7 Ekim 2007

Referandum İptal Edilmeli

Referanduma iki hafta kala referandumun destekçileri ile desteklemeyenleri meydanlara çıkıp fikirlerini halkla paylaşmak yerine referanduma götürülecek değişikliklerin tırpanlanması konuşuluyor. Değişiklik paketinde yer alan “11. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği” hükmü her kesimde bir kriz beklentisine yol açıyor.


Hukuki açıdan yaklaşıldığında o hükmün 11. Cumhurbaşkanının yürürlükteki hükümler çerçevesinde seçilmiş olması ile kadük olacağı su götürmez bir gerçektir. Ancak 367 derecede ısıtılan sütten ağzı yanan hükümetin yoğurdu üfleyerek yemek istemesi normal gibi görünse de izlenmesi gereken yöntem bu olmamalıydı. Yoğurdu üflemesini bilemediler. Mevcut hali ile gümrük kapılarında oylanmaya başlanılan değişikliğin bir kısım maddeleri değişiklikten çıkartıldığında gümrük kapısında oy vermiş bir vatandaşın “ben oyumu 11. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilsin diye ‘evet’ kullanmıştım, siz benim irademi yok saydınız, bu hukuki değil” dediğinde mahkeme ne diyecektir? Vatandaş gerçekten haklı değil midir?


Kaldı ki hükümetin değişiklik üzerinde oynamaya kalkışmasının esasında çok bir anlamı da bulunmamakta. Hükümet çevrelerinin korktuğu krizin meydana gelme ihtimali kanaatimce yoktur. % 47’lik patlamayı görenler yapılan haksız ve hukuksuz işlemlerin iktidara yaradığını da görüyorlardır. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığının iptali ve aynı Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin sağlanması bir defa daha haksız bir işlem yapılması anlamına gelir ve iktidara bir defa daha mağduriyet rolünü verir. Bunun anlamı ise halk tarafından “% 47 yetmedi size, alın % 70” demekten başka bir şey değildir. Sonuçta Abdullah Gül ya da Ak Parti’nin göstereceği herhangi bir aday çok daha yüksek bir oyla Cumhurbaşkanı seçilir. % 47’lik oy da iktidarın geçmiş 5 yılına verilmiş bir ödülden ziyade Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına verilmiş değil miydi zaten?

Ayrıca hükümetin konuyu bu son merhalede gündeme getirmesi de ayrı bir sıkıntı olmuştur. Kaldırılması planlanan maddelerin kriz potansiyelini taşıdıkları Cumhurbaşkanının seçilmesinden bu yana bilinen bir gerçekti. MHP’nin olumlu yaklaşımına atlayıp konuyu ısıtmak hükümetin kendine güveninin de olmadığına işaret ediyor esasında. Eğer böyle bir düşünceniz var idiyse bunu Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez meclis gündemine getirir, meseleyi hallederdiniz. Böylece gümrük kapılarında oy vermeye başlamış vatandaşın iradesini de yok saymamış olurdunuz. Oysa şimdi yapılacak bir değişiklik sadece gümrük kapılarındaki oylarla ilgili değil daha birçok hukuki çıkmazları da gündeme getirecektir. Konu öyle aceleye getirilecek cinsten bir mesele değil.

Makul olan tek çözüm yolu referandumun tamamen iptalidir. Anayasa tartışmalarının sürdüğü, yeni bir anayasanın eninde sonunda önümüze geleceği ortada iken mevcut hali ile de değiştirilecek hali ile de sıkıntı oluşturacak kısmi bir değişikliğin referanduma götürülmesinin pek bir anlamı bulunmamakta. Ne değişikliği savunanlarda ne de değişikliği istemeyenlerde referandum heyecanı yakalanamadı. Kalan iki haftada da referanduma götürülen maddeler üzerinde yapılacak değişikliklerle sarf edilecek enerjimizi ülkenin daha önemli konularında sarf etsek çok daha doğru olanı yaparız.

Kriz çözerken yeni krizlere yer açmayalım, makul olanı yapalım, referandumu iptal edelim. Meclisten beklentimiz budur.

3 Ekim 2007

Zekatmatik

İçinde bulunduğumuz ay bir bakıma zekat ayı da sayılır. İslam aleminde güzel bir adet oluşmuş, zekatlar genelde Ramazan ayında dağıtılıyor. Aslında zekatın zamanı zekatı verilecek olan para veya değerin üzerinden bir yıl geçmiş olmasıdır. Ancak zekat dağıtma zamanının bir şekilde Ramazan ayına denk getirilmesinin güzel bir adet olduğunu düşünüyorum.

Zamanımızda zekatı hesaplayabilmek döviz ve benzeri birimlerin çoğalması ile bir hayli zorlaştı. Bu durum bir ziraat bilimleri doktorunu harekete geçirmiş ve bildiğimiz excel üzerinde yaptığı çalışma ile zekatmatik adını verdiği bir proğram geliştirmiş. Allah kendisinden razı olsun diyoruz.

Ben bu bilgiyi Zaman gazetesinden okudum.

Programı indirmek için de aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.

1 Ekim 2007

Malezya mı Türkiyelileşti, Türkiye mi Malezyalılaşıyor?

Klasik, modern, post modern derken birçok darbe modellerimiz oldu ancak medyamız halen yeni bir darbe metodu üretemedi. Aklı 28 Şubat’ta kalan derin medya aynı nakaratı söylemekten usanmadı. Önce otobüse namaz molası verdirdiler. Sonra Almanya uçağında kıble meselesini manşetlerine taşıdılar. Şimdi de Kâğıthane’de meydana gelmiş münferit bir hadiseyi oruç dayağı diye sunuyorlar.

Mahalle sakinlerine öyle bir “medya baskısı” uyguluyorlar ki Türkiye’nin elden gittiğini düşündürüyorlar. Bizim hatırlamadığımız dönemlerde Türkiye’de insanlara Moskova korkusu verilirmiş. Humeyni devriminden sonra İran korkusu verilmeye başlandı. İran, Türkiye’nin örf ve kültürüne aykırı bir devlet olduğu kadar İslami açıdan bakılacak olunsa tarih boyunca Türkiye Sünniliğin, İran ise Şiiliğin merkezi olarak görülmüştür ki bu bile başlı başına Türkiye’nin asla İranlaşamayacağının göstergesidir. Ancak ısrarla bu korku verildi insanlarımıza. Bir zaman geldi, Cezayir sunuldu önümüze. İslami bir hareketin oylarını yükseltmesi ile gündeme gelen Cezayirleşme korkusu da fiyaskoydu, çünkü oradaki hareketlerde silahlı mücadele mantığı vardı. Oysa Türkiye’de bölücü terör haricinde silahlı mücadeleyi benimseyen hiçbir hareket göremezsiniz.

En son Malezyalılaşmadan bahsedilmeye başlandı. Esasında bu benzetme derin medyamız açısından ciddi bir gelişme olarak da görülebilir. İran ve Cezayir örneklerinden sonra Malezya örneği medyamızın artık biraz daha gerçekçi olmaya başladığını gösterir. Bu cümlemle Malezyalılaşma sürecinin varlığını doğrulamış olmuyorum. Ancak Malezya örneğinin önceki iki örneğe göre Türkiye ile daha bir benzerlikleri olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bir başka açıdan yaklaşacak olursak esasında Malezya’nın Türkiyeleşmesinden bile bahsedilebilir. Çünkü Türkiye’nin farklı kimlik ve dinlere karşı ve geleneksel hoşgörü anlayışı onlarda da mevcut v eyerleşmiş durumda. Başlıca Malay, Çin ve Hint milletlerinden oluşan Malezya’da bugün bir Ramazan Bayramı Müslüman olmayan Çinli Budist ve Taoistler tarafından da kutlandığı kadar Hindular tarafından da kutlanıyor. Mesela Çinlilerin yılda bir kez kutladıkları Bereket Bayramında da Müslüman Malaylar Çinlileri kutluyor ve sokak karnavallarını alkışlıyorlar. Eğer korkulan bunlarsa medyamızın vay haline. Yoksa korkulan Malezya’da kişi başına milli gelirin yüksekliği ile beraber adil dağılım oranın en yüksek olduğu ekonomilerden biri olması mı? Ya da bizim ihracatçılarımızın 100 milyar doları bulduk sevinci ile kendilerine ant yaptıkları 2007 senesinin rakamlarını Malezyalıların 25 milyonluk nüfusları ile 2000 yılında yakalamış olmaları mı korkulan?

Türkiye içimizdeki bir takım aklıevvellerin bile anlayamayacağı güç ve kudrette, başkalaşma meyli göstermeyi bir tarafa bırakın, başkalarının kendisine benzetileceği güçlü bir kimlik sahibi ülkedir. Ülkemizi, yer küreyi döndürüp parmağımızla durdurduğumuz ülkeye benzetme hobisinden ve fobisinden artık kurtulmamız gerekiyor. Bu korkularla yaşamak hiç kimseye fayda sağlamaz. Yoksa 50 yıllık mazisi olan bir ülke bizim onca yıllık birikimimizi, tecrübemizi, farklılıklarımızla yaşama bilincimizi aşar, geçer ve biz halen onları seyretmeye devam ederiz.

Silkinme vakti geldi artık. Kişisel iktidarlarımızın ve menfaatlerimizin ülke ve millet menfaatinden üstün olamayacağını anlamamız gerekiyor. Gemi batarsa hep beraber batacağız. Ama yürürse de hep beraber yürüyeceğiz.

Bu gemi öyle ya da böyle yürüyecek, bari ucundan da olsa hep beraber tutalım.