7 Nisan 2014

Anayasa Mahkemesi

Bilindiği üzere 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) bireysel başvuru hakkı tanınmıştı. Bu hakkın tanınmasındaki temel neden ise Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkeme'sinde (AİHM) aleyhe açılan dava sayısını bir miktar azaltmaktı.


Peki bu nasıl sağlanacaktı? Teknik bir konu olmakla birlikte herkesin anlayabileceği bir şekilde izah etmeye çalışalım. AİHM'ye başvurabilmek için ülkemizdeki tüm hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekiyordu. Yani yerel mahkemede davayı kaybettiniz, temyize gittiniz, orada da kaybettiniz ve karar bu şekilde kesinleşti. İşte bu kararı AİHM'ye götürmeye hak kazanıyorduk. Ancak anayasa değişikliği ile esasen, bir hukuk yolu daha ihdas edildi ve AİHM'ye gitmeden bir de AYM'ye müracaat edilmesi şartı konmuş oldu. Ancak AYM'ye de müracaat ancak tüm diğer hukuk yollarının tüketilmiş olması şartına bağlandı.

AYM ise son twitter kararı ile kendisini 2010 öncesi vesayet sisteminin getirdiği alışkanlıklarla her konudaki en son söz söyleyici konumunda gördüğünü beyan etti. Zira hiçbir hukuk yolu tüketilmeden doğrudan kendilerine yapılmış bir müracaatı esastan karara bağlamasının anlamı ancak budur. Her ne kadar kendilerini haklı gösterecek bir takım hukuki argümanlar kullansalar da netice değişmiyor.

AYM bu yolu açmamalıydı. Bu yolu adet haline getirirse biz vatandaşlara düşen tek bir yol kalır; tüm hukuki ihtilaflarımızı artık doğrudan AYM'nin önüne götürürüz, o da bu anlamsız davranışının altında ezilir. Bu işin tek çözüm yolu şimdilik bu gibi geliyor bana...

4 Nisan 2014

Camiler ve cemevleri

Bugün cuma namazı için gittiğim camide secde edeceğim halının tozunu görünce cami ve cami cemaati adına üzüldüm. Bu gerçekten hak edilmeyen bir durum. Şu kadar imkanların var olduğu, israftan geçilmeyen bir zaman diliminde camilerin bu durumu kabullenilecek gibi değil.

Peki bu durumda kusur kimin diye akla bir soru geliyor. Elbette her şeyden önce hepimizin olduğunu belirttikten sonra kanaatimi belirteyim.

Akla ilk gelen devletten maaş alan cami görevlileri geliyor kusuru yıkmak için. Ama bu gerçekten çok büyük haksızlık olur. İmam veya müezzin elbette bulundukları ve hizmet verdikleri mekanı temiz tutmalılar ancak bir önder veya ilim sahibine yaptırılmayacak bir işi de bu insanlara yüklemek doğru olmaz. Devletin camilere bir temizlik görevlisi tahsis etmesi de düşünülebilir ancak benim bir başka düşüncem var.

Ben ülkemizdeki her caminin ayrı bir kurumsal kimliğe kavuşması ve bir dernek ya da vakıf aracılığı ile idare edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu dernek veya vakfın hem cami cemaatince hem de idari olarak denetlenebilir, şeffaf bir muhasebe ve yönetime sahip olması gerek. Ben mahallemdeki caminin internet adresine girerek hem ihtiyaçlarını hem elindeki varlıkları görebilmeliyim. Ayrıca tek bir tuşla yardım edebilmeliyim. Hatta cami inşaatı için ruhsat verilirken belki bu şartların yerine getirilip getirilmediğine, inşaat sonrasında devam edecek maddi ihtiyaçlarının teminine yönelik bir teminatın var olup olmadığına bağlı olarak izin verilebilir.

Son günlerde konuşulan Alevi açılımında da benzer bir çalışma yürütüldüğünü duymuştum. Alevi dedelerinin hangi şartlarda maaş alabilecekleri, açılımın tartışılan konularından biri galiba. Bu sorunun da benzer bir yapıyla çözülebileceğini sanıyorum.

6 Mart 2014

Tahta Kılıç

Fitne günlerini yaşadığımıza kimsenin şüphesi yoktur eminim. Daha düne kadar el ele kol kola gezen çevreler ne olduysa 2-3 aydır düşman oldular. Bu fitne değilse nedir?

Çok şükür böyle durumlarda bize doğru yolu gösterecek mihenk taşlarımız var. Peygamber Efendimiz'in hayatı ve hemen sonrasında yaşanan fitne hadiseleri örnek alınsa kafi...


Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer gibi sahabelerin önde gelenleri Cemel Vakası gibi fitne zamanlarında üçüncü yolu tercih etmişler ama aynı zamanda hak bildiklerini de söylemişlerdir. Hz. Ali'nin içtihadında doğru olduğunu belirtmişler fakat savaşa katılmamışlardır. Peygamberimizin "Müslümanlar arasında fitne çıktığı vakit tahtadan bir kılıç edinin" hadisine uygun hareket etmeye çalışmışlardır.


Bu son hadiselerde elbette benim de haklı bulduğum bir taraf var. Camianın yanlış yaptığı kanaatindeyim. Bu düşüncem hükumet üyelerinin yaptıkları iddia edilen yolsuzlukları hoş gördüğüm ve kabul ettiğim anlamına gelmez elbette. İddialar doğruysa cezalarını çeksinler ki zaten bunu burada çekmeseler öte dünyada çekecekler. Fakat camianın da misyonu ayıpları tecessüs edip ortaya çıkarmak değil, ayıbı yapmayacak, ahlaklı nesiller yetiştirmek değil midir? (Değil miydi?)

Netice; kılıcım tahta. Kimseyle polemiğe de girme derdinde değilim. Fakat hak ve hakikat gördüğümü dile getirdim.