26 Ocak 2006

Geciken Adalet Adalet Değildir

Geciken adalet, adalet değil adaletsilik oluşturuyor. Basit bir davanın senelerce sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Düşünün ki bir celse arası 6 ay sürüyor. Ve bu arada tedbiren tutuklanmış zanlının 6 ay tutuklu vaziyette kalacağını düşündüğümüzde ve neticesinde zanlının suçsuzluğu halinde nasıl bir adaletsizliğin doğduğunu taktir edersiniz. Evet, bu tür durumlar için düzenlenmiş bir takım önlemler de yok değil; devletin tazminat ödemesi gibi... Ancak bu da yine yargı yolu ile çözülüyor ve neticede yine yıllarca sürecek bir davaya adım atılmış oluyor. Zaten devlet tarafından hor görülen, bir zaman tutuklu kalmış bu vatandaş, "aman devletten uzak kalayım da, ne parayı alayım ne de o bana karışsın" düşüncesi ile o hakkını da kullanmıyor.


Peki, bu davaların böyle uzun sürmesinin nedenleri neler? Birincisi, tabi ki alt yapı eksikliği. UYAP diye adlandırılan Ulusal Yargı Ağı Projesi 2005 yılılnda uygulamaya konulacağı söylenmesine rağmen henüz tam anlamıyla uygulanamamaktadır. İkinci sebep ise ne yazıkki memurlarımızdır. "Bugün git yarın gel" ilkesi en radikal biçimi ile yargı dünyasında çalışan memurlarımız tarafından uygulanmaktadır. Son olarak, yargının üçlü saç ayağını oluşturan Hakim, Savcı ve Avukatların da yetersiz bilgiye sahip olmaları ya da dosyalarına hakim olamamaları, veyahut da özellikle de avukatlar tarafından dosyanın bitmesini engelleme çalışmaları ne yazık ki yargının yavaş işlemesindeki üçüncü faktör olarak akrşımıza çıkmaktadır. Bu noktada üzerinde durulması gereken bir husus da avukatların konuyu sadece müvekkili ile olan vekalet ilişkisi olmaktan öte adaleti sağlayan bir unsurun da kendileri olduklarını unutmamaları gerektiği kanaatindeyim.


Netice olarak bu akasaklıkları düzeltebilmek devletin görevi olduğu kadar biz vatandaşlarında görevidir. Ayrıca öncelikle UYAP konusuna ağırlık verilemeli, devlet memurları da hem UYAP için hem de saosyal ilişkiler, iş verimliliği gibi konularda eğitilmeli, Hakim, Savcı ve Avukatlar da üzerlerindeki yükün ağırlığını hissederek harekete etmelilerdir. Sadece para ve mevki, şöhret için değil, hak, hukuk ve adalet kavramlarını gözeterek vazifelerini eda etmelilerdir.

25 Ocak 2006

İstanbul/Harem


Görüntü kirliliği, yeşil, deniz ve tarih...
Hepsi bir arada...
Sadece İstanbul'da rastlayabilirsiniz buna.

23 Ocak 2006

Kar

Bugün İstanbul'a kar yağdı. Kefenine bürünmüş bir İstanbul... İnasana hüzün veren bir silüet...

Geçmişi, 2 yıl öncesini hatırlattı bana... 22 Ocak... İstanbul o gün de kefenine sarılmıştı... Büyük bir bina... Kuru... Islatılmak zorunda olan dudaklar... Su içmek, yemek yemek yasak... Ve dışarıdan gelen poyrazın kuvvetli sesi...O fırtınaya elektirkler de dayanmadı... Binanın loş ışıkları altında inleme sesleri... Silüetlerini hissedebilidğim bir kaç kişi... Uyku ile uykusuzluk arası... Ölümle hayat arası..

Dünyanın her şeyiyle yalan olduğunu anlamama vesile olan o günleri bir daha yaşamamak temennisi ile...diye düşünürken... Her şeyi ile yalan olan dünyanın yalancılığını ispat etmek için çeşit çeşit yollarının olduğunu hatırlamak...Aynen şu yalancı kar gibi... Yarın eriyecek, öbür gün güneş çıkacak, sonraki gün çiçekler açacak... Ama biz hala kendimizi geçmişte ve gelecekte aramaya devam edeceğiz, oysa Eflatun'un dediği gibi; "insanoğlu yarını öylesine düşünür ki; bu günün elinden kayıp gittiğini fark etmez, oysa, hayat geçmişte ya da gelecekte değil, şimdiki zamanda yaşanır"


"....Nasıl zîhayatlar, vücûdları ile bir Vâcib-ül Vücûd'un vücûduna delâlet ediyorlar. Öyle de: O zîhayatlar, ölümleri ile bir Hayy-ı Bâkî'nin sermediyyetine, vâhidiyyetine şehadet ediyorlar. Meselâ; yalnız birtek zîhayat olan zemin yüzü, intizâmatı ile, ahvâliyle Sânii gösterdiği gibi, öldüğü vakit; yâni kış, beyaz kefeni ile ölmüş o zemin yüzünü kapaması ile nazar-ı beşeri ondan çeviriyor. Veyahut nazar, o giden bahar cenazesinin arkasından mâziye gider, daha geniş bir manzarayı gösterir...."