Mesleki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mesleki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2007

Bundan Sonra? (Kararın Anlamı)

1 - Anayasa'nın 84. maddesi gereğince bir milletvekilinin maddede bahsedilen nedenlerden dolayı vekilliğinin düşürülmesi için sadece 276 oy değil, 276 milletvekilinin de meclis genel kurulunda hazır bulunması gerekecek. Anlamı: Bundan böyle hiç bir milletvekilinin milletvekilliği düşürülemeyecek.

2 - Anayasa'nın 87. maddesi gereğince özel ve genel af çıkarmak için meclis toplanmak isterse en az 330 milletvekilimiz meclis genel kurulunda bulunacak. Anlamı: Bundan böyle kolay kolay af çıkmayacak, Rahşan hanım yaşar da meclisten böyle bir karar çıkartmaya kalkışırsa artık ne yazık ki bunu yapabilmesi oldukça güç. Bu bakımdan bu karar çok yerinde oldu diyebiliriz.

3 - Anayasa'nın 94. maddesi gereğince TBMM Başkanı seçilebilmek için ilk turda 367 milletvekili hazır olmak zorunda. Anlamı: Bundan sonra meclise başkan seçilebilmek öyle kolay değil, muhalefet "ben seçime katılmıyorum" dediğinde meclis başkansız kalacak!!!

4 - Anayasa'nın 99. maddesi gereğince Bakanlar Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi için 276 milletvekilimizin mecliste hazır olması gerekiyor. Anlamı: Çok bir anlamı yok, zaten önceden de kolay kolay mümkün değildi.

5 - Anayasa'nın 100. maddesi gereğince Başbakan ve bakanların Yüce Divan'da yargılanabilmeleri için en 276 milletvekili ile toplanması gerekiyor meclisin. Anlamı: Bunun da çok anlamı yok, zaten geleneksel uygulamalarımızda herkes birbirini aklayıp paklıyor, yüce divana filan gerek kalmıyor.

6 - Anayasa'nın 102. madesi gereğince Cumhurbaşkanını seçebilmek için en az 367 milletvekilimizin salonda olması gerekiyor. Anlamı: Çok açık. Cumhurbaşkanı seçebilmek için belki de en uygun durumda bulunan mevcut parlemento bile bunu sağlayamadığına göre bundan sonra meclisin Cumhurbaşkanı seçebilmesi mucize gibi bir şey olur ancak.

7 - Anayasa'nın 105. maddesi gereğince Cumhurbaşkanı vatana ihanet etti diyorsa vekillerimiz, bunun için mecliste 413 kişi ile toplanmaları gerekecek. Anlamı: Bundan sonraki Cumhurbaşkanlarımız rahat olsunlar, 367 kişinin bir araya gelmesi ile seçilebilen bir Cumhurbaşkanına kolay kolay 413 kişi karşı gelemez.

8 - Anayasa'nın 111. maddesi gereğince Bakanlar Kuruluna güven oylaması için yine 276 milletvekilimiz salonda bulunmak zorunda. Anlamı: Bunun da çok anlamı yok, zaten mümkün değil gibiydi.

9 - Anayasa'nın 175. maddesi gereğince milletvekillerimiz artık Anayasayı değiştirmek istediklerinde 330 milletvekili ile bir araya gelmek zorundalar. Anlamı: Artık anayasayı değiştirmek eskisinden çok daha zor olacaktır.

Tartışılan Maddeler

Anayasa 96; Anayasada, başkaca bir hüküm yoksa, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir.

Anayasa 102; Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.

TBMM İç Tüzük 121; Cumhurbaşkanı, Anayasanın 101 inci Maddesinde yazılı nitelikleri taşıyan adaylar arasından, Anayasanın 102 nci Maddesi hükümlerine göre seçilir.

TBMM İç Tüzük 57; Başkan birleşimi açtıktan sonra tereddüde düşerse yoklama yapar.

Görüşmeler sırasında işaretle oylamaya geçilirken, yirmi milletvekili ayağa kalkmak veya önerge vermek suretiyle yoklama yapılmasını isteyebilir.


* * *

Maddeler okunduğunda her şey aslında gayet açık. Bu maddeleri anlamak için hukuçu olmaya bile gerek yoktur. Anayasa 96'da bahsi geçen toplantı yeter sayısı ile karar yeter sayısının farklı kavramlar oldğu açıktır. "Başkaca bir hüküm yoksa" denilmek sureti ile başka maddelerde farklı düzenlemeler olabileceği öngörülmüştür. Ancak başkaca hiç bir maddede toplantı yeter sayısı ile ilgili bir hüküm bulunmamakta, sadece karar yeter sayıları anılmaktadır. Yasa düzenleyici aksi düşüncede olsa idi bunu ilgili maddelerde açıkça belirtir; aynen 96. maddede olduğu gibi "bu karar için topantı ve karar yeter sayıları şudur" derdi.

Anayasa Mahkemesine müracaat edilmesinin tek nedeni İç Tüzük'ün 121. maddesindeki Anayasanın 102. maddesine yapılan atıftır. Ancak 102. maddenin buraya aldığım ilk cümlesi haricinde Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin bir çok ayrıntıdan bahsedilmiştir. Dolayısı ile İç Tüzük 121, tekrar aynı usulü saymaktansa o maddeye atıf yapmakla yetinmiştir. İki ayrı mefhum olan toplantı yeter sayısı ile karar yeter sayısını zorlama yorumlarla bir göstermeye çalışmak bundan önceki 3 Cumhurbaşkanını, bundan önce çıkartılan bir çok Anayasa hükmünü, bundan önce çıkartılan bir çok genel ve özel afları hükümsüz saymak olur ki bunun ne kadar büyük bir kaso meydana getireceği şüphe götürmez.

Kaldı ki, İç Tüzük 57 hükmü de açıktır. Meclis başkanının toplantı yeter sayısı için oylama yapıp yapmaması tamamen insiyatifinde olup ancak 20 milletvekilinin önergesi ile sayım yapması gerekmektedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesine itiraz eden milletvekillerinin öncelikli itiraz hakları olan 20 milletvekili ile bir araya gelip yapamadıklarını bir başka merci vasıtası ile kullanmaya kalkışması da yerinde değildir.

Bu yazı siyasi bir yorum değildir, kısa ve öz olanı seven blog okuyucularına kifayet edecek miktarda bir hukuki analizdir. Bu nedenle "siyasi" kategoriler arasına almıyorum.

8 Mart 2007

Ah Kadınlar!

Hızlı adımlarla geçen bir günün mesai saati bitimine doğru İstanbul’un adliyeleri arasında mekik dokuyan ve gün içindeki 3. adliyesinde memurların işi askıya aldıkları bir saatte iş yaptırma derdinde olan avukat kan ter içinde mahkeme kalemine daldı. Gördüğü ilk bayan memureye elindeki dilekçeyi uzattı ve kaydını yapmasını talep etti. Ancak memure dilekçeye hakimden havale alındıktan sonra, kaydını yapabileceğini söyledi. Bunun üzerine hakime giden avukat, hakimin yerinde olmadığını gördü ve kaleme döndü. Memure, “ha, evet, hastaneye gitmişti” diyerek adeta avukatı çileden çıkarma derdinde olduğunu ispat ediyordu.

O sırada müdire hanımın elinde bir çiçek ve çiçeği kokladığını gören avukatın jetonu düştü ve hafif bir refleksle müdire hanıma dönüp, tüm şirinliği ile “gününüz kutlu olsun efendim, ne mutlu size, böyle günleriniz var” dedi ve dilekçeyi uzattı. Müdire hanım, “ah, çok teşekkür ederim, çok naziksiniz” cevabı ile birlikte elini uzattığı dilekçeyi aldı ve kaydını yaptı.

31 Ocak 2007

Avukat - 3

Avukat, yılların bilgi birikimine dayanarak da olsa, sadece iki cümle kurmak için para alamaz, hele sizi falanca dost göndermişse hiç para almamalı. Fakat doktor "bir şeyciğin yok 2 saat uyu geçer" dediğinde vizite ücreti mutlaka verilmelidir. Çünkü size beş dakikasını ayırmıştır.

21 Ocak 2007

Kuşlu Muşlu Duruşma


Geçen hafta girdiğim bir duruşmada güzel güzel konuşurken birden kulağımın dibinden bir kuş sesi işittim. Ben konuşuyorum kuş konuşuyor. Nerden olduğunu da anlayamadım birden. En son iyice dönüp baktığımda cüppemin yakasından göremediğim omuzuma konmuş kuşu gördüm. Arkamı döndüm, baktım mübaşir kuşa işaret ediyor, kendi omuzuna almak için. Meğer hakimin kuşuymuş. Odasının kapısı açık unutulunca ordan salona gelmiş ve ben pür dikkat dava ile ilgili konuşurken o da bana iştirak etmiş. Neyse ki hakim işin içine kuşu girince benim talebimi kabul etti de kuş işe yaramış oldu.

18 Ağustos 2006

Avukat - 2

Avukatlar uyumaz, aile düzenleri yoktur. Bu nedenle haftanın her gün ve saatinde aramaktan çekinmeyin. kadın veya erkek olsun avukatınızı nereye isterseniz çağırın, gelirler. Gelmezlerse fevkalade ayıp ederler.

15 Ağustos 2006

Avukat - 1

Avukatlar milyonlarca kanun maddesini hatta yönetmelikleri ezbere bilmelidir.

Devam edecek.

31 Temmuz 2006

Adaletsiz Günler

Bugün adli tatil başladı. 5 Eylül’e kadar adalet tatile girdi yani. 35 gün boyunca adaletsiz günler yaşayacağız ne yazık ki. 2 yıl öncesine kadar bu süre 45 gündü. Yatıp kalkıp bugünlerimize şükretmeliyiz.

Nedir bu adli tatil? Adli tatil, ilk 1927'de başladı. Türkiye o yıllarda bir tarım ülkesiydi. Özellikle yaz aylarında, hasat zamanı geldiğinde Anadolu'daki birçok insan tarlada olduğu için adliyelere gidemiyordu. Çare olarak adliyeler 45 gün tatil edildi. Aradan yıllar geçti, Türkiye tarım, sanayi ve teknolojide ilerlediği halde adli tatil 45 gün kaldı. Nihayet 2 yıl önce 45 günlük tatil 35 güne indirildi.

Peki bu adli tatil süresince mahkemelerin kapısına kilit mi vurulur? Bizim insanımız nedense adli tatil denilince hemen bunu düşünür. “Adalet de tatil olur muymuş?” lafını işitirsiniz ordan buradan. Haksız da değiller aslında. Elbette mahkeme kapılarına kilit vurulmaz. Nöbetçi savcı ve hakimler iş başındadırlar. Yeni bir dava açabilirsiniz tatil esnasında, icra takibinde de bulunabilirsiniz. Dosyalarınız üzerinde herhangi bir işlem yapmanıza engel değildir. Ancak tüm bunlar için personeli bulamazsınız. Ya da hakimden bir karar alamazsınız, “ben nöbetçiyim, dosyanın hakimi karar versin” der, çıkar işin içinden.

Bir de adli yıl açılış törenleri vardır. Cüppelerini giyen yargıçlarımız eşrafın karşısına geçip demokrasi manifestoları sunarlar. Gerçi içlerinden konuştuklarını uygulamaya gelince akıllarına getirmeyenleri çoktur ama konuşmalar etkileyicidir.

Adli tatili biraz da bu adli tatil açılış konuşmaları için mi severler ne bizim hakimler?

13 Nisan 2006

Bir Avukatın Duruşma Serüveni

Fondaki klasik müziğin ruhuna verdiği rehavetle geniş ve rahat koltuğun bedenine verdiği rehavete, bir de yıllarıın getirdiği yorgunluk eklenince yaşlı avukatın gözleri kaymaya başlamıştı. Kalan saçları ağarmış, bıyıklarında ise tek tük siyahlıklar kalmıştı. Adliye binasının cephesini boğazın doyumsuz seyrine açan 15. katındaki avukatlar odasında saat 09:53:30’daki duruşmasını bekliyordu. Tele ekrandan sırasını rahatlıkla izleyebiliyordu. Yan masada oturan genç avukatlar mesai saati bitiminde adliye binasındaki konser salonunda sanat dünyasının duayenlerinden 2000’lerin unutulmaz parçalarını dinleyeceklerini konuşuyorlardı. Birden o yıllara gitti yaşlı avukat. Gençliğinin unutulmaz musikilerini mırıldanmaya başladı. Mırıldanmalarla uykusunun da biraz açıldığını hissetti.

Yavaşça yerinden doğruldu, tele ekranın altındaki küçük ekranlardan birine yaklaştı ve ekrana doğru bir gazete ismini fısıldar gibi seslendi. Bu arada baş parmağı ile dokunduğu düğme ile de altına bir oturak gelivermişti. Gözlüklerini hatırladı, yıllar önce gözlüklerinden kurtulmuştu, artık göz rahatsızlıkları çok kolay gideriliyordu. İnsanın gen haritasının ortaya çıkartılması neticesinde en önce göz ile ilgili rahatsızlıklar tedavi edilebilir olmuştu. Fakat yaşlı avukat yıllarca kullandığı gözlüklerinden kurtulmuş olsa da bir şey okuyacağı zaman farkında olmadan gözlük telaşına düşüyordu. Bir anlık bu telaşı da gidince rahat oturağında gazetesini okumaya başladı.

Göz ucu ile baktığı tele ekranda duruşmasına 5 dakikadan daha az kaldığını görünce hemen kalktı ve asansöre ilerledi. 23. kata çıktığında asansörden inerken okul arkadaşının bastonla duruşmadan çıktığını fark etti birden. Duruşma dakikasına kadar koridordaki rahat koltuklarda oturup 2 dakikalık bir hal hatır faslı geçirdiler eski dostlar.

Tam bu sırada yaşlı avukat mübaşirin Avukaaat Aliiii Kahyaa diye seslendiğini duydu ve birden irkilerek saatine baktı. Evet, 9:30’daki duruşmasına 11:20’de sıra gelmişti. Oturduğu bankın her tarafında dosyalar yığılmış, ancak bir kişilik oturacak yer bulmuştu sırasını beklerken, orada da uyuklamıştı. Koridordaki tozdan insanları seçebilmek bile zordu, etrafında kavga eden bir grup vardı, “yok sen alacaklıydın, hayır ben alacaklıydım” diye neredeyse yumruklaşacak insanların arasından 15 metrekarelik duruşma salonuna zar-zor geçebilmişti.

Keşke uyukladığında gördüğü rüya gerçek olsaydı…

Not: Fotoğraf, İstanbul'da son günlerde asılan bir reklam afişinden alınmıştır.

21 Mart 2006

Avukat Olmak

Hukukçu kimliğimle her zaman gurur duyuyorum ama avukatlık kimliğimle aynı duyguyu ne yazıkki her zaman yaşayamıyorum. Hukukun diğer dallarındaki arkadaşların durumunu da işin çıkçası tam bilemiyorum, mesela hakim olan bir arkadaş da benim gibi midir emin değilim?

Avukat olmak ne yazık ki toplumun gözünde sahtekar ve yalancı olmakla eş anlamlı görülüyor. Böyle bir görüntünün oluşmasında elbette avukatların da kusuru olmuştur ama ben bu peşin hükümlerin tüm avukatlar için kullanılmasını hazmedemiyorum. Toplumun büyük çoğunluğunun okumamış, kültür seviyelerinin düşük olduğu dönemlerde bir kısım avukatlar ne yazıkki toplumun bu yönünü çok iyi değerlendirip insanları sömürmüşler ve neticede bu sıfat üzerimizde kalmıştır. Hala aynı zihniyetle çalışanlar da muhakkak ki vardır.

Avukat, bir dava veya uyuşmazlıkta karşı taraf ile zaten sorunludur. Karşı taraf sizi hukukçu kimliğiniz ile değil, hasım olarak görür. Bunu birazcık anlayışla karşılayabilirseniz belki ama avukatın kendi müvekkili (vekil eden) ile olan sorununu nasıl izah etmek gerekir? Toplumda ne yazıkki avukat hakkındaki ön yargıdan ve avukatın yaptığı işin değerlendirilebilme kapasitesi için gerekli kültür yapısının eksikliğinden ötürü müvekkil, avukatın yaptıklarını görmez, göremez. "Yaptığınız nedir ki, iki tuşa basıp bir dilekçe yazdınız" diyerek yaptığınız işi küçük göstermeye ve böylece vereceği ücreti azaltmaya çalışan müvekkilden, "avukat bey, masrafları siz yapın, alacağı paylaşalım" yüzsüzlüğünü gösteren müvekkile kadar, her türlüsü ile karşılaşırsınız.

İşin bir de 3. boyutu var ki, bunu ne müvekkiliniz ne de karşı taraf bilir. Avukatların birde adliye maceraları vardır. Adliye denildiğinde akla sadece hakim ya da savcılar gelmesin, adliye personelinin tamamını düşünmek lazım. Mübaşirinden, katibine kadar adliyedeki bütün çalışanlar ile bir şekilde ilişki içerisizdesiniz. "Onlarla ne sorun yaşıyor olabilr ki bu avukatlar" denilmesin sakın. Bir çoğumuz resmi işlemlerimiz için devlet dairelerine gitmişizdir. Türlü türlü sıkıntılarla karşılaşılan, bugün git yarın gel felsefesinin hakim olduğu yerlerdir devlet daireleri. Ve işte düşünün avukatın durumunu... Bir çok insanın senede ancak bir kaç defa yaşadığı sıkıntıyı avukat her gün yaşamaktadır.

Son olarak, İstanbul'a özgü bir avukat sıkıntısını da aktarmadan geçmek olmaz. 30'dan fazla adliyenin bulunduğu bir şehir İstanbul. Yani elinizde çanta ile bir gün içerisinde Levent, Sultanahmet ve Kadıköy güzergahını gezmişseniz bu size çok görünmesin, çok şanslı gününüzdesiniz demektir.

Bütün bunlara rağmen bir kez daha üst kimliğim olan hukukçuluğumla övündüğümü ve bunu hak ettiğimizi ve bir gün avukatlığın da gerçek anlamda hukukçuluk olarak algılanması için bu işi severek yapmaya devam ettiğimi ifade etmeliyim.