Siyasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Temmuz 2007

Seçmen Ne Dedi?

Seçmen 22 Temmuz’da her şeyden önce demokrasi dedi. Bunu herkesin hiç tereddüt göstermeden kabul etmesi gerekiyor.

22 Temmuz’dan birkaç ay geriye doğru giderek seçmenin daha özelde neler söylediğine bakacak olursak;

Popülist söylemlere tokum dedi seçmen. Mazotun 1 YTL olacağına da üniversite giriş sınavlarının kaldırılacağına da inanmadı. Bu bir zamanlar 2 anahtar vaadine kanmış seçmenin artık bilinçlendiğinin kanıtıdır.

Seçmen Anayasa Mahkemesinin üst mercii benim dedi. Ak Parti’ye 367 milletvekili veremediyse de sayısal olarak oyunu % 13 artırarak meclisin iradesine dokunulmasına sessiz kalmadığını gösterdi.

Darbe, muhtıra ve türevlerine prim vermediğini çok net bir şekilde dile getirdi.27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat sonrasındaki cevaplarını okuyamayan çevrelere bu defa daha açık bir cevap verilmesi gerektiğini anladı ve ona göre davrandı.

Seçmen Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını destekliyorum demiştir. Bunu oraya buraya çekmeye çalışan zihniyetler yine olacaktır, uzlaşma gerekli diyenler olacaktır ancak unutulmaması gereken bir şey var ki millet sandıkta uzlaşmıştır. Bu sonuçlardan sonra kimse çıkıp da Abdullah Gül’ün adaylığına çomak sokmaya cesaret edememelidir. Çünkü bir sonraki seçimde sandığa gömülmeyi bırakın sandığa çakılırlar.

Tandoğan, Çağlayan gibi mitinglerde toplanan kalabalıklara da en güzel cevap sandıkta verilmiştir yine. “Tayip baksana, kaç kişiyiz saysana” diyenlerin sayıları sandıkta ortaya çıkmıştır.

Seçmen Kuzey Irak’a girilmesini de tasvip etmemiştir. Seçim arifesinde ısrarla Kuzey Irak çığırtkanlığı yapan çevrelere destek olmamış aksine makul öneri ve fikirleri olan Ak Parti’ye yoğun destek çıkmıştır

Şimdi sıra siyesi aktörlerde. DP lideri Mehmet Ağar üzerine düşeni yaptı. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne var olduğunu göğsünü gere gere belirten CHP’nin lideri nedense seçimden 2 gün sonra çıkabildiği kameralar karşısında sadece 15 senedir var olduklarını ve bu 15 senede oylarını 4,7’lerden bu noktalara çıkarmış olmalarının başarı olduğunu iddia etmiştir. Fakat 5 yıllık Ak Parti’nin oylarının bu kadar yüksek olmasının nedenini de açıklayabilmiş değildir.

Bu seçim Türkiye’de hor görülen, göbeğini kaşıyanlar diye tabir edilen vatandaşlarla birlikte lüks sitelerde oturan vatandaşların ortak bir taleplerinin olduğunu göstermiştir. Türkiye artık sözde değil özde demokrasi istiyor.

Yazı aynı zamanda Moral Haber'de yayınlanmıştır.

21 Temmuz 2007

Demokrasi Bayramı

Bir süredir blogumla ilgilenemediğimin farkındayım. Bunun nedeni bir yakınımın milletvekili adayı olması nedeni ile çalışmalarına iştirak ettiğim içindi.

Seçimler demokrasilerde bir bayram niteliğindedir ve biz bir süredir bu havadayız. Partilerin dostça ama rekabet ortamında bir birlerine nazireler yaparak etkinliklerini sürdürdükleri bir seçim dönemi geçirdik. Ümidimiz seçim sonrasında da aynı havanın devam ettirilmesi.

Yarın seçim var. Yarın demokrasi bayramı. Şimdiden hayırlı olsun diyorum.

14 Temmuz 2007

Kadük Tartışması

Son Anayasa değişiklik paketi ile ilgili yeni ortaya atılan kadük (değerini, önemini yitirmiş, geçerliliği kalmamış, eskimiş/TDK) tartışması siyasi arenadaki satranç oyuncularının son hamlesi oldu. Ancak satranç bir kurallar oyunudur. Siyasette ise ne yazık ki bazı durumlarda maçın ortasında kural değiştirilebilmektedir.

Öncelikle bilmemiz gereken Anayasamızın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına ilişkin 5678 sayılı kanun 16.06.2007 tarih ve 26554 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Cumhurbaşkanınca yapılan işlem onay işlemidir ancak onaylanan değişikliğin yürürlüğe girebilmesi halkoylamasından yarıdan fazla onay almasına bağlanmıştır.

Anayasamızın 175. maddesinde değişikliğin yürürlüğe girmesi için halkoylamasında oyların yarıdan fazlasının alınması şartı koşulmuşsa da bu, halkoylamasının bizatihi neticesi ve tabii bir sonucudur. Halkoylaması işlemini bir yasama faaliyeti olarak algılamak yanlıştır. Halkoylaması sadece yasanın yürürlüğü için ön şarttır. Yasa Resmi Gazetede yayınlanmıştır ve hal-i hazırda böyle bir yasa mevcuttur.

Ana muhalefet partisinin yeni “kadük” tartışmasını gündeme getirmesindeki tek hesap kanaatimce Anaysa Mahkemesinin vermiş olduğu hukuku zorlayan bazı kararlarının mevcudiyetinden istifade etmek ve “367 tuttu, acaba bunu da tutturabilir miyiz” düşüncesidir. Fakat ne yazık ki biz de bir hukukçu olarak 367 kararı gibi bir kararın alındığı hukuk sistemimizde bu kadük tartışması yersizdir desek de ortaya nasıl bir karar çıkacağını da kestirememekteyiz. Bu durum biz hukukçuların ayıbıdır, siyasilerin değil.

CHP’nin arkasına aldığı Anayasa Mahkemesi ve Cumhurbaşkanı rüzgârı ile son dönemde kuralları kural tanımazlıklarla değiştirmeye çalışmaları, sistemi kilitlemek ve gerilimin artmasını sağlamaktan öteye gitmediği açıkça görülmektedir. Cumhurbaşkanının hukuk sistemimizde var olmayan “yasanın yok sayılması” talebi ile Anayasa Mahkemesine müracaatı da esasında CHP ile aynı karede yer almaktan uzak durmadığının ve tarafsızlığının gölgelenmesinden rahatsız olmadığının kanıtıdır.

Kadük tartışması aynen 367 tartışması gibi bir kenarda tutulacaktır. Tüketilmiş olduğu sanılmasın. Seçim sonuçlarının göstereceği tabloya göre bir gün tekrar önümüze sürülecektir.

Not: Bu yazı aynı zamanda Moral Haber'de yayınlanmıştır.

6 Temmuz 2007

Meclisin İradesine Dokunulmadı!

Malum olduğu üzere Cumhuriyet Halk Partisi son Anayasa değişiklik paketi ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne iki defa müracaat etmiştir. Birinci müracaatını paket henüz cumhurbaşkanının önünde imzayı beklerken yapılmış, ikinci müracaat ise değişikliğin Cumhurbaşkanınca imzalanıp referanduma gönderilmesi kararından sonra yapılmıştır.

Anayasamızın 151. maddesi açıkça “Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanun, kanun hükmünde kararname veya içtüzüğün Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer” demek sureti ile dava açma süresinin başlangıcı için yasa değişikliğinin meclis tarafından çıkarılması tarihini değil, yasanın Cumhurbaşkanınca imzalanıp Resmi Gazetede yayınlanmasından itibaren başlayacağını belirtmiştir. Ancak CHP Anayasa Mahkemesinden almış olduğu önceki kararların etkisi ile olsa gerek mahkemenin işleyişinin kendi isteği doğrultusunda düzenlenebileceği varsayımıyla usulsüz bir müracaatta bulunmuş ve raportörün bu noktadan hareketle o itirazının reddedilmesi gerektiğine dair yazdığı rapor neticesinde değişikliğin Resmi Gazetede yayınlanması akabinde ikinci müracaatını yapmıştır. Anayasa Mahkemesi ise usul ekonomisi açısından Cumhurbaşkanınca yapılan itiraz ile CHP’nin itirazını birleştirerek incelemiştir.

Mahkemenin 5 Temmuz’da vermiş olduğu kararla değişiklik paketi onaylanmış olmayıp sadece değişikliğin usulüne uygun olduğu saptanmıştır. Değişikliği halk onaylayacaktır. O da ancak referandumla mümkün olacaktır. Şu halde yeni meclis Cumhurbaşkanını hal-i hazırdaki hükümler çerçevesinde seçecek veya seçemeyecektir. Seçememe ihtimali halinde muhtemelen 21 Ekim’deki halk oylamasında 22 Temmuz’da düşünülen iki sandık önümüz konacak, hem yeni bir meclis seçmek hem de değişikliği onaylayıp onaylamama konusunda iki ayrı oy kullanacağız.

Meclisin iradesine dokunmayan bu son kararı ile Anayasa Mahkemesi itibarını yeniden yükseltmiştir.

Bu yazı 19.06.2007 tarihli yazının devamı mahiyetinde kaleme alınmıştır.

2 Haziran 2007

Anket Sonucu

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin çeşitli etkiler nedeni ile tamamlanamadığı, demokrasinin sekteye uğratılmaya çalışıldığı bir zaman diliminde belki de sürecin en sancılı noktasına yönelik yaptığım amatörce anketin neticesi en azından bu blogun okur ve ziyaretçilerinin eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanına olumlu baktıklarını gösteriyor. Ankete katılanların % 45'i eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanı olsun derken % 21'i ise bu durumu memnuniyetle karşılayacağını söylüyor. % 23'ü ise "farketmez" seçeneğini tıklayarak demokrat bir tavır sergilemişler. "Olmasın" ve "kabul edilemez" diyenlerin toplam oranı ise sadece % 11.


Kanaatimce toplam 56 kişinin iştiraki ile yaptığım bu anket sonucu toplumun tümünün ortak görüşüne yakın değerlerdir. Çünkü daha geniş kapsamlı yapılan bir çok benzer anketlerde de aşağı yukarı aynı sonuçlar alınıyor.

Bu anketle ilgili olarak yine geçmiş anketlerimle ilgili yazdığım yazılarda olduğu gibi ankete iştirak ederek fikirlerini oylayanların görüşlerini açıklamalarından memnuniyet duyacağımı belirtirim. Özellikle de eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanını kabul edilemez görenlerin görüşlerini yazmalarından memnuniyet duyarım.

8 Mayıs 2007

Hangi Sistem?

Gündemdeki konulara ilişkin yorumlara devam ediyorum.

Tüm dünyada demokratik rejimlerde kabul gören üç sistem vardır. Parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi. Bizim şu anda uyguladığımız sistem parlamenter sistem olup son Anayasa Mahkemesi kararı söz konusu olmasaydı sosyal yapımıza en uygun olan sistemdi. Başkanlık sistemi için ABD örnek gösterilir çünkü en sert ve katı kurallarıyla uygulanan şekli oradadır. Yarı başkanlık için örnek ise Fransa’dır.

Bu sistemlerin hepsinin belirgin farklılıkları vardır. Ve bu sistemler bir bütün olarak uygulanmadıklarında sistemin yaşandığı ülkelerde kaos meydana getirebilirler. Nitekim Türkiye’de yaşanan şu son tartışmaların ardında bir bakıma parlamenter sistemin tüm yönleriyle uygulanamaması yatmaktadır. Çünkü ’82 Anayasası ile parlamenter sistem ciddi biçimde yarı başkanlık sistemine yaklaştırılmış, ortaya ne olduğu belirsiz bir sistem çıkmıştır. İşte neticesi de bu yaşadığımız süreç olmuştur.

Ancak şimdi halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı ile bu sistemin tarifi de kalmayacaktır. Türkiye’nin demokrasiye kazandırdığı(!) yeni bir sistem olacaktır. Neden derseniz, mevcut seçmen sayısının 40 milyondan fazla olduğu bir ülkede parlamentoyu aşağı yukarı 15-17 milyon insanın kullandığı oylar belirliyor ve son dönemlerdeki en güçlü iktidar olan AK Partinin aldığı oy ise 10 milyon civarında. Oysa yeni yapılan düzenleme ile seçilecek Cumhurbaşkanının alacağı muhtemel oy en az 20 milyon civarında olacak. Bu durumda bir tarafta 10 milyon oy alıp tüm gücü elinde bulunduran bir parlamento çoğunluğu ile diğer tarafta 20 milyon oy almış ama elinde sayılı birkaç yetkinin haricinde etkisi ve yetkisi olmayan devletin ve milletin en üst temsilcisi olan bir Cumhurbaşkanı olacak. Ve bu iki kurumun birbiriyle çatışmaması gerekiyor.

Kanaatimce Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yerine yapılacak bir düzenleme ile meclis toplantı yeter sayısı ile alakalı Anayasanın ilgili maddesini daha açık bir şekilde kaleme alıp tüm toplantıların 1/3 (184) oranı ile açılabilmesinin yolunun açılması daha makul ve mantıklı bir yol olur. Yahut Cumhurbaşkanını illa halkın seçmesi öngörülüyorsa seçilecek ilk mesclisin bir kurucu meclis niteliğinde çalışarak sistemi baştan aşağıya yeni duruma uygun hale getirmesi gerekir. Bu da güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı, zayıflatılmış başbakanlık şeklinde tezahür edecektir. Ancak yukarıda da ifade ettiğim üzere Türk sosyal yapısına en uygun olan sistem parlamenter sistemdir.

3 Mayıs 2007

TBMM Başkanlığı ve Vekalet

Bugün hukuki yorumlara devam edeceğim çünkü hukuksuzluğun derinlemesine yaşandığı ve yaşatıldığı şu günlerde hukuk namına ortaya koyabileceğim tek şey buradan ulaşabildiğim 50 belki bilemediniz 100 kişiye hakikati anlatmak olacak.

Gündemdeki anayasa değişikliğine eklenmesi unutulan çok ciddi bir konu var ki bunu ancak yeni meclis açıldığında farkedeceğiz. Önceki yorumumda da yazdığım gibi TBMM başkanı seçebilmek son Anayasa Mahkemesi kararı ile ihtimal dışıdır. Tek ihtimal var, o da muhalefetin seçilsin dediği kişiyi seçmektir. Oysa bu durum azınlığın çoğunluğa hükmetmesi demekten öte bir şey değildir. Siyaset arenasının toz pembe olduğu şu günlerde siyaset oyununu oynayan aktörler bu durumun galiba farkında değiller.

İkinci bir durum ise Cumhurbaşkanlığına kimin vekalet edeceği hususudur. Bu konuda ilgili maddeler her iki ihtimale açık şekilde yorumlanıyorsa da hukuk mantığının gereği Cumhurbaşkanlığına TBMM başkanının vekalet etmesidir. Neden? Cumhurbaşkanlığı seçimi herhangi bir şekilde sonuçlandırılamadığında bu durumda mevcut Cumhurbaşkanının ilanihaye Cumhurbaşkanlığına devam etmesi gerekir ki bu demokrasinin en önemli kuralı olan seçilmişlik kuralına terstir. Oysa TBMM başkanı vekalet etse, örneğin şu ortamda önümüzdeki genel seçimlere kadar mevcut başkan vekalet etse, genel seçimler akabinde yeni bir meclis başkanı seçileceğinden (hoş, bu da artık pek mümkün değil) yeni seçilen TBMM Başkanı Cumhurbaşkanlığına vekaleti devralır ki bu durum demokrasiye daha uygun bir çözümdür. Hukuk mantığı bunu gerektirir.

Yazacak ve yorumlanacak o kadar gündem konusu çıkıyor ki, hepsini tek tek yorumlamaya kalkışsam bilgisyar başından kalkmamam gerekiyor. Bu nedenle şimdilik bu iki konuya değinmekle yetiniyorum.

1 Mayıs 2007

Bundan Sonra? (Kararın Anlamı)

1 - Anayasa'nın 84. maddesi gereğince bir milletvekilinin maddede bahsedilen nedenlerden dolayı vekilliğinin düşürülmesi için sadece 276 oy değil, 276 milletvekilinin de meclis genel kurulunda hazır bulunması gerekecek. Anlamı: Bundan böyle hiç bir milletvekilinin milletvekilliği düşürülemeyecek.

2 - Anayasa'nın 87. maddesi gereğince özel ve genel af çıkarmak için meclis toplanmak isterse en az 330 milletvekilimiz meclis genel kurulunda bulunacak. Anlamı: Bundan böyle kolay kolay af çıkmayacak, Rahşan hanım yaşar da meclisten böyle bir karar çıkartmaya kalkışırsa artık ne yazık ki bunu yapabilmesi oldukça güç. Bu bakımdan bu karar çok yerinde oldu diyebiliriz.

3 - Anayasa'nın 94. maddesi gereğince TBMM Başkanı seçilebilmek için ilk turda 367 milletvekili hazır olmak zorunda. Anlamı: Bundan sonra meclise başkan seçilebilmek öyle kolay değil, muhalefet "ben seçime katılmıyorum" dediğinde meclis başkansız kalacak!!!

4 - Anayasa'nın 99. maddesi gereğince Bakanlar Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi için 276 milletvekilimizin mecliste hazır olması gerekiyor. Anlamı: Çok bir anlamı yok, zaten önceden de kolay kolay mümkün değildi.

5 - Anayasa'nın 100. maddesi gereğince Başbakan ve bakanların Yüce Divan'da yargılanabilmeleri için en 276 milletvekili ile toplanması gerekiyor meclisin. Anlamı: Bunun da çok anlamı yok, zaten geleneksel uygulamalarımızda herkes birbirini aklayıp paklıyor, yüce divana filan gerek kalmıyor.

6 - Anayasa'nın 102. madesi gereğince Cumhurbaşkanını seçebilmek için en az 367 milletvekilimizin salonda olması gerekiyor. Anlamı: Çok açık. Cumhurbaşkanı seçebilmek için belki de en uygun durumda bulunan mevcut parlemento bile bunu sağlayamadığına göre bundan sonra meclisin Cumhurbaşkanı seçebilmesi mucize gibi bir şey olur ancak.

7 - Anayasa'nın 105. maddesi gereğince Cumhurbaşkanı vatana ihanet etti diyorsa vekillerimiz, bunun için mecliste 413 kişi ile toplanmaları gerekecek. Anlamı: Bundan sonraki Cumhurbaşkanlarımız rahat olsunlar, 367 kişinin bir araya gelmesi ile seçilebilen bir Cumhurbaşkanına kolay kolay 413 kişi karşı gelemez.

8 - Anayasa'nın 111. maddesi gereğince Bakanlar Kuruluna güven oylaması için yine 276 milletvekilimiz salonda bulunmak zorunda. Anlamı: Bunun da çok anlamı yok, zaten mümkün değil gibiydi.

9 - Anayasa'nın 175. maddesi gereğince milletvekillerimiz artık Anayasayı değiştirmek istediklerinde 330 milletvekili ile bir araya gelmek zorundalar. Anlamı: Artık anayasayı değiştirmek eskisinden çok daha zor olacaktır.

28 Nisan 2007

Demokrasi

Demokrasiye
sözde değil özde inanan bir zihniyet istiyoruz!!!
Blogcuları bu konuda hassasiyet göstermeye davet ediyorum.

24 Nisan 2007

Tebrikleri Kabul Ettim!

"Yahu arkadaşlar, beni niye tebrik ediyorsunuz? Ne Cumhurbaşkanı oldum, ne de adayı?" Telefon açıp beni tebrik eden arkadaşlara bunu diyemedim bugün.

Sabah evden ayrılmadan haberlere baktığımda adayın bugün AKP grup toplantısında açıklanabileceğine dair yorumlar vardı. Ancak grup toplantısını izleyemedim. Aynı saatte Bayrampaşa Cezaevinde idim ve üzerimde hiç bir iletişim aracı da yoktu. Aksilikler birbirini izleyecek ya, ben ne kadar acele ediyorsam görüşme o kadar uzadı. O yetmedi, tam cezaevinden çıkıyorken avukatlık kimliğimi ibraz edemedğimden 10-15 dakika daha gecikti çıkışım. Çıkıp da telefonu elime aldığımda 5 tane cevapsız çağrı gördüm. Hepsini tek tek aradım ve hepsi tebrik için aramıştı. Hepsine teşekkür ederim dedim ama bir taraftan da "Tayyip Bey acaba beni mi aday gösterdi, hadi canım mümkün değil" diyordum içten içe. En azından 40 yaşını doldurmamıştım ama o da zor değildi ki, neticede cumhurbaşkanını seçecek meclis ufak bir düzenleme ile cumhurbaşkanı adayları için seçilme yaşını da pekala 30'a indirebilrdi.

Bu duygu ve düşünceler içerisinde elim radyoya gitti ve haber kanallarından birini açtım. Radyoyu açtığımda ufak bir hayal kırıklığı eşliğinde kendi kendime söylendim; "Ali sen de çok safsın yahu, seni cumhurbaşkanı yaparlar mı?" Daha derinlerden bir ses ise; "31+7=39, Ali yine yetmiyor, gelecek seçimde de aday olamıyorsun, Turgut Özal niye 3. senesinde vefat etti ki, 1 sene daha bekleseydi olmaz mıydı? Kim bekleyecek şimdi 14 sene?" diyordu. O sırada çalan telefonla kendime geldim ve tebriklerin sebebini anladım. 2 yıldır öngördüğüm ve iddia ettiğim üzere cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül aday olmuştu ve dostlar bunu bildiğim için tebrik ediyorlardı. Hepinize teşekkürlerimi sunuyorum arkadaşlar.

Adaylık mı? Bir başka bahara!

11 Nisan 2007

Merve Kavakçı Mahkum Oldu!

Geçtiğimiz günlerde 28 Şubat'ın izlerinden biri daha yargı marifeti ile silinmeye çalışıldı ancak derin medyamız olayı görmezden gelmeyi yeğledi nedense.

AİHM, Türkiye'yi, Merve Kavakçı, Nazlı Ilıcak ve Mehmet Sılay'ın 'serbest seçim hakkı'nı ihlal ettiği gerekçesiyle para cezasına mahkum etti. Seçilmiş kişilere uygulanan müeyyidelerin de 'ağır ve orantısız' olduğunun altını çizdi.

Bu karar 5 Nisan 2007 günü verildi. Ancak aynı gün internet sitelerinde haberin detayını bulmak oldukça güçtü. Haberi o akşam geç vakitte duydum ve umumiyetle takip ettiğim Milliyet'in internet sitesini açtım ancak nafile. Haberle ilgili hiç bir bilgi yoktu. İşte 5 Nisan tarihli Milliyet Gazetesinin gün boyunca sunduğu son dakika haberleri...

Mahkeme tarafından aksi bir karar verilmiş olsaydı medya nasıl bir tavır alırdı, gerçekten çok merak ediyorum. Yine de her şeye rağmen, gazeteciliğin ilkelerinden olan "köpeğin insanı ısırması haber değildir, insanın köpeği ısırması haberdir" örneğinden hareketle AİHM'nin kararının olağan ve çıkması gereken bir karar olarak yorumlanmış olduğunu düşünüp bu nedenle haber konusu yapılmadığını varsayıyorum ki, iyi niyetimizi muhafaz etmiş olalım.

9 Nisan 2007

Cumhurbaşkanı

Olmayacak.

Olamayacak.


Olmamalı.

Olamamalı.

Olmaz.

Olamaz.

Olmasın.

Olamasın.

Olmadı, yorgunluğumuz da kesemize kaldı.

Olmadı işte, olmadı!*

* Yine başaramadım.
(DB)

2 Nisan 2007

Terörist Arayanlara Duyurulur!

Muhterem Ümit Şimşek Hocamızın bir gruba gönderdiği mail vasıtası ile haberdar olduğum bir konuyu paylaşmak istedim.

Soru şu; "Kasıtlı olarak sivillere yönelen bombalama ve diğer saldırılar mazur görülebilir mi?"

Kasim 2006'da Maryland Üniversitesince en kalabalık İslam ülkelerinde yürütülen bir anket, Endonezya halkindan yüzde 74, Pakistanlılardan yüzde 86, Bangladeşlilerden de yüzde 81 oraninda "Asla!" cevabini almis.

Aynı soruya "Asla" cevabını veren Amerikalıların oranı ise yüzde 46'da kalıyor! Daha da ötesi, Amerikan halkının yüzde 24'ü, "Bazan yahut coğu zaman bu saldırılar ve bombalamalar haklı görülebilir" düşüncesinde!

Haber, bir Amerikan gazetesi Christian Science Monitor'dan alınmış:

http://www.csmonitor.com/2007/0223/p09s01-coop.html

* * *

Bu arada geçtiğimiz ay ABD'de bir konferansta eski Norveç Başbakanını dinleyen bir tanıdık ondan aktardı; geçen yıla kadar İsveç müfredatında öğrencilere aynen şu cümle okutuluyormuş; "HER MÜSLÜMAN TERÖRİST DEĞİLDİR AMA HER TERÖRİST MÜSLÜMANDIR." Bu zihniyetle yetiştirilen ve gücü ellerinde bulunduran bir toplulukla karşı karşıyayız.

Yapmamız gereken çok şey var galiba.

10 Mart 2007

Ne Yapmalı?

Kırk yılda bir you tube'a bir link verdim, bir zamanlar avukatlık stajımı yaptığım İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi beni bekliyormuş, siteye girişi yasakladı.

Esasında son derece ilginç bir konu olmasına rağmen konuyu pek kimse işlemedi nedense. Neticede ortada saygı duyulması gereken bir mahkeme kararı vardı ve insanlar da bu karara saygı duyuyorlardı.

Ancak Milliyetteki şu haberi de gördükten sonra artık bu konunun gerçekten de komikleşmeye başladığını yazmak gerektiği kanaatine vardım. Elbette her devletin her milletin her ülkenin belli değerleri vardır ve bu değerlere saygı gösterilmesini beklemek en tabii hakkıdır. Bununla beraber sizi dünya aleme özgürlükleri kısıtlayan bir ülke görüntüsü vereceği gün gibi aşikar olan You Tube gibi tüm dünyanın yakından tanıdığı, izlediği bir siteye yasak koymak, akıl mantık işi değildir. Kaldı ki, You Tube içeriğini başkaları vasıtası ile dolduran bir site iken, doğrudan Türkiye Cumhuriyetine ve değerlerine düşmanlık yapmak, zarar vermek, terör örgütlerini desteklemek amaçlı içeriği doğrudan bilinen kişi ve örgütlerce hazırlanan nice internet siteleri varken You Tube'u düşman bellemek, siteye girişi engellemek çözüm değildir.

Günümüz dünyasının bilgi bombardımanı arasında bir kaç fişeği seçmeye kalkışarak zaman kaybetmenin mantığı olamaz. Bekle-gör-tavır al döneminde değiliz artık. Yalnız savunma pozisyonunda olmak bu dönemin demodesidir. Pasif değil aktif olmak durumundayız.

5 Mart 2007

Bir Türkiye Gerçeği

Ertuğrul Özkök yıllar önce bir yazısında anlatmıştı: Gittiği bir dâvette değişik gazetelerin yönetici kadroları, yazarları, yazı işleri sorumluları varmış… Akıllarına gelmiş, birkaç gün sonra yapılacak genel seçimin sonucuna ışık tutabilsin diye ortaya bir sandık koyup dâvetlilerin oy kullanmasını istemişler… Sandık açılınca gerçek seçimde yüzde 1'in altında oy alacak bir partinin oyların çoğunu topladığı görülmüş… Sonra akıllarına gelmiş, evde çalışan, yemekleri pişiren ve servis edenler için de bir sandık koymuşlar; öteki sandıkta tek bir oy bile almamış muhafazakâr bir partinin oyları silip süpürdüğü görülmüş…

Bu bir Türkiye gerçeği işte…

2 Şubat 2007

Hepimiz Samast'ız(!) Hepimiz Kahramanız

Hrant Dink cinayeti ile ilgili gelişmeleri ilgiyle izliyoruz. En son zanlı Ogün Samast'ın güvenlik güçlerince bayrak önünde ve eline bayrak tutuşturularak adeta bir kahramanmışçasına görüntülerinin çekilmesi, güvenik güçlerinin zanlıyla aynı karede yer almaları gerçekten de trajikomik bir hadise idi. Nedir bu güvenlik güçlerinin düşündükleri? Bir katil zanlısını kahraman olarak mı görüyor bu insanlar? Yazık bu zihniyete...

Bu konu mülkiye müfettişlerince ortaya çıkarılmaktaysa da, kanaatimce bu müfettişlerin burdan öteye gidebilmeleri söz konusu olamayacaktır ve varılan nokta ancak burası olacaktır. Bu nedenle kimse olayın derinliklerine gidilyor izlemine kapılmamalı bence. Bu müfettişler siyasi kimliği olan bir bakana bağlılar ve kim bilir devletten daha ne beklentileri vardır. Valilik, müsteşarlık gibi..

Kanaatimce bu son cinayette ciddi bir suistimal söz konusu olmakla evvela İçişleri bakanının istifa etmesi gerekir. En son dünkü görüntü konusunda bile bakanlık ortaya çıkıp görüntülerin Jandarma tarafından mı yoksa Emniyet tarafından mı çekildiği konusunda bile net bir açıklama yapamayarak zaafiyet göstermiştir. Her iki kurumun da sorumluluğu varsa bunu da açıklamalıydı. Bu konu muallakta bırakılmamalıydı.

Ancak Türkiye'de bakanların istifa etme gibi bir alışkanlıkları olmadığı gibi Başbakanın azletme yetkisini kullanma alışkanlığı da yok. Çünkü bakanlar aynı zamanda partili oldukları için işin içine siyasi mülahazalar giriyor ve neticesinde işte böyle açmazlar doğuyor. Bakanların meclis ve parti dışından olması bu sözünü ettiğimiz istifa ve azil uygulamalarının işlemesi için en uygun çözüm olduğu kanaatindeyim.

Artık ciddi bir hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirme zamanı gelmiştir.

26 Ocak 2007

Hepimiz Mehmed'iz, Ali'yiz, Hepimiz Türk'üz, Hepimiz Müslüman'ız

Geçtiğimiz bir haftanın en çok konuşulan konularından biriydi Hrant Dink cinayeti. Cinayet ertesindeki gelişmeler de oldukça manidardı. On binlerin katıldığı cenaze merasiminde "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz" söylemi akıllarda kaldı. Ardından da ruhuna mevlit okutmaktan tutun fatiha okunacağına dair bir çok şey yazıldı, söylendi.

Toplumların bir arada yaşamaları için, hoşgörü ortamının sağlanması için, Ermeni diasporasına hoş görünmek için, Avrupa Birliği'nin gönlünü almak için şüphesiz tabiri caizse cuk diye oturan güzel bir söylem olmasına rağmen özü itibari ile kanıma dokunan, çok rahatsız olduğum, kendimden, milletimden ve dindaşlarımdan utandığım bir slogandı.

Evet, cinayet her kime işlenmiş olursa olsun insanlık ayıbıdır ve kesinlikle hoş görülemez. Hrant Dink de cinayete kurban gitmiş biri olarak cenazesine iştirak edilip insanlığına saygı duyulabilecek biri olabilir. Ancak tüm bunlara rağmen ben Hrant Dink değilim. Ben Ermeni de değilim. Ben Mehmed'im, Ali'yim, Türk'üm ve Müslüman'ım.

"Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz" diyenlerin gayr-i müslim biri için fatiha okumalarından da daha tabii bir hal olamayacağı için bu tartışmayı da yersiz buluyorum. Buyursunlar okusunlar. Kendileri bilirler.

19 Aralık 2006

Cumhurbaşkanlığı Anketi

Cumhurbaşkanlığı konusu Türkiye'de her zaman sıkıntı oluşturur. Atatürk'ten sonraki hemen her Cumhurbaşkanlığı seçiminde ciddi sıkıntılar atlatılmış, bazıları ise darbe mahsulü olmuştur bu seçimlerin.

Benim kuşağımın hatırladığı seçimler eskilere nispeten daha rahat geçmişse de 7 yıllık süresi dolmaya 1 yıl kala spekülasyonları başlar. Oysa Anayasa'nın
101 ve 102. maddeleri Cumhurbaşkanında olması gereken vasıflarla nasıl seçileceği hakkında detaylı bilgileri verir. Demokrasiyi hazmedebilmiş her kişi ve kurum bu maddeleri bir defa okusa problem kalmayacak.


Ben de bir süredir bir anket düzenledim. Ankette saydığım bazı isimler Anayasa'nın ilgili hükümleri uyarınca Cumhurbaşkanı seçilemiyor da olsalar ben o isimleri de koydum. Neticede Cumhurbaşkanı seçmeye muktedir bir güç ya da sayı Anayasa'nın o maddelerini de değiştirmeye yetecek bir güç ve sayıdır. Ankete katılanların % 16'sı gönlümde başka biri var demiş. Doğrusu ben o seçeneği tıklayanların gönüllerinde kim olduğunu öğrenmek isterim. İşte fırsat, buyrun, burada paylaşalım; isimleri ve fikirlerimizi...

27 Kasım 2006

Göle Yeni Maya

Geçtiğimiz günlerde aylar önce Yozlaşan Dindarlık başlığı ile blogda yayınladığım yazı ile benzer konuyu işleyen bir yazı okuyunca konuyu (ve yazıyı) paylaşmak istedim. Biliyorum, başörtülülerin çoğu başörtüsü meselesi ile erkeklerin ilgilenmesinden pek memnun olmuyorlar. Biraz da popüler bir konu olmasından dolayı ben de bu konuya değinip değinmemekte hep tereddüt geçirsem de bu durum ne yazık ki başörtüsü konusunu görmezlikten gelmeye yetmiyor.

Öncelikle kendi kanaatimi belirtmeliyim ki; başörtüsü bir simgedir. Bunu başörtülüler ya da başörtüsüne karşı olanlar, kabul etsinler ya da etmesinler; başörtüsü simgedir. Ancak bence siyasal bir simge değildir. Siyasal İslam’ın simgesi olarak algılamak olayı basite indirgemekten başka bir şey olamaz. Fakat İslam’ın simgesidir. Elbette tek simgesi değildir ama simgelerinden biridir. Minare gibi, ezan gibi... Tesettüre giren her kim ise tesettürün hakkını yerine getirmek, yani simgelediği şey olan İslam’ın gereklerine herkesten daha fazla uymak zorundadır. Hiçbir tesettürlünün "benimle tesettürsüz arasında ne fark var?" demeye hakkı yoktur.

Bu kanaatimi paylaştıktan sonra Fatma K. Barbarasoğlu'nun şu parağrafına bir bakalım;
"Seksenlerin başında çarşaf mı abaye mi pardesü mü tartışmaları yapan Türkiye, önümüzdeki yıllarda başı örtülü ama vücud dili olarak varlığını aşırı imleyen türbanlı kadınlar ile, saçları açık ama vücud dilini daha parantez içi kullanan kadınların, hangisinin daha tesettüre uygun olduğunu tartışacak."
Fatma K. Barbarasoğlu yazısında başka neler yazmış; bakalım.