8 Ekim 2010

Sosyal Ağlar

Daha önceden de kaleme almıştım bu meseleyi ama tüketim halen devam ettiğine göre konunun güncelliği de devam edecek demektir.

Facbook'un Türkiye'de yeni yaygınlaşmaya başladığı günlerde bir arkadaşımın ismiyle açılan hesap üzerinden çeşitli mağduriyetlerin doğduğunu öğrenince derhal kendime bir hesap alıp dondurmuştum. Facebook hesabım kafama da pek yatmadığından olsa gerek öylece kaldı. Ardından twitter ortaya çıkınca o arkadaşımın mağduriyeti aklıma geldi yine ve hemen twitter üyeliğimi de yaptım ve kendi fotoğrafımı da yerleştirdim baş köşeye. Benim üyeliğim Türkiye'deki bir çok üyeden eskidir.

Gel zaman git zaman, twitterı hiç kullanmamama rağmen özellikle de 12 Eylül referandumu öncesinde birden benim de twitter fırtınasına yakalandığımı fark ettim. Takibe başlayınca takipçilerim olmaya başladı, bu durum hoşuma da gitti. Bir süre sonra anladım ki, twitter adeta dipsiz bir kuyu gibi; içine girdikçe çıkması güç olacak. Ve sonunda yaklaşık 1 haftadır kullanmaz oldum. Hesabımı silmeyi düşündüm ama bahsettiğim mağduriyeti göz önünde bulundurarak olduğu gibi bıraktım.

Ayrıca bir arkadaşımızın blogunda karşılaştığım haberin; bırakmamda etkili olmadığını söyleyemem.

Resim için kaynak; hafif.org

5 Ekim 2010

Başörtüsü meselesi

Bilindiği üzere YÖK İstanbul Üniversitesi'ne bir yazı göndermiş ve disiplin kurallarına aykırı davranan öğrencilerin derse girmişse çıkartılamayacağı, öğretim üyesinin derse devam edeceği, gerekirse tutanak tutup dekanlığa durumu bildireceğini belirtmiş.

Düşündüm; ben öğretim görevlisi olsaydım böyle bir konuya haber olmaktan ve böyle bir yazıya muhatap olmaktan utanırdım sanırım. Koskoca bir öğretim görevlisinin bir zabıta görevlisiymişçesine öğrencisini yaka paça kapı dışı ediyor olması düşünülemez. Eğer gerçekten böyle birileri varsa hallerinden utanmalılar.

İlim adamının uğraşması gereken konu öğrencisinin disiplin kurallarına uyup uymadığı, uymuyorsa bunu yaka paça dışarı atmak olmamalı. Hiç medeni bir davranış biçimi değil bu. Daha fazla da yorum yaptırmayı gerektirmeyecek kadar açık bir konu.

22 Eylül 2010

Eylül




Yaklaşık 3 haftadır İstanbul'a tam doyamayan biri olarak döner dönmez havanın karanlık olması, güneşin nazlanması, uzun kollu gömleğimin altındaki tenimin üşüdüğünü hissetmem, okul trafiğinin genel trafiğe etkisi ve aylar sonra karnabahar kızartıp yiyecek olmak bana her sene yaşadığım hüzün mevsiminin geldiğini hatırlattı yine...

Son bir defa uğranılan ve ortalıkta kalan son kap kacağın, giysilerin, yiyeceklerin kaldırıldığı yazlık evlerindeki o hüzünlü sessizlik...

Gecenin 12'sinde tüm yorgunlukla tatil dönüşü valizlerin indirildiği sırada çiseleyen yağmurun altında birkaç tane, hafiften sararmış yaprağın önünüzden uçup gittiğini görmek...

Sinema salonlarına yeni ve kaliteli filmlerin gelmesi,

Manav reyonlarına yeşil mandalinaların gelmesi,

Ve; hayata yeni bir başlangıç...