koronavirüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
koronavirüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2020

Koronadan ders alacak mıyız?

Korona hayatımızın adeta bir parçası oldu. Hastalığın ilk evresinde etrafımda rahatsızlandığını öğrendiğim sadece bir kişi olmuştu. O da çok şükür atlatmıştı. Oysa şimdi kimle görüşsem bir hastalık haberi veriyor. Ve etrafımdan ölüm haberleri de almaya başladım.

Şüphesiz taktir Yüce Allah'ındır. Kainatta bir yaprağın dahi hareketinden bihaber olmayan Allah elbette bu çaplı bir musibeti de hikmetinin bir tecellisi olarak bizlere gönderdi. Peki biz acaba o hikmet ne olabilir ki diye kafa yorup düşünüyor muyuz? Yoksa her şeyi güllük gülistanlık gibi yaşamaya devam mı ediyoruz?

Salgının ilk evresinden bu yana beni en çok sarsan görüntü hiç şüphesiz Kabe'nin durumu. Her defasında canlı yayını açıp seyrettiğimde en derinimden bir yerlerde yoğun bir sızı ve bazen de o sızıya eşlik eden bir göz yaşı damlacığı oluşuyor. Elbette neredeyse tüm İslam aleminde camilerin mahzun ve sessizliği de etkili bir tesir bırakıyor üzerimde. Ancak Kabe ve Mescid-i Nebevi hüznümü derinleştiriyor.

Salgını dramatize ederek "devletlerin, toplulukların ve bireylerin çeşitli insani değerlerden uzak davranışlarının neticesinde bu durumu yaşıyoruz" paylaşımları son zamanlarda arttı. Fakat bu tür musibetler karşısında örneğin deprem, sel gibi musibetlerde konunun ilahi bir ceza olduğu yönündeki düşüncelere anında tepki veren bir grup var. Salgın için de aynı tepkiyi verirler mi bilinmez ancak benim kanaatim bu musibetler gerçekten de inanan insanların ders almasına yönelik. Bu nedenle inanan insanlar her şartta yaşanan her hadiseden ders çıkarmakla mükellef olduğu gibi bu salgından da ders çıkarmak zorunda.


Acaba 14 asırdır her mevsimde tavaf edilmiş olan, günün her saatinde dolup boşalan Kabe'de tavafın halihazırda nispeten devam etmesine karşın neredeyse durma noktasına gelmesine bizim hangi davranışlarımız neden oldu? Camilerimiz neden mahzun, 3 aya yakın bir süre kapalı kaldılar ve halen neredeyse boş. En başta dini hizmetler verdiklerini düşünen onlarca cemaat yapılanmaları camileri boş bıraktıkları için kendilerini sorumlu hissedecekler mi? Neredeyse her cemaatin, her vakfın kendilerine ait ayrı mescitleri var. Bir kısmı camiye karşı olmasalar dahi namazlarını kendi özel alanlarında yine kendi özel cemaatleri ile eda ediyorlar. Oysa cami, adı üstünde cem olunan, toplanılan mekanlar. Müslümanların kaynaştığı, bir araya geldiği, saf saf dizildikleri yerler camiler.

Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılmasına milyonlarca Müslüman sevindi ama aynı Müslümanlar mahallelerine döndüklerinde camiye gittiler mi? Eğer mahalledeki camiye gidilmiyorsa Ayasofya'nın açılmasına sevinmek havanda su dövmek gibi bir şey oluyor aslında.

Ben bu yazdıklarımla camilere ilişkin yaşananların, hatalarımızın ve alınması gereken derslerin üzerinde durmaya çalıştım. Fakat kim bilir daha niceleri var. Allah tüm Müslümanları hatalarını görüp af ve mağfiret dileyenlerden ve dahi buna mazhar olanlardan eylesin.

6 Kasım 2020

Bugün eleştirmek yerine teşekkür edelim

Covid-19 salgını nedeni ile mahkemelerdeki duruşmalar yaklaşık 2-2,5 ay kadar yapılmamıştı ilkbaharda. Herkes için zor bir dönemdi. Bu kısmı bir tarafa, o günlerde yaşadığım bir olay aklıma geldi bugün.

O dönemde her ne kadar duruşmalar yapılmıyor idiyse de mahkemeler açıktı ve memurlar idarenin belirlediği şartlarda çalışmaya devam ediyordu. Elbette bizler de boş durmak yerine dosyalarımızı gözden geçirerek eksikliklerimizi kontrol ettik ve tamamlanması için az da olsa çeşitli içeriklerde dilekçelerle mahkemelere müracaat ettik. Ancak devlet hantallığından hiçbir şey kaybetmemişti ve çoğu talebimiz askıda kaldı. Ta ki, yeni normal hayata geçip adliyelere adım atmaya başlamamıza kadar. Zira artık Covid-19 nedeni ile memurlara yaklaşamasak da kapıdan işimizi hatırlatıp adım attırabildik dosyalarımıza.

Doğrusu ben adliyelerin de en az bizim ofislerimiz kadar çalışıp dosyalardaki tüm eksikliklerin giderilmesi yönünde adım atmalarını ve nihayetinde yeni normal hayata dönüşte sıfır kilometre bir yargı ile karşılaşacağımızı ummak istedim ama böyle bir şeyin ancak hayal olacağını bildiğim için hiç öyle bir hayale kapılmadım.


Sadece mahkemenin biri benim hayalimi tetiklemişti. O günlerde bir iş aldım ve davayı UYAP sistemi üzerinden açtım. Aradan henüz yarım saat ya geçmiş ya geçmemişti, bir e-tebligat geldi. Hemen açtım, bir de ne göreyim? Az önce açtığım davanın ilk işlemleri yapılmış, duruşma günü tayin edilmiş ve taraflara tebliğ edilmiş. Bu hadise hayalimi tetiklediyse de aradan geçen günlerde diğer mahkemelerde bir değişiklik olmadığını gösterince hayalimi unuttum, unutmaya çalıştım.

Gün geldi, davanın duruşmasına girdim. Duruşma tutanağını elime aldıktan sonra hakime döndüm ve "biz avukatlar muhalif olmayı sever ve bu nedenle de her şeyi eleştiririz. Ama ben bu defa eleştirmeyeceğim, teşekkür edeceğim" dedim, başımdan geçeni anlattım. Elbette hakim de teşekkürümden dolayı memnuniyetini ifade etti.

Bugün aynı mahkemede duruşmam vardı ve duruşmaya tam saatinde girdim. Oysa mutat olan duruşmaya en az 20 dakika geç girmektir. Demek ki mahkemeler de isterlerse işlerini düzgünce bir disiplin içinde yürütebiliyorlarmış.

Güzel ve sağlıklı günlerde, hak ve adaletin incinmediği zamanlara uyanmak ümidini hep taşıyalım. Dua hükmüne geçsin.

5 Nisan 2020

Haydi! Dünyevi ve uhrevi kemalat zamanı

Koronavirüs salgını tek gündem maddemiz olmayı sürdürüyor. Önceki iki yayınımda daha çok iç alemimize yönelik fikirlerimi kaleme almıştım. Oysa hemen herkesin aklında olan salgın sonrası dış aleme yönelik değişimlerin söz konusu olacağı düşünülüyor, konuşuluyor, yazılıyor.

Dar daireden geniş daireye doğru düşünmeye çalışıyorum. Yani önce kendimizde ne tür değişimler olacak? Olmalı? Sonra ailemizde, sonra etkileşim halinde olduğumuz insanlarla ve nihayetinde toplumlarda, devletler arası ilişkilerde ne gibi değişimler olabilir?

Bu soruların özellikle de kendimize ve ailelerimize bakan yönü herkes için farklılıklar gösterecektir elbette, ancak genel olarak hem bu zorunlu tatil döneminin nasıl değerlendirilmesi gerektiği hem de salgın sonrasına dair bir kaç genel kelam edilebilir.

Ben kendi namıma şunu söyleyebilirim, 1 aylık emeklilik dönemi yaşıyor gibiyim. Zira 20 yıllık meslek hayatımda adli tatiller de dahil, iş yoğunluğunun bu kadar azaldığı bir başka zaman olmadı ve inşallah böyle bir sebebe bağlı olarak bir daha olmaz da. Bu nedenle beynimin bu yönü ile tatillerde dahi olmadığı kadar dinlendiğini hissediyorum.

İşte tam da ertelenen hayallerin, fikirlerin en azından bir kısmını gerçekleştirmek için güzel bir fırsat sunuyor bu dönem. Elbette dünya turu hayalinizi şu ortamda gerçekleştirebilmek mümkün değil ama en kolaylarından başlayacak olursak, aile fertleri ile iş, telefon, e-posta ve benzeri baskılar olmadan birebir diyalog halinde olmak... vakit olsa da biraz yabancı dilimi geliştirsem diyenler için yine güzel bir fırsat sunuyor bu dönem. Yine mesela onlarca mesleki eğitim videolarını sıra gelip de izleyemediyseniz bu dönemde onların hepsini tek tek eritebilir ve mesleğinizi geliştirmek için bu dönemi fırsata çevirebilirsiniz. Online iş, kültür, sanat platformlarından faydalanabilirsiniz. (Örneğin Çarşamba günü KOBİ'ler için online pazarlama süreçlerininin konuşulacağı bir toplantıyı şimdiden not edebilirsiniz.)

Üst paragrafta yazdıklarım biraz dünyaya bakan etkinliklerdi. Oysa “hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol” hadis-i şerifine uygun olarak ahiretimiz için de çalışmalıyız. Hep iş-güç bahanesi ile öteleyip terk ettiğimiz namaz tesbihatlarımızı daha bir huşu içinde yapmak ve bunu adet haline getirmek ne kadar güzel olur? Hadis-i şeriflerle belirli vakitlerde okunması tavsiye edilen surelerin okunması, bizi Yaradanımıza yaklaştıracak bilumum ibadet ve kulluk vazifelerimizi herhangi bir dünyevi baskının altında olmaksızın yerine getirmek ne kadar doğru bir davranış olur? İmanımızı ziyadeleştirecek eserleri, günde 2-3 tane de olsa hadis-i şeriflerden okumak da eklenebilir. Bu faaliyetlerin aile fertleri ile birlikte yapılması, hem onların da alışkanlık kazanmasına hem de bir ev içi etkinlik olarak onlarla vakit geçirmeye güzel bir vesile olacaktır.

Bunlara göre herkes kıyasen farklı faaliyetleri gerçekleştirip bu faaliyetlerini salgın sonrası günlerde de sürdürmeye çalışabilir.

Önümüzdeki yazılarda daha çok dış aleme bakan konulara dair de yazmayı umuyorum. Ya nasib...

31 Mart 2020

Ders alıyor muyuz?

Zorunlu tatil beni tekrar bloga yönlendirdi galiba. Buraya göre bir miktar yeni sayılabilecek sair sosyal medya mecralarını kullanmayı pek sevmiyor olmamın yanında geçmişe bir köprü kuruyor olması da belki beni buraya çekiyor.

Her neyse, konuya geçelim.

Son yazdığım "aklımıza sahip olalım"  başlıklı postumdan devam edecek olursak, konu aslında sadece akla sahip çıkmakla, evhamlarımıza yenik düşmeme meselesi değil. Zira daha önemlisi yaşanan her hadiseden bir ders çıkarabilecek miyiz, yoksa "o dersi başkaları çıkarsın, bize ne" mi diyeceğiz? Dindar kesimin sürekli, "artık dizginlenemeyen bir azgınlığın neticesinde Allah'ın bizlere verdiği bir ders bu" minvalindeki beyanları elbette doğruluk payı içeriyordur. Ancak bu tespiti yapmakla yetineceksek vay halimize. Her ferdin dersin aslında kendisine verildiğini, bir başka ifade ile musibetin aslında kendisine geldiğini düşünüp ona göre bir çizgiye girmesi gerekeceğini aklımızdan çıkarmayalım. 

Eğer cuma namazının saatini icabet saati olarak görmeye devam edemiyorsak, o saati sanki cuma namazı eda ediyormuşçasına ibadetle geçiremiyorsak dersi aldığımızı söyleyemeyiz. Vakit namazlarında minarelerden okunan ezanları işittiğimizde cemaatsiz kalan camiler için yüreğimiz sızlamıyorsa ders aldığımızı söylemek zor. "Ey Allah'ım, senin çağrına hakkıyla cevap veremedim, beni affet" diye kalbimiz sızlamıyorsa gecenin bir vaktinde, ders aldığımızı söylemek kolay olmasa gerek.


"Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin." (Ali İmran)

30 Mart 2020

Aklımıza sahip olalım

İnsanoğlu genellikle karşılaştığı her durumda önce olumsuz tarafa bakma yanlısıdır. Yaradılışımızda bize verilen bazı duygular, hislerdir belki bizi bu şekilde yönlendiren.

Örneğin bu salgın (kovid-19/koronavirüs) günlerinde nezle olsa, korona virüsü mü kaptım diye düşünür insan. Çünkü insandaki korku damarı devreye girer. Girmesi gerek çünkü insanın hayatını koruması lazım. Allah bu hissi bize hayatımızı korumamız için vermiş.

Elbette her his ve duyguyu da dengeli kullanmamız gerekiyor. Aksi taktirde akıldan uzaklaşma ve bu defa da delirtme noktasına gidebiliriz.

Alışkanlıklarımızdan mecburen uzaklaştığımız şu günlerde aklımıza sahip çıkmak konusunda daha dikkatli olmalıyız. Tedbir bizden taktir Allah'tan deyip evhamlarımıza geçit vermeyelim.