Benden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Benden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2010

Yaşlılık

Dişlerimin tedavisi için gittiğim muayenehanede akrabam olan diş tabibi sivil polis memuru hemşehrilerimle tanıştırdı beni. Hoş beş, on beş derken birinin soyadı benim ortaokuldan bir arkadaşımın soyadıyla aynı olunca tanıyıp tanımadığını sordum. "Amcam" dedi. Sen kaç doğumlusun dedim, benden 10 yaş küçükmüş.

Bütün bunları niçin yazıyorum? Evet, ben de yaşlanmışım. Bunu anladım o sohbetin sonrasında... Üstelik dişimi de tedavi ettiriyorum...

8 Ekim 2010

Sosyal Ağlar

Daha önceden de kaleme almıştım bu meseleyi ama tüketim halen devam ettiğine göre konunun güncelliği de devam edecek demektir.

Facbook'un Türkiye'de yeni yaygınlaşmaya başladığı günlerde bir arkadaşımın ismiyle açılan hesap üzerinden çeşitli mağduriyetlerin doğduğunu öğrenince derhal kendime bir hesap alıp dondurmuştum. Facebook hesabım kafama da pek yatmadığından olsa gerek öylece kaldı. Ardından twitter ortaya çıkınca o arkadaşımın mağduriyeti aklıma geldi yine ve hemen twitter üyeliğimi de yaptım ve kendi fotoğrafımı da yerleştirdim baş köşeye. Benim üyeliğim Türkiye'deki bir çok üyeden eskidir.

Gel zaman git zaman, twitterı hiç kullanmamama rağmen özellikle de 12 Eylül referandumu öncesinde birden benim de twitter fırtınasına yakalandığımı fark ettim. Takibe başlayınca takipçilerim olmaya başladı, bu durum hoşuma da gitti. Bir süre sonra anladım ki, twitter adeta dipsiz bir kuyu gibi; içine girdikçe çıkması güç olacak. Ve sonunda yaklaşık 1 haftadır kullanmaz oldum. Hesabımı silmeyi düşündüm ama bahsettiğim mağduriyeti göz önünde bulundurarak olduğu gibi bıraktım.

Ayrıca bir arkadaşımızın blogunda karşılaştığım haberin; bırakmamda etkili olmadığını söyleyemem.

Resim için kaynak; hafif.org

5 Ekim 2010

Başörtüsü meselesi

Bilindiği üzere YÖK İstanbul Üniversitesi'ne bir yazı göndermiş ve disiplin kurallarına aykırı davranan öğrencilerin derse girmişse çıkartılamayacağı, öğretim üyesinin derse devam edeceği, gerekirse tutanak tutup dekanlığa durumu bildireceğini belirtmiş.

Düşündüm; ben öğretim görevlisi olsaydım böyle bir konuya haber olmaktan ve böyle bir yazıya muhatap olmaktan utanırdım sanırım. Koskoca bir öğretim görevlisinin bir zabıta görevlisiymişçesine öğrencisini yaka paça kapı dışı ediyor olması düşünülemez. Eğer gerçekten böyle birileri varsa hallerinden utanmalılar.

İlim adamının uğraşması gereken konu öğrencisinin disiplin kurallarına uyup uymadığı, uymuyorsa bunu yaka paça dışarı atmak olmamalı. Hiç medeni bir davranış biçimi değil bu. Daha fazla da yorum yaptırmayı gerektirmeyecek kadar açık bir konu.

22 Temmuz 2010

Usandım

Dünyayı kendi haline bıraktım (!)

Ne hali varsa görsün.

Artık evden işe, işten eve giderken 92,5, 102,8 gibi frekansları dinlemek yerine 101,6'yı dinliyorum.

Dünyayı ben kurtaracak değilim ya, 12 Eylül'de giderim oyumu kullanırım, nağmeleri dinlemeye devam ederim.

16 Mayıs 2010

Şampiyon Bursaspor

Geçen yıldan bu yana dile getirdiğim bir düşüncem vardı benim; Türkiye'de tüm tabular tek tek yıkılırken Türk futbolundaki 4 büyük tabusunun da yıkılma zamanı geldi diyordum. Sivasspor bu tabunun yıkılması için ön ayak oldu ama sonucu Bursaspor getirdi. Beşiktaşlı biri olarak Bursasporu canı yürekten kutluyorum.

24 Mart 2010

Hukuçular(!)

Bir defa daha sessizliğimi bozdurdular bana. Bir önceki yazıma yapılan yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla zaten sessiz kalmama ziyaretçiler de razı değillermiş.

Bunlar nasıl hukukçu, anlamıyorum. Hukukçu dediğime bakmayın, yüksek yargının çeşitli kademelerine gelmiş olmak hukukçu olduklarına delalet etmez. Hatta Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmı Hukuk Fakültesi mezunu dahi değillerdir. Olanları da hukuktan nasiplerini alamamışlar.

Efendim hazırlanan anayasa değişiklik taslağı anayasaya aykırıymış. Bunların adaletsizlik, hukuksuzluk, kanunsuzluk genlerine işlemiş. Anayasa değiştiriyorsunuz, elbette mevcut anayasaya aykırı olacak taslak. Anayasa Mahkemesi üye sayısı mevcut anayasada 11 iken bunu tutup 21 yaparsanız bu elbette mevcut anayasaya aykırıdır.

Herkesin kendine göre bir hukuk anlayışının olduğu bir memlekette yaşıyoruz. Normal karşılayacağız.

2 Ocak 2010

Blog için 2009

Blogumla yakından ilgilendiğim dönemlerde ziyaretçi eğilimlerini takip açısından Google Analytics hizmetinden faydalanıyordum. Sene başı olunca insanoğlu hali ile geçmişini merak edip geleceğe yönelik yeni düşünceler oluşturur ya kafasında, bu merakların içerisine "acaba blogum ne alemde" sorusu da girince hesabıma girip kontrol ettim. Neticesini de ziyaretçilerimle paylaşmak istedim.

Elbette en büyük ziyaretçi kaynağım Google. Toplam 8665 ziyaretçi göndermiş.
Ardından sevgilinindiyarindan.blogspot.com 254 adet ziyaretçi göndermiş.
emircan.blogspot.com 109 ziyaretçi,
mizrak.web.tr 64 ziyaretçi,
cenkburada.blogspot.com 17 ziyaretçi,
gulcinistan.blogspot.com 13 ziyaretçi göndermişler.

Burada dkkat çekmek istediğim bir konu var; cenkburada bogunun
performansı önemli çünkü sözkonusu blogun geçmişi bir ay bile değil.

Google'da en çok "dön gel duası" aranarak bloguma ziyaret gelmiş.
Ardından "zekatmatik" "ali kahya" ve "akşam ezanı" en çok aranıp
bloguma yönelmelerine sebep olmuş ziyaretçilerin.

2009 yılında blogumu toplam 10.587 kişi ziyaret etmiş.

Blogumun 2010 performansını merak edenler gelecek yılı beklesinler...

26 Aralık 2009

İki adet düşünce

  • Trafik kurallarına uymaksızın başka sürücülerin hakkını yiyenlerin "kul hakkı" suçunu işlediklerini düşünüyorum. Nedense bunu daha önceleri çok düşünmez veya düşünmek istemezdim. Belki yaşımın biraz daha olgunlaştığı şu günlerde araç kullanırken eski "delikanlı" günlerimin geride kalması ile kurallara riayet etmemin, başkalarının hatalarını daha sık görmeme sebep olmasıdır bu düşüncenin akılma daha sık gelmesindeki neden.
  • Muhafazakar (dindar diye anlayabilirsiniz) kesimin yoğun olduğu bir yerleşim merkezinde (semtte) oturmaya başlayalı bu insanların görgü kuralları eğitimine biraz daha önem vermeleri gerektiği kanaati oluştu bende.

15 Kasım 2009

Kurban "keselim"

Her Kurban Bayramı yaklaşırken kaleme almayı düşündüğüm bir konu oluyor ama bir türlü bunu gerçekleştiremiyorum. Geçen Cuma, hutbenin de konusu olan bir hususu dikkatelere bir defa da ben çekmek istiyorum.

Öncelikle bu yazının hedefinin hayırsever kuruluş ve derneklerin hayırlarını engellemek olmadığını belirtmeliyim. Ancak şu husus net bir biçimde bilinmelidir ki; kurban bir ibadettir, hayır işi değildir. hayır için kurban kesmekle, kurban bayramında Allah'ın emrettiği şekliyle hayvan kesmek birbirinden tamamen farklıdır. Fakat birçok hayırsever kuruluş, dernek ve vakfın kurban organizasyonları düzenliyor olması halkımızda yukarıda belirttiğimiz kavram karmaşasının oluşmasına neden oluyor.

Doğrusu hayırseverlerin düzenlemiş oldukları kurban organizasyonlarının bir ihtiyaca binaen çıktığı bir gerçektir. Bunun yanında tümü için "bunlar ibadet yerine, hayır yapmanıza vesile oluyorlar" demek de yanlış olur. Hatta bir kısmı için çıkarılan söylentilerin de doğruluğuna inanmıyorum. Ancak tüm bunlar kurban ibadetinin hakkıyla yerine getirilmesine de engel oluyor diye kanaat bildirmeliyim.


Öncelikle kurbanı kurban eden kişinin kesmesidir sünnet olan. Haydi diyelim ki, acemi kişilerin kesmesi hayvana eziyet olduğundan bu sünnetten feragat edilsin; peki o halde hiç olmazsa hayvanın kesilmesine şahit olmak, Allah'ın rızası için yapılan bir ibadette ibadet alanında olmak neden kötü olsun? Bunun için imkanların zorlanması yanlış mı olur? Ayrıca çocukların bu ibadeti algılamalarını engellemek hakkımız mı? Yeni neslin kurban ibadetine yaklaşımının nasıl olacağını gerçekten merakla bekliyorum. Biz çocukluğumuzda cani ruhlu yaratıklar mıydık, zevk mi alıyorduk hayvanın kanının akıtılmasından? Belki üzülüyorduk ama onun bir ibadet olduğu hakikati bilinçli bir şekilde dimağlarımıza anlatıldığından ve yerleştirildiğinden bu durumu garipsemiyorduk. Oysa yeni neslin farkında olmadan bu ibadetten soğutulduğunu gözlemlemek mümkün bugün.

Hayvanlarımızı geleneksel yöntemlerimizle, İslam'ın temizlik esaslarına hakkıyla uymak kaydıyla varsa evlerimizin bahçelerinde, bu mümkün değilse civar köylerde anlaşacağımız köylülerin besihanelerinde, başında durmak sureti ile, yaşı uygun çocuklarımızla birlikte -ibadeti bütün ruh ve canımızla hissedene kadar- keselim.

12 Kasım 2009

Toplum vicdanı

Toplumun vicdanı rahatlamıştır, dün kendisine sunulan bir "Çiçek" ile...

19 Eylül 2009

Nazım'dan Bayram Şiiri

Yalan…

Bir yalan kadar gerçek herşey.
Ya da bir yalan kadar hiçbirşey.

Yıllar önce para kazanmak için burdan gidişim.

Ve para dışında herşeyi kaybetmek kadar yalan.

Babamın öldüğü yalan!
Ve senden arda kalan bomboş bir ev kadar yalan.
Yalan, yalan…

Bayram sabahı ailece yapılan sabah kahvaltılarına özlemdi.
Kapıyı çalacak çocuklara bir gün evvelden hazırlanırdı hediye mendiller ve lokumlar.
Mahalle arasına kurulan seyyar lunaparklar, macunlar ve pamuk helvalar.
El öpenlere el öpenlerin çok olsun derdi büyükler.
Ama onların çok olmayacaktı el öpenleri.
Çünkü her geçen bayram biraz daha azalacaktı öpülen eller.
Ve her geçen bayram biraz daha azalacaktı biten dargınlıklar.

Bayram gelmiş kime ne anam garibem diye bir türkü duyulacaktı memleketten.
Ve bayram bile bayram olduğuna pişman olacaktı belki…
Ama yine de o türküyü dinleyerek eriyecekti yollar.
Gurbetten sılaya bir yolculuk değildi bizimkisi.
Bir ömürdü iki şehir arası, bir ömürdü iki ülke hatta iki dünya arası.
Hep bir gün bu hasret bitecek ve herkes köyüne geri dönecek diye süren,
Ama kimsenin hiçbir zaman köyüne dönemediği bir yolculuktu bizimkisi.
Ha bu gece bayram gecesi,
Ha her gece bayram gecesi.

Bu gece bayram gecesi.
Her taraf mavi, pembe, mor…
Bu gece bayram gecesi.
İçim içime sığmıyor.
Görünüyor suyun dibi,
Mahalle, komşular falan…
Her şey bıraktığım gibi.
Babamın öldüğü yalan!

Dilini ve dinini bilmediğimiz sabahlara uyanırım.
Yabancı yüzler görürüm yabancı sokaklarda.
Tanıdık acılar çeker, tanıdık sevdalar ararım.
Buralar hep soğuk, oralar değişmekte sanırım.
Hasret, acı ve sevda iki ülke arası.
Kapıkule’den sonrası düğün, bayram havası.
Yıllardır söyleyip durduğum hep,
Ben gurbette değilim anam, gurbet benim içimde şarkısı.

Düğünler ve bayramlar memlekete taşındı önce.
Sonra taşınmazlar arasına girdiler birer birer.
Ne düğünler ne bayramlar ne çocuklar ne de torunlar taşınır oldu.
Günden güne, yavaş yavaş eridi birgün memlekete dönebilme derdi.
Ve yıllar geçti aradan,
Adamın biri yıllar önce çocukluğunda bırakıp gittiği memlekete geri geldi.
Ama hali garipti.
Dönüp de bulmamak vardı seni.
Buralardan gitmiş olacağın aklımdaki son ihtimaldi.
Son ihtimaldi adresinin değişikliği.
Şaka mıydı, kader miydi?
Neden bomboş evimiz şimdi?

Bu gece bayram gecesi.
Her taraf mavi, pembe, mor…
Bu gece bayram gecesi.
İçim içime sığmıyor.
Görünüyor suyun dibi,
Mahalle, komşular falan…

Nazım Hikmet

1 Eylül 2009

Sinirleniyorum

İki şeye;

1 - Amerikan kültürünün uzantısı bir takım fast food ve gazlı içecek firmalarının Ramazan'ı alenen kullanmalarına... Geçenlerde bir alış veriş merkezindeki restoranında alkollü içecek sattığını gördüğüm bir pizzacı Ramazan'da oruç tutan dindarlara yönelik iftar menüsü hazırlıyor. Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı... İşin ilginç yanı televizyonlardaki en güzel reklamları da onlar yapıyor. Gazlı içecek firmasının bir bebeğin düşüncelerinden hareketle yaptığı reklam filmini izlemediyseniz mutlaka izleyin...

2 - 444'lü müşteri hizmetleri numaralarında canlı bir varlıkla karşılaşamamaya... Müşteri hizmetleri servisine bağlanana kadar bin bir takla atıyorum. Hatta çoğu zaman konumla alakasız bir menüden bağlanıyorum bu insanlara...

Sinirleniyorum.

31 Temmuz 2009

Gelecek demokrasinin...

Türkiye'de olması gerektiği üzere ismi en az duyulan kurumlardan birisi HSYK'dır. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu. Fakat son bir aydır ilgili ilgisiz herkesin diline düştür HSYK. Bunun müsebbibi kimdir?

Gelişmiş demokrasilerin hiç birinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin isimlerini hatta adedini kitleler bilmezler. Yine HSYK benzeri kurulların varlığından bile haberleir yoktur gelişmiş demokrasilerin vatandaşlarının. Aynı şekilde Yatgıtay Cumhuriyet Başsavcısının ismini de bilmezler. Genelkurmay Başkanları konuşurken televizyonlar canlı yayına başlamaz bu ülkelerde. Peki bizde neden tersi bir durum söz konusu?

Gayet açık ve net; ülkemizde küçük bir grup kendilerini en avrupai, en demokratik, en modern ve en ilerici gibi göstermek sureti ile temel kaynaklarımızın ve varlıklarımızın kaymağını yemek, kendi iktidarlarını sürdürmek ve kendi zihniyetlerini ve dünya görüşlerini geniş kitlelere zorla kabul ettirmek derdindeler de, bu yüzden tüm bu yukarıda saydıklarımız bizim ülkemiz için normal karşılanıyor.

Hani Osmanlı'nın çöküş döneminde bir yabancı ülke temsilcisi Osmanlı Sadrazamına diyor: ‘‘Sizin imparatorluk gidici...’’ Sadrazam cevaplıyor:

‘‘Yüzyıllar boyunca siz dışarıdan uğraştınız, biz içeriden uğraştık ama şu devleti yıkamadık. Kolay yıkılmayız.’’

Dışarıdan uğraşanlar içeriden uğraşanlardan sayıca azaldı galiba. Gelecek demokrasinin olacak...

15 Temmuz 2009

Özür sırası kimde?

Geçtiğimiz günlerde iki yönüyle tatsız bir olayın yaşandığını hepimiz biliyoruz. İki yönüyle tatsızdı; Topkapı Sarayı'nda şarabın ön plana çıakrıldığı bir konserin yapılması ve bir grup gencin bu yüzden sarayı basmaya kalkışması.

Topkapı Sarayı'nda elbette geçmişten bugüne konser de verilmiştir, alkollü içecekler de tüketilmiştir. Ancak yaşanan olaylara benzer bir hadiseye davetiye çıkartırcasına alkolü ön plana çıkarmanın da hiç bir anlamı yoktur. Ancak buna rağmen yapılan protesto da usulüne uygun değildir.

Neticesi itibariyle olay tatlıya bağlandı. Alperenler İdil Biret'i ziyaret etti ve özür diledi. Ancak olayın bir kahramanı daha var, o da sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay. Öyle ya da böyle 70 milyonun bakanı olan bir kişinin küçük bir grup hakkında "yaratıklar" tabirini kullanması uygun düşmemiştir. Neticede karşısında yıllardır var olan ve kısa bir süre önce liderlerini elim bir kazada yitirmiş, belki bu yüzden de bu tür hadiseler için kullanılmaya açık olan bir grup var ve bu grubun içindeki bir kaç çürük yüzünden grubun tamamını itham altında bırakacak böyle bir söylemi dile getirme hakkı bulunmuyor sayın bakanın.

İşte bu yüzden de kanatimce özür sırası sayın bakanda.

14 Temmuz 2009

Denek gazeteci

Ayşe Arman'ın son marifetini konu edinip değer vermek gerekir mi bilemedim ama yine de yazmadan edemiyorum.

Fazla söyleyecek söz de yok zaten. Gazetecinin denek olmasını anlamak şart değil, neticede gazatelerde yazan herkesi gazeteci diye anmak yanlış olur.

Benim asıl değinmek istediğim ise şartların eşitliği ilkesine uygun olmamış "deneklerin" davranışı. Nişantaşı'nda veya Ortaköy'de çarşafla dolaşmamış, gidip Çarşamba'da mini etekle dolaşmış. Madem çarşafa girmedin sair yerlerde, Çarşamba'da da makul bir açıklıkla dolaşsaydınız. Kaldı ki, Nişantaşı ve Ortaköy gibi yerlerin muadili de Çarşamba değil. Fevzi Paşa Caddesi olabilirdi mesela.

Ayrıca mahalle baskısı için denek olmaya da gerek yoktu. Hergün okul kapılarından gönderilen başı kapalı hanımları izleselerdi mahalle baskısını çözerlerdi.

18 Haziran 2009

Taş mı bağlıyoruz yoksa karalar mı..?

Usve-i Hasene’yi okurken birden insanoğlunun bugünkü hali geliyor akla. Obez hastalığının gündemden düşmediği, diyet reçetelerinin elden ele dolaştığı bir dönemde yaşayınca “taş bağlamak” ne ki diye geçiriyor insanoğlu.

İnsanoğlunun en tabii ihtiyaçlarından biridir yemesi. Hatta yaşam derdi, geçim derdi denen şeyin temel hedefi karnını doyurabilmesidir insanın. Ancak sapan hedef ihtiyaç ötesinin varlığını –lüks tüketimleri- gün yüzüne çıkarmıştır.

Nereden geldik buraya; Usve-i Hasene’den. Allah Resulünün uzun süre aç kalması konusundaki bahsi okurken kendisinin ve ashabının uzun süreli aç kaldıklarında karınlarına taş bağladıkları hususu dikkatimi çekti. Dipnotunda acıkınca karna taş bağlamanın, muhtemelen o günkü Araplar arasında yaygın bir adet olduğu belirtilmiş. Taş bağlamanın nasıl bir etkisi olduğunu doğrusu bu zamanda yaşayanların anlayacağını pek tahmin etmiyorum. Hatta bunu okurken bile hangi duygu ve düşünce ile okunduğu konusunda şüphelerim bulunuyor.

Bugünün insanı için karna taş bağlamak yerine açlık(!) halinde karalar bağlamak daha doğru bir davranış türü. Kimse haline şükretmiyor. Aç olan neredeyse yok, açlığı bırakalım, lüks tüketimin derdinde insanlar. Temel sorun ise kanaatsizlik. Hep bir basamak yukarıdakine bakmayı yeğliyor insanoğlu bir basamak aşağıdakine bakmek yerine. Asgari ücretlinin cebinde taşıdığı cep telefonu neredeyse aldığı maaşın iki katı fiyatına satılıyor ama olsun... O yine onu kullanıyor. Bilmiyor ki bu hali ile etrafındakilere caka satmak yerine rezil oluyor.

Şükürsüzlük ve kanaatsizlikten vazgeçildiğinde zengin olacağını bilmeli insaoğlu...

Usve-i Hasene'den ilgili bölüm için lütfen tıklayın.

10 Haziran 2009

Rahmet diliyorum

Düzenli olmasa da aralıklarla izlediğim yazıhane.org 'un sahibi Gerçek Hayat dergisinin yazı işleri müdürü Faruk Yücel'in vefat ettiğini öğrendim. Kendisine Allah'tan rahmet, kederli ailesine baş sağlığı diliyorum.

22 Mayıs 2009

Ahmet Arsan

Medyada son zamanlarda bir Ahmet Arsan tartışmasıdır gidiyor. Neymiş efendim, Ahmet Hakan'ın müstear adıymış Ahmet Arsan. Yok efendim daha önceden yazdığı dergide birçok kişi ile polmiğe girmiş, şimid nasıl yüzlerine bakacakmış bu insanların vs. vs. Dedikodunun bini bir para... Ersin Çelik, Taha Kıvanç, Salih Tuna tartışmaya en başta katılanlardan bir kaçı.

Arsan'ın kim olduğu umurumda değil işin açıkçası fakat kişisel kanaatim gerçekten de Ahmet Hakan olduğu yönünde. Biz kim olduğundan ziyade yazdıklarına bakalım. Adamcağız işi biliyor bir defa, en çok hangi konunun tutacağını çok iyi tahmin etmiş ve kadın-giyim ekseninde bir konuyu da işlemiş ilk yazısında. "Giyim zevklerine göre camiamızın kadınları" başlığını okuyun, adamın yazdıklarının hangisinde bir yanlış var anlatın bana. Moda olanlarla demode olanları kıyasladığı yazının son bölümnden neresinde yanlış yapmış gösterin bana.

Ahmet Arsan'a kafayı en çok takanlar eski ahbapları. Niçin bu kadar üzerinde duruyorlar bu meselenin acaba diye düşündüğümde aklıma bu kesimin foylarının ortaya çıkmasından korkmaları geliyor. Başka ne ihtimal olabilir ki...

8 Mayıs 2009

Örnek Cami

2 yıl önce kaleme aldığım ve yıllardır özlemini duyduğum farklı bir yaklaşım ve mimari ile yapılmış caminin haberini dün televizyonlarda görünce birden heyecanlanmıştım. Bugün gazetelerde de rastlayınca bunu blogumda paylaşmam gerektiğini düşündüm.


Teferruata girmeden, haberin detayı için ilgili linki tıklayınız.

17 Nisan 2009

Acaba minareler...?

Acaba diyorum... Merkezi sistemle ezan okunan yerleşim merkezlerinde bir süre sonra sadece mimari görüntü olmaktan öteye gitmeyecek minarler yeni camilere yapılmaz mı olur? Vaz mı geçilir minarelerden?