8 Nisan 2018

Diyanet Risalet Radyo

​Sosyal medya mecraları ile mesafeli bir ilişkim olduğunu tüm arkadaşlarım bilir. Sadece bir dönem twitterı aktif kullandım ama o da çok şükür uzun sürmedi. Gerçi tüm sosyal medya mecralarını da neredeyse ilk kullananlardanım. Mesela yer bildirimi yapmaya yarayan foursquare (swarm) uygulamasını belki ilk kullananlardandım. Öyle ki bazı popüler yerleri dahi sisteme ilk kaydeden ben olmuştum. Hala zaman zaman da olsa kullanıyorum swarmı. 

Sosyal medya konusuna yine nereden geldim? Özellikle instagramda gördüğüm bir paylaşım şeklinden... İnsanlar özel araçları ile yolculuklarında, hatta aracı kullanırken radyoda dinledikleri (genellikle) müzikleri radyo-yol görüntüsü eşliğinde video çekip paylaşıyor. Bu paylaşımlardan anladığım kadarıyla insanlar araçlarında genellikle müzik yayını yapan radyoları tercih ediyor. 

İşte tam burada ben neler dinliyorum, kendi tercihlerimi paylaşmak istedim. İlk üç sırada haber kanalları var; Cnntürk, Ntv ve Habertürk. Sonra Diyanet Radyo, Trt Radyo-1, Vav Radyo, Diyanet Risalet Radyo, Pal Fm, Pal Orient ve Rs Fm. 

Peki en çok hangisini tercih ediyorum? Sabah ofise değil de adliyelere gidiyorsam bu genellikle saat 08.00-10.00 arasına denk geliyor ve bu saatlerde genellikle Cnntürk ve özellikle de Parametre programını dinliyorum. Çok uzun yıllardır bu böyle. Ofise gidiyorsam radyo dinleyecek vaktim pek olmuyor. Diğer saatlerde araçta tek olursam Diyanet Risalet Radyoyu dinliyorum ve gerçekten en çok beğendiğim radyo kanalı bu. Tekrara fazla düşmeden sürekli hadislerden bahsediyor. Ayrıca hoş ilahi ve kasideler çalıyor. Çocuklar Pal Orienti seviyorlar. Diyanetin keşke çocuklar için de bir radyo kanalı olsa.


Ve sosyal medyacıların adetine uyarak hayatımdaki ilk ve tek çekimim olan radyo dinletisinin videosunu beğenilerinize takdim ediyorum.

26 Mart 2018

Bosna Hersek

Her insanda bir seyahat hayali var mıdır bilmiyorum ama bende eskiden beri var olan ama sadece hayal olarak kaldığını düşündüğüm böyle bir arzu sürekli oldu.

Geçtiğimiz günlerde hızlı ama güzel bir Bosna Hersek gezisi gerçekleştirdik. Gezimizde ağırlıklı olarak iş adamları bulunmakla birlikte davetimiz üzerine eşlik eden 23. Dönem Hatay Milletvekili Abdulhadi Kahya ve yine aynı dönemden Mardin Milletvekili M. Halit Demir Beyler de bizimle birlikteydiler.

Elbette Bosna Hersek dediğimizde aklımıza ilk gelmesi gereken (benim lise-üniversite çağlarıma denk gelen) acımasız savaş ve savaşın etkileridir. Bosna Hersek’in referandum sonucunda bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, 6 Nisan 1992’de Sırp güçleri başkent Saraybosna’yı ablukaya almış ve saldırılara başlamıştı. 3 buçuk yıl süren ve yüz binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarcasının evlerini terk etmesine yol açan bu savaşın tüm seyahatimiz esnasında aklımızdan çıkmadığını belirtmem gerek. Bu vesile ile o savaşta vatan ve dinleri uğruna savaşan şehitlerimizle birlikte tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.



Anlatıldığına göre savaşın şehirdeki izleri bundan 5-10 yıl öncesine göre oldukça azalmış. Ancak yukarıdaki fotoğrafta da görüleceği üzere bazı binaların dış cepheleri adeta savaşın tüm vahşetini hatırlatmak için hala duruyor.



Bosna Hersek dediğimizde savaş geliyor aklımıza ama elbette o savaşın bir de kahramanı vardı. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç. Biz de Saraybosna'da ilk ziyaretimizi Bilge Kral'ın mezarına yaptık ve ruhuna fatihalar okuduk.



Daha sonraki ziyaret noktamız ise savaş esnasında yanıp kül olan ama daha sonra aslına uygun şekilde restore edilen Saraybosna Kütüphanesi oldu. Şehrin ortasından geçen Miljacka Nehri'nin hemen yanındaki bu kütüphane aynı zamanda belediye başkanlığına da ev sahipliği yapıyor. Bizi gezdiren mihmandar buradaki tarihi eserlerin savaşın ilk hedeflerinden biri olacağı tahmin edildiğinden saldırı öncesinde korumaya alındığını söyledi.



Kütüphanenin tavan süslemesi Kur'an-ı Kerimlerin kapak süslemeleri şeklinde yapılmış.



Belediye başkanı da kütüphanede çalıştığı için kütüphane içerisinde konuşmalar yapmak üzere kürsü ve sahne de vardı.Siyasetçiler mikrofonu görünce dayanamıyor. Bizimle birlikte olan iki siyasetçi de usulen de olsa kürsüye çıktılar.



Bir kısım arkadaşlarımız Kütüphane'de beklerken biz de hemen az ileride yer alan ve 1. Dünya Savaşının çıkmasına neden olan Avusturya Macaristan Prensinin suikasta uğradığı köprüyü görmeye gittik.


Ardından Başçarşı'ya gittik. Başçarşı'yı gezerken kendinizi Anadolu'daki herhangi bir şehirdeymiş gibi hissediyorsunuz. Saraybosna'ya ilk defa gidecekler için, Başçarşı umumiyetle Müslüman esnafın faaliyet gösterdiği, dolayısı ile yeme içme noktasında biraz daha rahat edilecek bir yer. Biz mihmandarlarımızın tavsiyesi ile akşam köfte yedik.


Akşam yemek sonrasında özgürlük ateşine gittik. Özgürlük ateşi Saraybosna'nın simgelerinden biri. Yugoslavya'nın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1945 yılında yakılmış ve o günden bu yana sürekli yanıyormuş. Savaş sırasında düzenli yanmasa da o zamanlarda da yakmaya gayret göstermişler.



Başçarşı'ya yakın bir noktadaki otelimizde geceledikten sonra sabah erkenden dışarı çıkıp şehrin sükunetine şahit olmak istedik. Güneşin şehri aydınlatmaya başladığı saatlerde sokaklar bomboştu.



Saraybosna'da Konya Büyükşehir Belediyesi'nin hediye ettiği tramvaylar hizmet veriyor.



Saat kulesi 16. yüzyılda yapılmış. Gazi Hüsrev Bey Camii'nin hemen yanında yer alıyor.


Sabah kısa Saraybosna turu sonrasında Mostar'a doğru yola koyulduk. Saraybosna Mostar arası 130 km civarında. Yol üstünde Konjic adında bir şehir var. Ne derece doğru, isminden dolayı bir yakıştırma mı bilemiyorum ancak bu şehir Konyalıların kurduğu bir şehirmiş. Fotoğraftaki köprü ise 1682 yılında yapılmış ancak ikinci dünya savaşında Alman Nazilerinin döşemiş olduğu mayınlarla yıkılmış. Bu köprüyü TİKA 2009 yılında tadilatını tamamlayarak tekrar kültür mirasımız içine almış.


Konjic'te bu şirin marketten aldığım elma çok güzeldi.


Mostar'a ulaştık ama şehri önce teğet geçtik zira ilk hedefimiz Alperenler Tekkesi oldu. Yaklaşık 600 yıl önce Anadolu'dan giden dervişlerin Buna Nehri'nin kaynağına kurdukları bu tekke tam bir huzur yuvası. Fotoğrafta hemen tekkenin sağında görüne mağaradan çok müthiş bir su kaynıyor. Benzerini Van seyahatimde görmüştüm ama bu gerçekten çok daha büyük ve ibret vericiydi. İlahi kudreti derinden hissedeceğiniz bir yer Alperenler Tekkesi. Kısa süre önce ölüm yıl dönümünde rahmetle andığımız Muhsin Yazıcıoğlu da zaman zaman tekkeye gidip kalıyormuş.


Tekkeye doğru yürürken karşımızdaki bu muhteşem kayalıklardan oluşan dağ bizi karşılıyordu.



Yapı olarak belki de Bosna Hersek dendiğinde akıllara ilk gelen manzara bu olsa gerek. Mostar Köprüsü. Mostar şehrini tam ortadan ikiye ayıran Neretva Nehri'nin üzerinde yer alan Mostar Köprüsü 1566 yılında yapılmış. Savaş yıllarında yıkılan köprü UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteği ile aslına uygun şekilde inşa edilerek 2004 yılında yeniden hizmete girmiş. Köprünün ilginç bir eğlencesinden de bahsetmek gerek, köprü üzerinde yer alan korkulukların dış tarafında akrobatik hareketler yapan biri vardı. Meğer bu kişi 50 Euro karşılığında nehre atlıyormuş. Fotoğrafı yaklaştırdığınızda bu kişi görünüyor.



Ve hemen köprü başında yer alan 1993'ün unutulmamasını söyleyen bir duvar yazısı.



Mostar'da nehrin hemen yanında köprü manzaralı bu restoranda balık yedik. Balığı lezzetliydi.



Dönüş yolunda akşam namazını eda etmek üzere Konjic'e tekrar uğradık. Ülkede yeni inşa edilmiş cami neredeyse yok denecek kadar az. Eski camiler ise bizim İstanbul'daki sur içi yoğunluğunu andıracak çoklukta. Maşallah ecdadımız, her yere nişanımızı dikmiş. Yeni inşa edilen camilerde ise çoğunlukla modern Arap mimarisi göze çarpıyor. Nitekim akşam namazını eda ettiğimiz bu camide de özellikle dış mimarisinde aynı durum söz konusu idi.



Şam-Beyrut mutfağının vazgeçilmez tatlarından falafele şimdi İstanbul'da ulaşmak Suriyeliler sayesinde kolaylaştı fakat açıkçası Saraybosna'da hem de Boşnaklarca işletilen ve yapılan bir falafelciye rastlamak hiç ummadığım bir şeydi. Mostar'da yediğimiz yemek doyurucuydu ama ne kadar da olsa yol yorgunluğuyla birlikte ufak bir atıştırma için falafelci çok iyi geldi.



Akşam Başçarşı'da yer alan Türk çaycıların sıcak çaylarından içip tekrar otelimize gittik. Otelimiz bu şirin sokaktaydı. Ben yeşil panjurlu odada kaldım.












Sabah ise köz ateşte pişen Boşnak Böreğini bekledik ve yedik. Yerel saat ile 8.00'da açılıyor. Başçarşı'da hemen ara bir sokakta yer alan bu börekçinin adını unutmamak için fotoğrafladım; Buregdzinica Sac...



Sabah namazına gitmeyi arzu ettiğim halde gidemeyince bari gidip ziyaret edeyim dediğim Haci Hüsrev Bey Camiini ise ne yazık ki camilerin namaz vakti haricinde kapalı olması nedeni ile sadece dışından görebildim.



Pazar sabahı havaalanına gitmeden önce son bir tur yapalım derken çan sesine doğru gidip Hristiyanların ayinlerine bakalım dedik ancak ayin henüz başlamadığı ve bizim de vaktimiz kısıtlı olduğu için döndük.



Artık Bosna'ya veda vakti gelmişti.



Bosna'dan geriye hatıra olarak savaşın unutulmaması adına yaptıklarını düşündüğüm boş mermi kovanlarından imal edilmiş bu maket savaş uçağı kaldı.

6 Mart 2018

28 Şubat

28 Şubat 1997'de 3. sınıf hukuk öğrencisiydim. Öğrencilik yıllarımda Taha Kıvanç (Fehmi Koru) hayranı olarak zaman zaman Zaman Gazetesini okurdum. Ancak ne olduysa Zaman Fehmi Koru ile yollarını ayırdı. O dönem bir çok konuda taviz veren FETÖ'nün Fehmi Koru ile yolunu ayırması benim gazeteyle bağımı kesmişti.

FETÖ'nün o dönem her türlü tavizine karşı vasat dindar kesimin bir hüsn-ü zan ile yaklaşımı söz konusuydu. Bahaneler üretiliyordu. Ancak Siyasal İslamcılar olarak adlandırılan kesim ile nur cemaatinin önemli bir kısmı FETÖ'nün verdiği tavizlere asla bahane üretmiyordu fakat Siyasal İslamcılar FETÖ'yü hain olarak dillendirirken nur cemaati genel üslubu gereği kendi içlerinde konuşsalar da dışarıya karşı herhangi bir beyanda bulunmuyorlardı.

Yıl dönümünde bulunduğumuz 28 Şubatı iliklerine kadar hissetmiş biriyim. Ama aynı zamanda 28 Şubatı tam manasıyla 15 Temmuzda anlamış biriyim. Zira o dönemde verdikleri tavizlerin amacı nihayet 15 Temmuzda anlaşılmıştı. 2003'e kadar ağır bir atmosferde ilerleyen 28 Şubat sürecinde başörtüsü tavizi başta olmak üzere İslami değerlere ilişkin her türlü taviz verildi. 28 Şubat'ın devrede olduğu, Adalet Bakanlığı'nın sol partilerin ve hatta mezhepçi bir bakanın elinde olduğu bu dönemde bu tavizlerinin karşılığı olsa gerek birlikte okuyup mezun olduğumuz,  İHL mezunu olan FETÖ'cüler tek tek hakim, savcı oldular. Oysa FETÖ'cü olmayan bir İHL'linin bu sınavlar neticesinde hakim, savcı olabildiğini sanmıyorum. Biz "nasıl olsa alınmayacağız" diyerek sınavına dahi girmiyorduk.

Şimdi geriye doğru dönüp baktığımda özellikle o dönemde başlatılan tavizlerin insanların dini yaşamından sosyal yaşantısına kadar her noktada büyük tahripler oluşturduğunu ve esasen zannedildiği gibi 28 Şubatın Ak Parti iktidarı ile zayıflayıp bitmediğini, tam aksine sinsi bir plan çerçevesinde devam ettirildiğini ve en nihayetinde 15 Temmuzda 28 Şubatın post modern darbesinin bildiğimiz klasik anlamdaki darbeye evrildiğini düşünmekteyim.

15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesi 28 Şubatı da bitirdi mi derseniz bence güçleri zayıfladıysa da henüz bitmedi. 28 Şubatta Ulusalcı Kemalistlerin ön planda olduğu bir süreç nasıl FETÖ eliyle tamamlanmak istendiyse bundan sonra da bir başka yapılanma eliyle iktidar heveslerini sürdüreceklerdir. Uyanık olmak şart.

Bu vesile ile 28 Şubatın mağduru ve büyük dava adamı Necmettin Erbakan'ı da vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve minnetle anıyorum.