20 Kasım 2014

Medyanın ahlakı

Böyle bir deyim var mıdır, bunu bile unuttuk ama illallah ettiren bir medyaya sahip olduğumuz şüphe götürmez bir gerçek olarak tam da gözümüz hizasında duruyor.

Bilindiği üzere bir süre önce eski Ali Sami Yen Stadyumunun oluğu arsada yapılan inşaatta bir iş kazası olmuştu. 12 işçi kardeşimizi o kaza neticesinde kaybetmiştik. Ardından Ermenek'te bir maden faciası yaşandı ve orada da çok sayıda vatandaşımız vefat etti. Bir kısmına ise halen ulaşılmaya çalışılıyor. Bir kez daha tümünü rahmetle anıyoruz.

Bu tür hadiselerde herkes bir şekilde bir imtihan veriyor aslında. Bazıları o imtihanları en azından halk nazarında kazanıyor, bazıları kaybediyor. Halık nazarında ise kaybedenlerden mi kazananlardan mı olduğumuzu ancak öbür tarafta öğrenebileceğiz.

İşte tam da bu noktada insanların acıları üzerinden kendilerince haber yaptıklarını düşünen bir takım gazete ve internet sitelerini ele almak istiyorum. T24 haber sitesi "asansör faciasında ölen işçinin ailesine 'bakkal hesabıyla' kan parası" başlıklı bir haber yayınladı bir süre önce. Başlıktan haberin içeriği belli. Gerçekten de bakkal hesabıyla kan parası verilmesi hadisesi önemli ve bu hususun bir haber değeri de var. Ancak bu haber verilirken kan parasını veren tarafı eleştirme ve davaranışını sorgulama güdüsü, kan parasını alan ailenin hassasiyetinin önüne geçmiyor mu? Acıyı  yaşayan insanların henüz acıları dinmemişken bu insanların üzerinden tatsız bir savaş yürütmek kimin haddine? Kaş yapayım derken göz çıkarmak diye buna denmiyor mu? Kan parasını alan aile bu duruma rıza göstermiş ve acısı bir nebze olsun dindirilmeye çalışılmışken diğerine vuracağım diye bu ailenin üstüne çıkıp bağırmanın ne alemi var?

Hürriyet gazetesi de "Ölen madencinin babasına Valilik'ten yeni lastik ayakkabı" diye bir haber yapınca, artık yeter demek geçti içimden. Özellikle haber içeriğindeki videoyu da izlemenizi rica ediyorum. Adamcağız daha dün evladını toprağa vermiş, sen bugün gitmişsin "bu ayakkabıyı sen mi istedin, rahat mı?" gibi akıl almaz sorular soruyorsun. Sözüm ona valiliğin yaptığını eleştirecek. Gazetecileri ve kameraları gördüklerinde tüm samimiyetlerini ve saygılarını gösteren bu insanların bu yüksek hasletlerini istismar etmeye ne hakkınız var? Gidin valiliğe, gidin inşaat firmasına, "ne utanmaz adamlarsınız, bakkal hesabı ile kan parası vermişsiniz, adamcağıza lastik ayakkabıyı mı layık gördünüz?" diye sorgulayın. Sizin işiniz bu acılı insanların yaralarını eşip o acılar üzerinden bir menfaat elde etmek, haber üretmek değildir.

Ey medya! Azıcık ahlakınız kaldıysa bu işlerden vazgeçin. Hedefe ulaştıracak her aracı kendinize mubah kılma alışkanlığınızı bırakın. Yeter artık!

22 Eylül 2014

İşte bunlar hep...

Son zamanlarda dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden bir söylem var; özellikle sosyal medyada ve şakacı dostlar arasında sıkça tekrarlanan "işte bunlar hep..." diye başlıyor ve sonuna farklı ifadeler yerleştiriliyor. Bu söylem genellikle de aşağılanan, hor görülen durum ve davranışlar için kullanılıyor.

Burada eleştirisini yapacağım örneklere yer verip sayfamı elbette kirletmek istemiyorum ama dileyen Google aracılığıyla bu ifadenin nerelerde kullanıldığını görebilir.

Peki bu söylem benim niçin dikkatimi çekiyor ve neden rahatsız oluyorum?

Bu ifade (işte bunlar hep...) özellikle Elmalılı Hamdi Yazır'ın hazırladığı Kur'nı-ı Kerim mealinde sıkça kullanılmıştır. Genellikle tekit ve teyit maksatlı ayet meallerinde bu ifadeye rastlanmaktadır. Elmalılı Hamdi Yazır A'raf Suresi'nin 179. ayetini "Celâlim hakkı için Cinn-ü İnsten bir çoğunu Cehennem için yarattık, onların öyle kalbleri vardır ki onlarla doymazlar, ve öyle gözleri vardır ki onlarla görmezler ve öyle kulakları vardır ki onlarla işitmezler, işte bunlar behaim gibi, hattâ daha şaşkındırlar, işte bunlar hep o gafiller" Hac Suresi'nin 6. ayetini "İşte bunlar hep Allahın şübhesiz hak ve o muhakkak ölüleri diriltiyor ve hakıkaten her şey'e kadir olmasındandır" ve yine Bakara Suresi'nin 27. ayetini "ki Allahın ahdini misak ile bağlandıktan sonra bozarlar, Allahın vaslını emrettiğini kat'ederler ve yer yüzünde fesad yaparlar, işte bunlar hep o husrana düşenlerdir" şeklinde tercüme etmiştir.


Şimdi Kur'an meailinden bu kadar örnekleri varken "işte bunlar hep..." diye başlayıp abes ifadelerle devam eden diğer örneklerin dikkatimi çekmemesi mümkün değil. Benim (ve eminim bir çok Kur'an okuyucusunun) bundan rahatsızlık duymaması da mümkün değil. Adeta Kur'ani bir ifadenin alaya alınır şekilde kullanıldığı hissi uyandırıyor diğer örnekler. Bu da ciddi rahatsızlık oluşturuyor.

Bu ifadeyi belki kimileri bilinçli kullanıyordur da, benim bu konuyu buraya yazmamın amacı belki bilinçsizce kullananlara bir fikir veririm ümididir.

15 Eylül 2014

Eğitimde dayatmalara son!

Artık okula giden bir çocuğum olduğuna göre blogda paylaşabileceğim yeni bir konu daha oluştu. Hoş, bir kaç yıldır zaten ilgi alanımdaydı eğitim konusu, mesela, sert bir başlıkla "eğitim sistemi değişsin" demişim 2 yıl önce.

Geçen hafta kayıt münasebetiyle okula gittim. Okula girer girmez adeta bir dayatma ile karşılanıyorsunuz. İdare katında müdür ve yardımcılarının odalarının bulunduğu genişçe bir salonda bekliyoruz, her bir duvarda Atatürk resimleri... Evet, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olarak resmi bulunsun ama her duvarda ayrı bir görselinin yer alması, hatta bazı duvarlarda birden fazla yer alması bir dayatmadır ve eğitimimizin hala bir ideoloji üzerine kurulu olduğunun göstergesidir.


Sınıflarda da benzer durum söz konusu. Hatta sınıfın kapısından içeri girmedim ben ama kapı açılınca hemen kapının yanına konmuş ufak bir yazı tahtasında büyük harflerle "ATAM İZİNDEYİZ" diye yazılmış. Okuma yazma öğrenen körpe zihinlere ilk işlenmek istenen şekil bu olsa gerek ki, ilk gün, sınıfa girildiğinde ilk dikkati çekecek noktaya bu yazı yerleştirilmiş.

Hem devlet eliyle din dayatması olmaz deyip hem de bir şeyler dayatılmaya çalışılması doğru değil. Bu durum bir tepki doğurur ve doğuruyor. Ne sevmeyi biliyoruz ne düşmanlığı...

Çağdaş eğitimde dayatma ideolojilere yer olmamalı.

1 Eylül 2014

T24 ve AJT

Lise yıllarımdan bu yana haberleri takip için gazete okurum. İlk göz ağrım Zaman Gazetesi idi. Üniversitenin ilk yıllarında camia mensubu arkadaşlarım ne okudukları belli olmasın diye gazetenin büyük puntolarla ismi yazan kısmını içe kıvırıp gezerlerdi Zaman ile, ben açık açık okurdum çünkü camia ile bağım yoktu ama gazete hoşuma gidiyordu. Ne olduysa 28 Şubat sürecinde gazetenin çizgisi değişti. O dönem Zaman'ı bıraktım. Bir süre ne okuyacağımı şaşırdım, bazen Milliyet, bazen bazı liberal (iddiasındaki) gazetelere yöneldim. Kısa bir süre sonra Yeni Şafak okumaya başlamıştım. Sanıyorum 2005 yılına kadar basılı olarak okumaya devam ettim gazeteyi.

İnternet haberciliğinin yaygınlaşması artık basılı medyaya ilgimi azaltmıştı. Ancak internetten de haber takip etmek gerçekten ızdırap oluşturuyordu. Zira haber sitelerinin gayesi haber vermekten ziyade tıklanma rekoru kırmaktı. Haberi okutmak için merak güdülerini tahrik edici başlıklar tercih ediyorlardı. Bu bende ciddi anlamda bu sitelere karşı soğuma başlattı. Zamanla twitter gibi sosyal ağlardan paylaşılan haber ve gazete yazarlarının linkleri daha çok işimi görmeye başlamıştı. Bu linkleri doğrudan pocket uygulamasına atıyordum ve artık okumaktan zevk almaya başladım. Ancak twittera karşı da özellikle Gezi olayları ve 17-25 Aralık sürecinde soğuma başlamıştı ve nihayetinde o mecrayı da 30 Mart seçimleri öncesinde bıraktım.

Hükumet yanlısı diye tabir edilen gazeteler de, camia güdümündeki gazeteler de, ana akım medya siteleri de ne yazık ki artık okunacak durumda değiller. Her 3 akımın da halkın aklıyla dalga geçer nitelikteki yayın anlayışları artık bıkkınlık getirdi. Elbette sitelerine girip beğendiğim yazarların yazılarını okumayu sürdürüyorum ama son dönemde her ne kadar fikren uyuşmuyor da olsam T24 ile El-Cezire Türk (AJT) habercilik anlamında beni diğer bir çok siteye göre daha çok tatmin ediyor. Bu iki sitenin bana göre en önemli özelliği yukarıda da belirttiğim tıklanma kaygısını ön planda tutmadan haber sunmaları. Örnek olarak fotoğraflı 2 link paylaşacağım, birincisi Hürriyet'e ait, diğeri AJT sitesinden.


Ben işin açıkçası Hürriyet'in ve diğer bir çok gazete ve haber sitelerinin bu şekilde sundukları haberleri tıklamıyorum. T24 ve AJT sitelerinde aynı haberin muhtevası az çok başlıkta belli oluyor, eğer ilgimi çekiyorsa tıklıyor ve okuyorum.

Haber siteleri hadi neyse de özellikle gazetelerin internet siteleri kanaatimce bu problemi aşmaları gerekiyor.

23 Ağustos 2014

Paylaş, paylaş, paylaş!

Başlığa bakıp da cebimizdekileri, soframızdakileri paylaşmaktan bahsedeceğim sanılmasın. Onlar zaten unutuldu, şimdilerde sofralarımızın resimleri paylaşılır oldu.

Blogu ilk açtığım dönemler blogculuk şimdiki "twittercılık" gibi bir şeydi. Elbette twitter kadar yaygın değildi. Ona rağmen nefis muhasebesine girip, eşine, dostuna, çocuklarına zaman ayıramadığı kaygısıyla blogculuğu terk eden ya da etmek isteyen bloggerlar hatırlıyorum. Acaba o arkadaşlar şimdi ne durumdalar? Bunca sosyal medya ağı altında esir mi oldular yoksa kendilerini eş, dost ve çocuklarına mı adadılar?

Sosyolojiye eskiden beri merakım vardır. Şimdilerde sosyoloji üzerine yüksek lisans filan yapıyor olsaydım büyük bir ihtimalle "sosyal medya sosyolojisi" üzerinde bir çalışma yapardım galiba. Muhtemelen yapanlar vardır.



Bugün ben de "sosyal medyada" seyrettiğim bir videoda Cübbeli Ahmet Hoca'nın yediğini içtiğini sosyal medyada paylaşanlara yönelik söylediklerini dinleyince insanoğlunun özellikle son yıllarda geçirdiği değişimi düşündüm. Herhangi bir "gerçek" ortamda fikir beyan etmekten aciz nice insan şu an kendisini sanal alemde ahkam kestiği alanda dünyanın en iyi analisti olarak görüyor. 140 karakterle devletleri yönetenler, insanların inançlarını sorgulayanlar...


İnsanlar sosyal medyada keşke yediklerini içtiklerini paylaşsalar sadece; akıllarına gelen her düşünceyi hiç bir süzgece tabi tutmadan, duydukları her haberi kendi menfaatlerine uygunsa doğruluğunu hiç sorgulamadan, gördükleri her olumsuzluğu oluşturacağı vicdan tahribatını hiç gözetmeksizin paylaşıyor milyonlarca insan. Hashtag denilen başlıkların neye ve kime hizmet ettiğini düşünen twitter kullanıcısı yüzde bir bile değildir.

Sosyal medyanın bir başka versiyonu olan Blogger aracılığıyla bu fikirlerimi paylaşıyor olmam bazılarına tenakuz gibi gelebilir ama emin olun binlerce twitini bir araya getirseniz buraya yazdıklarım gibi bir yazıyı meydana getiremeyeceğiniz o kadar çok twitter kullanıcısı var ki...

Twitter ve diğerlerini, bırakın, kamu spotlarında yıllarca sigara içip içini dökenler kadar rahatlayacaksınız, buna emin olun.