22 Eylül 2014

İşte bunlar hep...

Son zamanlarda dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden bir söylem var; özellikle sosyal medyada ve şakacı dostlar arasında sıkça tekrarlanan "işte bunlar hep..." diye başlıyor ve sonuna farklı ifadeler yerleştiriliyor. Bu söylem genellikle de aşağılanan, hor görülen durum ve davranışlar için kullanılıyor.

Burada eleştirisini yapacağım örneklere yer verip sayfamı elbette kirletmek istemiyorum ama dileyen Google aracılığıyla bu ifadenin nerelerde kullanıldığını görebilir.

Peki bu söylem benim niçin dikkatimi çekiyor ve neden rahatsız oluyorum?

Bu ifade (işte bunlar hep...) özellikle Elmalılı Hamdi Yazır'ın hazırladığı Kur'nı-ı Kerim mealinde sıkça kullanılmıştır. Genellikle tekit ve teyit maksatlı ayet meallerinde bu ifadeye rastlanmaktadır. Elmalılı Hamdi Yazır A'raf Suresi'nin 179. ayetini "Celâlim hakkı için Cinn-ü İnsten bir çoğunu Cehennem için yarattık, onların öyle kalbleri vardır ki onlarla doymazlar, ve öyle gözleri vardır ki onlarla görmezler ve öyle kulakları vardır ki onlarla işitmezler, işte bunlar behaim gibi, hattâ daha şaşkındırlar, işte bunlar hep o gafiller" Hac Suresi'nin 6. ayetini "İşte bunlar hep Allahın şübhesiz hak ve o muhakkak ölüleri diriltiyor ve hakıkaten her şey'e kadir olmasındandır" ve yine Bakara Suresi'nin 27. ayetini "ki Allahın ahdini misak ile bağlandıktan sonra bozarlar, Allahın vaslını emrettiğini kat'ederler ve yer yüzünde fesad yaparlar, işte bunlar hep o husrana düşenlerdir" şeklinde tercüme etmiştir.


Şimdi Kur'an meailinden bu kadar örnekleri varken "işte bunlar hep..." diye başlayıp abes ifadelerle devam eden diğer örneklerin dikkatimi çekmemesi mümkün değil. Benim (ve eminim bir çok Kur'an okuyucusunun) bundan rahatsızlık duymaması da mümkün değil. Adeta Kur'ani bir ifadenin alaya alınır şekilde kullanıldığı hissi uyandırıyor diğer örnekler. Bu da ciddi rahatsızlık oluşturuyor.

Bu ifadeyi belki kimileri bilinçli kullanıyordur da, benim bu konuyu buraya yazmamın amacı belki bilinçsizce kullananlara bir fikir veririm ümididir.

15 Eylül 2014

Eğitimde dayatmalara son!

Artık okula giden bir çocuğum olduğuna göre blogda paylaşabileceğim yeni bir konu daha oluştu. Hoş, bir kaç yıldır zaten ilgi alanımdaydı eğitim konusu, mesela, sert bir başlıkla "eğitim sistemi değişsin" demişim 2 yıl önce.

Geçen hafta kayıt münasebetiyle okula gittim. Okula girer girmez adeta bir dayatma ile karşılanıyorsunuz. İdare katında müdür ve yardımcılarının odalarının bulunduğu genişçe bir salonda bekliyoruz, her bir duvarda Atatürk resimleri... Evet, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olarak resmi bulunsun ama her duvarda ayrı bir görselinin yer alması, hatta bazı duvarlarda birden fazla yer alması bir dayatmadır ve eğitimimizin hala bir ideoloji üzerine kurulu olduğunun göstergesidir.


Sınıflarda da benzer durum söz konusu. Hatta sınıfın kapısından içeri girmedim ben ama kapı açılınca hemen kapının yanına konmuş ufak bir yazı tahtasında büyük harflerle "ATAM İZİNDEYİZ" diye yazılmış. Okuma yazma öğrenen körpe zihinlere ilk işlenmek istenen şekil bu olsa gerek ki, ilk gün, sınıfa girildiğinde ilk dikkati çekecek noktaya bu yazı yerleştirilmiş.

Hem devlet eliyle din dayatması olmaz deyip hem de bir şeyler dayatılmaya çalışılması doğru değil. Bu durum bir tepki doğurur ve doğuruyor. Ne sevmeyi biliyoruz ne düşmanlığı...

Çağdaş eğitimde dayatma ideolojilere yer olmamalı.

1 Eylül 2014

T24 ve AJT

Lise yıllarımdan bu yana haberleri takip için gazete okurum. İlk göz ağrım Zaman Gazetesi idi. Üniversitenin ilk yıllarında camia mensubu arkadaşlarım ne okudukları belli olmasın diye gazetenin büyük puntolarla ismi yazan kısmını içe kıvırıp gezerlerdi Zaman ile, ben açık açık okurdum çünkü camia ile bağım yoktu ama gazete hoşuma gidiyordu. Ne olduysa 28 Şubat sürecinde gazetenin çizgisi değişti. O dönem Zaman'ı bıraktım. Bir süre ne okuyacağımı şaşırdım, bazen Milliyet, bazen bazı liberal (iddiasındaki) gazetelere yöneldim. Kısa bir süre sonra Yeni Şafak okumaya başlamıştım. Sanıyorum 2005 yılına kadar basılı olarak okumaya devam ettim gazeteyi.

İnternet haberciliğinin yaygınlaşması artık basılı medyaya ilgimi azaltmıştı. Ancak internetten de haber takip etmek gerçekten ızdırap oluşturuyordu. Zira haber sitelerinin gayesi haber vermekten ziyade tıklanma rekoru kırmaktı. Haberi okutmak için merak güdülerini tahrik edici başlıklar tercih ediyorlardı. Bu bende ciddi anlamda bu sitelere karşı soğuma başlattı. Zamanla twitter gibi sosyal ağlardan paylaşılan haber ve gazete yazarlarının linkleri daha çok işimi görmeye başlamıştı. Bu linkleri doğrudan pocket uygulamasına atıyordum ve artık okumaktan zevk almaya başladım. Ancak twittera karşı da özellikle Gezi olayları ve 17-25 Aralık sürecinde soğuma başlamıştı ve nihayetinde o mecrayı da 30 Mart seçimleri öncesinde bıraktım.

Hükumet yanlısı diye tabir edilen gazeteler de, camia güdümündeki gazeteler de, ana akım medya siteleri de ne yazık ki artık okunacak durumda değiller. Her 3 akımın da halkın aklıyla dalga geçer nitelikteki yayın anlayışları artık bıkkınlık getirdi. Elbette sitelerine girip beğendiğim yazarların yazılarını okumayu sürdürüyorum ama son dönemde her ne kadar fikren uyuşmuyor da olsam T24 ile El-Cezire Türk (AJT) habercilik anlamında beni diğer bir çok siteye göre daha çok tatmin ediyor. Bu iki sitenin bana göre en önemli özelliği yukarıda da belirttiğim tıklanma kaygısını ön planda tutmadan haber sunmaları. Örnek olarak fotoğraflı 2 link paylaşacağım, birincisi Hürriyet'e ait, diğeri AJT sitesinden.


Ben işin açıkçası Hürriyet'in ve diğer bir çok gazete ve haber sitelerinin bu şekilde sundukları haberleri tıklamıyorum. T24 ve AJT sitelerinde aynı haberin muhtevası az çok başlıkta belli oluyor, eğer ilgimi çekiyorsa tıklıyor ve okuyorum.

Haber siteleri hadi neyse de özellikle gazetelerin internet siteleri kanaatimce bu problemi aşmaları gerekiyor.

23 Ağustos 2014

Paylaş, paylaş, paylaş!

Başlığa bakıp da cebimizdekileri, soframızdakileri paylaşmaktan bahsedeceğim sanılmasın. Onlar zaten unutuldu, şimdilerde sofralarımızın resimleri paylaşılır oldu.

Blogu ilk açtığım dönemler blogculuk şimdiki "twittercılık" gibi bir şeydi. Elbette twitter kadar yaygın değildi. Ona rağmen nefis muhasebesine girip, eşine, dostuna, çocuklarına zaman ayıramadığı kaygısıyla blogculuğu terk eden ya da etmek isteyen bloggerlar hatırlıyorum. Acaba o arkadaşlar şimdi ne durumdalar? Bunca sosyal medya ağı altında esir mi oldular yoksa kendilerini eş, dost ve çocuklarına mı adadılar?

Sosyolojiye eskiden beri merakım vardır. Şimdilerde sosyoloji üzerine yüksek lisans filan yapıyor olsaydım büyük bir ihtimalle "sosyal medya sosyolojisi" üzerinde bir çalışma yapardım galiba. Muhtemelen yapanlar vardır.



Bugün ben de "sosyal medyada" seyrettiğim bir videoda Cübbeli Ahmet Hoca'nın yediğini içtiğini sosyal medyada paylaşanlara yönelik söylediklerini dinleyince insanoğlunun özellikle son yıllarda geçirdiği değişimi düşündüm. Herhangi bir "gerçek" ortamda fikir beyan etmekten aciz nice insan şu an kendisini sanal alemde ahkam kestiği alanda dünyanın en iyi analisti olarak görüyor. 140 karakterle devletleri yönetenler, insanların inançlarını sorgulayanlar...


İnsanlar sosyal medyada keşke yediklerini içtiklerini paylaşsalar sadece; akıllarına gelen her düşünceyi hiç bir süzgece tabi tutmadan, duydukları her haberi kendi menfaatlerine uygunsa doğruluğunu hiç sorgulamadan, gördükleri her olumsuzluğu oluşturacağı vicdan tahribatını hiç gözetmeksizin paylaşıyor milyonlarca insan. Hashtag denilen başlıkların neye ve kime hizmet ettiğini düşünen twitter kullanıcısı yüzde bir bile değildir.

Sosyal medyanın bir başka versiyonu olan Blogger aracılığıyla bu fikirlerimi paylaşıyor olmam bazılarına tenakuz gibi gelebilir ama emin olun binlerce twitini bir araya getirseniz buraya yazdıklarım gibi bir yazıyı meydana getiremeyeceğiniz o kadar çok twitter kullanıcısı var ki...

Twitter ve diğerlerini, bırakın, kamu spotlarında yıllarca sigara içip içini dökenler kadar rahatlayacaksınız, buna emin olun.

24 Haziran 2014

Herşeye yetişmeye çalışan kadınlar!

Yakınım olan bir hanımefendinin twitter profilini tıkladığımda şu tanımlamayla karşılaşıyorum; "full time anne/part time öğrenci/sometimes aşçı, işçi, kim o deyici." Bu cümle, yazımın ilham kaynağı oldu. Bir sabah erken bir saatte arabada oturup berberin dükkanı açmasını beklerken tam bu cümleyi düşünüyordum ve o esnada önüme park eden bir araçtan inip koşar adımlarla fırından ekmek alan bir kadın dikkatimi çekti. Bu sahne artık yazıyı yazmam gerektiği konusunda beni bir adım öteye taşıdı.

"Modern" dünyanın tartışmasız en sorunlu kısımlarından biri kadınların hayatı... Yuvalarından çıkarılıp annelik vasfı yerine erkekleşme sürecine sokulan da, ama aynı zamanda bir tüketim aracı olarak her tür reklamda arz-ı endam ettirilen de ne yazık ki kadınlar... Ve daha kötüsü bir çoğunun bu hallerini sorgulamak bile akıllarına gelmiyor.


Sabah kalkıp kahvaltı hazırlıyor, sonra çocukları okula yetiştiriyor, dönüşte kocasına sıcak ekmeğini alıyor, kocası işe gidince evin günlük ihtiyaçları için alışveriş yapıyor, spora gidiyor, çocukları okuldan alıyor, akşam yemeğini hazırlıyor, tüm bunların yanında kariyer planlaması yapıyor... Günümüz kadını işte bu... Kadına çizilen ve onun da sorgusuz kabullendiği bu profil ne yazık ki sırtında çalı ile yürüyen kadın resminden çok daha kötü bence... Çünkü o resimdeki kadın evinin ailesinin ve kendisinin gerçek bir ihtiyacını karşılıyor ama günümüz "modern" kadını farkında olmadan kendi ihtiyaçlarından daha ziyade dayatılan modelin mucitlerine hizmet ediyor.


1940'lı yıllarda talebeleri ile birlikte hapishanede yatan bir kanaat önderimizin talebelerinden birinin hanımı kucağındaki ufacık bir bebeğiyle birlikte uzak bir diyardan kocasını ziyarete geliyor. Bu manzarayı gören o zat; "şu kadıncağızın bu kadar mesafeden tek başına buraya kadar gelmesinde Yeni Dünya'daki hürriyet-i nisvan hareketinin etkisi vardır" diyor.

Biz bunları yazınca en başta muhafazakar kesimini kadınları olmak üzere bir çoğu "bizim yaşam tarzımızı tartışmak size mi kaldı" diye sorguluyorlar ama olsun, birilerinin hakikatleri eğip bükmeden anlatması gerek... Erkeklerin hatalarını da kadınlar yazsın, söz, hiç laf etmeyeceğim.

Ahir zamanın alametlerinden biri miydi, erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemeye başlayacakları...?