21 Eylül 2012

İstanbul

"Bir şehre aşık olmanın anlamını anladım dün gece..."


Taslaklarımı incelerken gördüm,17.03.2009'da yazmışım bu cümleyi. Kar altında Bolu Dağlarından geçtiğim bir kış yolculuğunun sonrasında, Yıldız'ın tepelerinden bahar güneşinin doğumuyla boğazı seyrettiğim bir anın ertesinde.

Not: Fotoğraf Nasa'dan alınmıştır.

11 Eylül 2012

"Nezaket" Risktir

Türkiye'de birçok konuda kurallara uymak nezaket olarak görülüyor. Oysa söz konusu olan zaten kuraldır. Buna en açık örnek şu; yaya geçidinin olduğu noktalarda yayaların önceliği vardır, kural budur. Fakat bizde böyle bir kuralın varlığından bihaber olan o kadar çok sürücü var ki, bu noktada gördüğü bir yayaya lütufta bulunurmuşçasına durup bir de eliyle geç işareti yapar. Bu da kendince bir "nezaket" olur. Bunun istisnai bir durum olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım.



Türkiye'de esas olan zenginin (araç sahibinin) fakire (yaya olana) üstünlüğüdür. Diyelim araç kullanıyorsunuz ve yayaların üstün olduğu bir noktadan geçerken kural gereği durdunuz. Bir kaç tane risk var ortada; sizin durmanıza güvenip geçen yayaya sizin "yol ortasında" durmanıza da kızmış ve boş şeridi görüp sinirle ve hızla geçen diğer sürücünün çarpma ihtimali ciddi bir unsur. Diğer bir risk yaya geçidi kuralından bihaber diğer sürücünün arkadan gelip size vurmasıdır. Tüm bu riskleri göze alıp durdunuz ve bahsi geçen ihtimallerden biri gerçekleşti diyelim, kurala uyan siz bile olsanız linç edilecek olan da siz olursunuz.

Benzer durumlar trafiğin bir çok kuralında geçerli ne yazık ki.

Asansöre binerken hiç tanımadığı insana öncelik tanıyan bir millet yollarda nasıl oluyor da canavarlaşıyor, anlamıyorum. Sosyolojik bir tahlil gerekiyor.

9 Eylül 2012

Bab' Aziz

“Allah’a ulaşan yollar yaradılmışların nefesleri adedincedir.”

Uzun zamandır övgüsünü dinleyip okuduğum ama bir türlü seyredemediğim filmi bugün izledim. Film adeta Mevlana'nın Şeb-i Arus düşüncesinin sahneye yansıtılmış hali. Dünya yolculuğu (ömür) bir çöl yolculuğu ile anlatılmış. Film tasavvufa uzak olanlar için bir miktar sıkıcı gelebilir belki. Replikleri mesaj yüklü ve öyle tahmin ediyorum ki bir çoğu çeşitli tasavvuf eserlerinden alınmıştı. Ben bir çoğunu ya dinlemiş ya da okumuştum o repliklerin ama filmin içerisinde serpiştirilmiş halleri oldukça etkileyiciydi.

Filmin müzikleri ise olağan üstüydü.


Tekrar izlenmeyi hak eden bir film, hak etmekten de öte, özümseyebilmek için şart.

9 Ağustos 2012

Çocuk ve Cami

Ramazan'ın yaz aylarına denk gelmesi ile birlikte insanlar çocuklarını daha bir iştiyakla camilere, teravihlere götürmeye başladılar. Bu da haliyle yıllardır süregelen çocuk ve cami tartışmalarının artmasına neden oldu.

Dün evimin hemen yanındaki caminin imamı cemaate çocuklarını camiye getirmelerini ve çocukları azarlamamalarını tavsiye etti. Fakat camide altını ıslatan çocuğun kirlettiği halıyı çocuğun ebeveyninin haber bile etmediğini ve gün içinde camiye giren çocukların bir aydınlatmayı kırdıklarını anlattı. Çocuklara kavl-i leyn ile cami adabının anlatılması gerektiğini de söyledi ve bence çok yerinde bir konuşmaydı.

Twitterda da konuyla ilgili hemen her gün bir şeyler yazılıyor. En son uzman pedagog Adem Güneş de konuya değinince kendi tecrübem canlandı zihnimde birden. Zaten bir süre önce yazdığım Bugünün Çocukları başlıklı yazıma gelen bir yorumda da benim geçmişte yaşadığım bir hadise hatırlatılmış ve ben de bunun yeni bir yazı konusu olabileceğini belirtmiştim. İşte o yazı bu yazı olsun.

Küçükken yaşadığımız ilçede misafirliğe gittiğimiz bir gün ev sahibi ile birlikte babam ve ağabeylerim hep beraber yatsı namazına gitmiştik. Evden başka bir yerde tuvalete gidemeyen biri olarak camide altımı ıslatmam kaçınılmaz olmuştu. Yanında durduğum misafirliğe gittiğimiz ev sahibi ağladığımı duyar duymaz namazı bozdu ve beni kucakladığı gibi eve götürdü. Namaza devam eden ağabeylerim ise cami dönüşü âmâ olan cami görevlisinin beni aradığını söyleyerek o camiden beni soğutmuşlardı. Hatta cuma geceleri ilçemizde yatsı namazı öncesi sala verilirdi ve o camiden gelen sala sesini anlamadığım için ağabeylerim o salayı benim malum hadiseyi hikayelendiren bir biçime dönüştürürler ve yine beni korkuturlardı. Neden sonra babam beni bir gün her nasılsa yine o camiye götürdü ve bütün korkularım izale oldu.

Yaz aylarında ninemin kaldığı köye gider ve yazın büyük bir kısmını orada geçirirdik. Yine köyde sağır ve dilsiz olan cami cemaatinden biri vardı. Kısa kollu giysilere çok kızıyordu ve kovalıyordu. Evet,  köyümüzde benim çocukluğum döneminde kısa kollu giyinen çocuk bile neredeyse yoktu ve ben de sırf o adamcağızın yüzünden camiye gidemiyordum. Babam yine beni elimden tutup götürüyordu. Böylece hem cemaate örnek oluyor hem de benim korkumu yenmemi sağlıyordu.

Yine bir defasında da babamın görevi gereği camide vaaz kürsüsünde olduğu esnada babamın yanına çıkmıştım. Çıktığımı hatırlıyorum ancak nasıl indiğimi veya indirildiğimi hatırlamıyorum. Ancak o sahneden hatırımda incindiğime dair bir iz yok.

Adem Güneş'in bahsi geçen twitine cevaben de yazdığımı bu örneklemelerden sonra tekrarlayacak olursam; bence cami cemaatinin ve özellikle yaşlıların çocukları azarlaması hiç bir zaman sona ermeyecektir. İnsanlık ve ihtiyarlık var olduğu sürece bu devam edecektir. Ancak insanlar (aileler/ebeveyn) çocuklarının camiyi sevmemesine bahane olarak bu gerekçeyi sunmamalı. Çocuğa verilecek terbiye cami cemaatinin azarına değil ebeveynin vereceği sevgiye daha duyarlı olduğunda bu azarların varlığı önemini yitirecektir. Ben buradaki örneklerin haricinde daha bir çok yaşadığım olumsuzluğa rağmen camileri hep sevdim ve bundaki en büyük etken babam ve ailemdi.

2 Ağustos 2012

Beyazıt Camiinde Teravih

Ramazanın bana en çok özlettiği şey şüphesiz kutsal topraklar oluyor. Orucuyla, iftarıyla, teravih ve teheccütleriyle bu mübarek ayı orada ihya edebilmenin tarifi ne yazık ki yok... Ancak İstanbul'da olmanın bir avantajı da selatin camilerindeki atmosferin o özlemi nispeten dindirebilmesidir.

Beyazıt Camii benim için ayrı yeri olan selatin camilerinden biri. Zira fakültede okuduğum dönem özellikle öğle namazlarını eda ettiğim, rahmetli İsmail Biçer Hocaefendiyi dinleyebilmek için derse 5-10 dakika geç kaldığım bir cami.

Bu defa gittiğimde yaşadığım hüznün kaynağını iç alemimde sorgularken acaba geçmişe olan özlemin getirdiği bir hüzün mü diye düşündüm ancak önceki günlerde tadilattan yeni çıkan ve pırıl pırıl parlayan Fatih Camiindeki parıltıyı görememekten olabileceği aklıma geldi. Gerçekten de köhnemiş, sönük ışıklar, kararmış mermerler ve sütunlar insana bir hüzün veriyor Beyazıt Camiinde. Muhtemelen kısa süre içinde orası da tadilata alınır. Ancak yine de tereddüt yaşıyorum, çünkü bu hali bize hüzün verse de geçmişten gelip ayakta kaldığını göstermekle ayrı bir duyguya da neden oluyor.

Bu camilerin bir de kendi hüzünleri var aslında. Onların o hüzünlerini de bizler izale edebiliriz. Özellikle Beyazıt Camii, Süleymaniye Camii bunların başında geliyor. Bu camilerin etrafında neredeyse yerleşim merkezinin kalmaması öğle ve ikindi namazları haricinde camilerin boş kalmasına neden oluyor. İmkanı ve vakti olanlar bu camileri boş bırakmamalı. Bu camilerin hüznü bir kaç gün önce haber de olmuştu.



Suat Hoca Beyazıt Camiinin kurra imam geleneğine uyan biri. Vitir öncesindeki natı ve sonrasındaki kıraati dinlemeye değer.