11 Ağustos 2007

Aile Boyu Bloglayanlar

Geçtiğimiz günlerde yaz tatilinden dönen bir blog okuyucum blogumun son 3-4 aydır çok ağırlaştığını, artık takip etmekte zorlandığını, yazılarımın sadece başlıklarına bakarak takipte kalabildiğinden bahsetti. Gerçekten de son dönemlerde sıcak siyasi gelişmelerin de etkisinden olsa gerek blog camiasına bir hayli sıkıcı gelecek yazılar kaleme aldım.

Bugün gün boyu blogumun eski günlerini arayanlara yönelik bir konu aradım. Ne yazayım diye düşünüp bir taraftan da blogları gezindim. Bir de ne göreyim; bir grup bloogger resmen nüfus kütüklerini olduğu gibi bloga taşımışlar. Tamam, bir kısım okuyucular, Cenk Ünal, Ebruli ve Emir Can arasında acaba bir bağ var mı diye düşünüyorlar ve dile getiriyorlar ama bu saydıklarıma göre şimdi sıralayacağım ve benim sabahtan beri işin içinden çıkamadığım bloggerları hakikaten çözmek çok zor.


Şimdi ben linklerini vereyim de hangisinin kimin yeğeni kimin kardeşi olduğunu çözelim bakalım. Önce Anne olduğunu anladığımız Sema Hanım'dan başlayalım. Bu ablamızın anladığım kadarı ile iki kerimesi var, biri Serra Hanım. Ancak diğer kardeşimizin blogu hangisi çözemedim. Sema Hanım'ın bir de eltisi ya da kardeşi olduğunu sandığım Neriman Hanım var. Neriman Hanımın da Kübra ve Enes adlarında iki blogcu kardeşimizin annesi olduğunu sanıyorum. Sema Hanım'ın bir de kardeşi olduğunu sandığım Hatice Hanım var. Ayrıca Efnan Hanım'ın da bu hanımların kardeşi olduğunu düşünüyorum. Abla, kardeş, anne derken bu grubun bir de kuzenleri var. Mesela Mihriye Sultan Hanım bunlardan biri sanırım. Bir de Mehmet Han kardeşimiz var, bu kardeşimiz de yeğen oluyor. Ayrıca Mihriye Sultan Hanımın bir kardeşi var, o da Zehra Hanım. Bir de yengeler var. Bunlardan biri Filiz Hanım.

Ümit ediyorum bu abla ve kardeşlerimiz bana kızmazlar. Ufak bir dikkatle çözülebilecek bu ilişkiyi benim dile getirmemden kasıt sadece aileler arasındaki güzel iletişime bir örnek göstermek ve esasında haber niteliği bile taşıyabilecek ilginç bir örneği ziyaretçilerimle paylaşmaktı. Mazur görmelerini umuyorum.

7 Ağustos 2007

Çıktık Açık Alınla

Kenan Sofuoğlu son günlerin en çok konuşulan isilerinden biri oldu. Dünya Supersport Motosiklet Şampiyonası'nda sezonun bitimine 3 yarış kala şampiyonluğunu ilan eden Kenan Sofuoğlu'nu yürekten kutlamak gerek. Zafere aç kalmış bir toplumun zafer duygularını coşturuyor, dolduruyor, doyuruyor.

Ancak abartılı ve alakasız biçimdeki kutlamaları da anlamak gerçekten zor. Bir haber sitesinde rastladığım kutlama videosu beni ilginç düşüncelere sürükledi. Video 28 Şubat'ın simge marşı 10. Yıl marşı eşliğinde sunulmuştu ve garip olan da bu idi. 10. Yıl marşı benim çok hoşuma giden, duyduğumda heyecanlandıran bir marştı, ta ki suyu çıkarılana kadar. Videoda izleneceği ve yandaki karede de görüldüğü üzere 3. Cİhan Harbini kazanmışcasına ya da 3. Cihan Harbine çıkılmış gibi "Allah Allah" nidalarının "ileriii" sadalarına karıştığı bir kutlama yapılmış adeta ve 10. Yıl marşı eşliğinde de servise sunulmuş.

Bu susuzluk niye? Ne oldu bizim topluma. Aç mı bırakıldık yoksa aç mı bıraktık kendimizi? Aklıma birden yıllar önceki UEFA kupalarından birinde Galatasaray'ın Monaco'ya attığı golde spikerin ağlayarak sunuculuk yapması geldi şimdi de...

Her ne ise! Yine çıktık açık alınla. Biz buna bakalım.

2 Ağustos 2007

CHP Liderliği İçin Mesut Yılmaz mı Daha Şanslı, Mustafa Sarıgül mü?

Cumhuriyetle birlikte var olan CHP ciddi bir yönetim krizine girmiş bulunuyor. 1999 seçimlerinde % 8,71 oy oranıyla baraj altında kaldıktan sonra DSP’nin önemli ölçüde oy kaybına uğradığı 2002 seçimlerinde oyunu iki katına yükseltmesi ile sol kesim için bir umut olmuşken 2007 seçimlerinde gereken çıkışı sağlayamadığı için ciddi eleştirilerle karşı karşıya kaldı CHP yönetimi. Gerçekten de solun 1999 seçimlerindeki toplam oyu % 31’lerde iken (DSP ve CHP oyları toplamı) bugün gelinen noktada sol oyların toplamı % 21’lerde kalmıştır.

Bu durumu izah etmek aslında çok zor değil. Türkiye’de sol-sağ ayırımının bittiğini gösteren örneklerin yaşandığı, bunun yanında CHP’nin Sosyalist Enternasyonal üyeliğinin tartışıldığı bir dönemdeyiz. Eski sosyalist Ertuğrul Günay’ın Ak Parti’ye, geleneksel sağcı, Demirel ailesinin damadı İlhan Kesici’nin ve bir zamanların ülkücüsü, sonraları Mesut Yılmaz ANAP’ının vazgeçilmez isimlerinden olan Yaşar Okuyan’ın CHP’ye geçmesi bize sol ve sağ ayırımının kalmadığını gösteren birer örnek. Ayrıca Sosyalist Enternasyonal’in CHP’yi üyelikten çıkarmayı ciddi biçimde düşündüğü de ortada.

Mesut Yılmaz’ın yeniden meclise girmesi ile ona biçilen paye Mehmet Ağar’ın istifası ile boşalan DP liderliği oldu. Oysa CHP yönetiminde bir kriz doğmuşken ve artık sol sağ ayırımından ziyade zihniyet ve demokrasi anlayışlarının ayırıcı özellik taşıdığı siyaset dünyamızda Mesut Yılmaz CHP liderliğine çok daha yakışan bir isim olmaz mı? CHP tabanı yönetim sorununa Mustafa Sarıgül ile çözüm bulmaya çalışıyor. Sarıgül’ün çizgisi takip edildiğinde CHP’nin şu anki yönetiminde yer alanlardan farklı düşündüğünü gözlemlemek zor değil. Örneğin fotoğraf karelerinde Sarıgül’ün hemen yanı başında başörtülü bir teyzeye rastlamak ya da tabanda daha geniş kesimlere hitap edecek söylemlere sahip olması gibi. Ancak Sarıgül’ün Yılmaz’a göre dezavantajı var, o da milletvekili olamaması. Milletvekilliği partiyi toparlayabilmek ve hâkimiyeti sağlayabilmek açısından lider açısından önemli bir avantaj. Ayrıca Yılmaz’ın DP ile birleşme arifesindeki ANAP kökenli olması ve belli oranda ANAP tabanınca da seviliyor olması CHP’ye yeni bir oy akımı sağlayabilecek bir başka faktördür. Mesut Yılmaz liderliğindeki bir CHP, ANAP ve DP’nin 27 Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde tohumunu attıkları kendi aralarındaki birleşme iradelerini daha geniş kapsamlı bir çatı altında gerçekleştirme imkânını sağlayacaktır.

MHP için de farklı düşünmek gerekmiyor esasında. Oy oranları ve seçmen sayıları bakımından karşılaştırmak doğru olmasa da ilginç bir tesadüfle CHP+MHP milletvekillerinin sayısı aşağı yukarı CHP’nin 2002 seçimlerindeki sayısına tekabül etmesi ilginç bir örnektir. MHP’yi son seçimlerde destekleyen solun önde gelen kalemlerinde İlhan Selçuk ve benzerlerini, bunun yanında CHP=MHP formüllerinin taraflarca sıkça dile getirildiğini düşündüğümüzde CHP ile MHP arasında da çok bir farkın olmadığı anlaşılacaktır. Ancak şu da mümkündür ki, eğer MHP 1999–2002 arasındaki tutumlarının, aynı şekilde daha 2 ay öncesinde barajı aşar denilen DP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimindeki tutumunun seçmen tarafından nasıl cezalandırıldığını görüp bu dönemde yapıcı bir muhalefet yaparsa CHP’nin biraz daha erimesine ve oylarını kendine çekmesine şahit olabiliriz. Çünkü yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere taban olarak iki parti arasında çok ciddi bir fark kalmamıştır.

Dört partinin neredeyse seçmenin tamamını temsil eder bir oranda oy alması her bakımdan Türkiye için güzel bir gelişmedir ve demokrasinin daha sağlam ve sağlıklı yerleşmesi için güzel bir fırsattır. Umuyoruz bu fırsat iyi değerlendirilir.

Bu yazı aynı zamanda Moral Haber'de yayınlanmıştır.