilim. Ancak Osmanlıcayı iyi kötü okuyan ve yazabilen biriyim. Bunu da neredeyse kendi gayretlerimle öğrendiğimi, fazladan bir eğitim almadığımı söylemeliyim. Bu çerçevede kendi tecrübemden hareketle şunu söylemeliyim ki; Osmanlıca denen şey aslında şu okuduğunuz metnin Arap harfleri ile yazılmasından ibarettir. Yani Osmanlıca dediğimizde öyle ağır saray dili ya da edebi bir dil kullanmak gerekmiyor. Mevcut Latin harfleri yerine Arap harflerinin kullanılmasının aslında dilimizi zenginleştireceğine de inancım var.

Ancak Şûranın ve hükumetin Osmanlıcadan kast ettikleri bu mu emin değilim işte. Zira mezar taşlarından bahsederseniz, bugün Osmanlıcayı biliyorum diyenlerin bile çok azı okuyabilir o yazıları, okusa bile anlaması zordur. Fakat şu da bir gerçek ki, eğer Osmanlıca yaygınlaşır ve bu konuda belli bir derinlik sağlanırsa mezar taşları değil eski yazma eserler dahi bir süre sonra okunabilir ve anlaşılabilir olacaktır.

Eğer Kur'an okumayı biliyor ya da en azından Arap alfabesine aşinalığınız varsa siz de internette yer alan bazı Osmanlıca eğitim sitelerinden de faydalanarak kısa sürede bu yazı dilini çözebilirsiniz.

Cüneyt Özdemir'in bahsettiğim videosu için bu linki tıklayabilirsiniz. Ayrıca Cnn Türk TV'nin konuya dair güzel bir haberi de yine şu linkte yer alıyor.

3 Aralık 2014

Milli Eğitim Şûrası

Son günlerin en çok tartışılan gündem maddelerinden biri de hiç şüphesiz Milli Eğitim Şûrasının toplanmış olması ve bu çerçevede gündeme gelen karma eğitim modeli ile ilgili çalışmalar.


Statükocular yine peş peşe açıklamalar yaparak sözüm ona devlet eliyle insanlara yaşam şekli dayatılmak istendiğinden bahsediyorlar. Oysa getirilmek istenen tercihli sistem. Yani dileyen karma okula, dileyen kız çocuğunu kız okuluna, erkek çocuğunu erkek okuluna göndersin deniyor. Ancak niyet okumaktan asla bıkmayan bir kesim var ki ısrarla karma eğitimin son bulacağını ve bunun belli amaçlarla yapılmak istendiği iddiasındalar.

Eğer bir yaşam şekli dayatma söz konusu ise mevcut uygulanan sistem tam da buna güzel bir örnek teşkil ediyor Ben çocuğumu karma eğitim veren bir okula göndermek istemediğim halde göndermek zorunda kalıyorsam bu yaşam şekli dayatma değil de, istediğim okula gönderme hürriyeti tanınıyorsa bu mu yaşam şekli dayatma oluyor. Bu iddiaları dile getirenlerin iyi niyetli olmadıkları yürüttükleri mantığın tersliğinden belli değil mi?

Kesinlikle sadece karma eğitim verilen mevcut sistemden vazgeçilmesi gerektiğine inanıyorum. Dileyen çocuğunu dilediği okula, kızsa kız okuluna, erkekse erkek okuluna gönderebilsin. Karma eğitim tercih eden okullar  da olsun, nasıl olsa gün gelir aradaki fark anlaşılır, talep kalmayınca onlar da kapanacaktır. 

20 Kasım 2014

Medyanın ahlakı

Böyle bir deyim var mıdır, bunu bile unuttuk ama illallah ettiren bir medyaya sahip olduğumuz şüphe götürmez bir gerçek olarak tam da gözümüz hizasında duruyor.

Bilindiği üzere bir süre önce eski Ali Sami Yen Stadyumunun oluğu arsada yapılan inşaatta bir iş kazası olmuştu. 12 işçi kardeşimizi o kaza neticesinde kaybetmiştik. Ardından Ermenek'te bir maden faciası yaşandı ve orada da çok sayıda vatandaşımız vefat etti. Bir kısmına ise halen ulaşılmaya çalışılıyor. Bir kez daha tümünü rahmetle anıyoruz.

Bu tür hadiselerde herkes bir şekilde bir imtihan veriyor aslında. Bazıları o imtihanları en azından halk nazarında kazanıyor, bazıları kaybediyor. Halık nazarında ise kaybedenlerden mi kazananlardan mı olduğumuzu ancak öbür tarafta öğrenebileceğiz.

İşte tam da bu noktada insanların acıları üzerinden kendilerince haber yaptıklarını düşünen bir takım gazete ve internet sitelerini ele almak istiyorum. T24 haber sitesi "asansör faciasında ölen işçinin ailesine 'bakkal hesabıyla' kan parası" başlıklı bir haber yayınladı bir süre önce. Başlıktan haberin içeriği belli. Gerçekten de bakkal hesabıyla kan parası verilmesi hadisesi önemli ve bu hususun bir haber değeri de var. Ancak bu haber verilirken kan parasını veren tarafı eleştirme ve davaranışını sorgulama güdüsü, kan parasını alan ailenin hassasiyetinin önüne geçmiyor mu? Acıyı  yaşayan insanların henüz acıları dinmemişken bu insanların üzerinden tatsız bir savaş yürütmek kimin haddine? Kaş yapayım derken göz çıkarmak diye buna denmiyor mu? Kan parasını alan aile bu duruma rıza göstermiş ve acısı bir nebze olsun dindirilmeye çalışılmışken diğerine vuracağım diye bu ailenin üstüne çıkıp bağırmanın ne alemi var?

Hürriyet gazetesi de "Ölen madencinin babasına Valilik'ten yeni lastik ayakkabı" diye bir haber yapınca, artık yeter demek geçti içimden. Özellikle haber içeriğindeki videoyu da izlemenizi rica ediyorum. Adamcağız daha dün evladını toprağa vermiş, sen bugün gitmişsin "bu ayakkabıyı sen mi istedin, rahat mı?" gibi akıl almaz sorular soruyorsun. Sözüm ona valiliğin yaptığını eleştirecek. Gazetecileri ve kameraları gördüklerinde tüm samimiyetlerini ve saygılarını gösteren bu insanların bu yüksek hasletlerini istismar etmeye ne hakkınız var? Gidin valiliğe, gidin inşaat firmasına, "ne utanmaz adamlarsınız, bakkal hesabı ile kan parası vermişsiniz, adamcağıza lastik ayakkabıyı mı layık gördünüz?" diye sorgulayın. Sizin işiniz bu acılı insanların yaralarını eşip o acılar üzerinden bir menfaat elde etmek, haber üretmek değildir.

Ey medya! Azıcık ahlakınız kaldıysa bu işlerden vazgeçin. Hedefe ulaştıracak her aracı kendinize mubah kılma alışkanlığınızı bırakın. Yeter artık!