29 Kasım 2007

Forwardlanmayın!

Forward mailleri oldum olası sevmem. Bu tür mailler içinde gerçekten işe yarayanları ise nasıl tespit ettiğimi söyliyeyim, çok sayıda forwardçı arkadaşım var ancak içlerinden biri tam da benim istediğimi yapıyor ve sadece işe yarar olanları gönderiyor. O arkadaş çok sayıda forward gönderen bir arkadaş. Bunu biliyorum ama bana sadece benim işime yarayacak olanları gönderiyor, haftada veya iki haftada bir tane... Dolayısıyla ondan başka gönderen dostların forward mailini ne yazık ki (çoğunu okumadan) silmek zorunda kalıyorum.

İşin kötü yanı internet kullanıcılarının bir kısmı bu tür maillerle edinilen haberlerin doğruluğunu araştırmaya bile gerek duymadan diğer arkadaşları ile paylaşıyorlar. Oysa öyle bazı mailler var ki ortaya çıkış amaçları tamamen, halkı kin ve nefretle beslemek ve bu durumdan menfaatlenmek oluyor. Gerçekten de forward maillerle insanlar üzerinde ciddi anlamda kamuoyu ya da baskı oluşturuluyor ve bir kısım insanların bu vesile ile beyinleri bile yıkanıyor diyebiliriz.

En son geçenlerde okuduğum bir haber; bu tür maillerde izlediğim yolun ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Söz konusu haberde zamanında bana da gelen bir mailin yanlışlığı anlatılıyor.

Siz siz olun forwardlansanız da forwardlamayın.


Forward mailler hakkında ne düşünüyorsunuz, ne yapıyorsunuz?
  

27 Kasım 2007

Anketler

Blogumda zaman zaman anketler düzenleyip ziyaretçilerin görüş ve düşüncelerini ölçmeye çalışıyorum. BLOGGER beta versiyonunda kullanıcılarına bloglarında anket hazırlama imkanını da sununca anket hazırlamak daha da basitleşti.

Bir süredir blogumda yer alan ve sonuçlanan anket sonuçlarını kaldırmadan önce hep birlikte değerlendirmek ve yorumlamak istedim. Mesela Türkiye Kuzey Irak'a girmeli mi diye sorduğumda 6 kişi (% 54) evet cevabı vermiş 5 kişi (% 45) ise hayır demişti.

Kuzey Irak tezkeresine başta ciddi anlamda karşı çıkmıştım. Hükümetin duygusal davranacağını düşünüyordum. Çok şükür korktuğum başıma gelmediği gibi hükümet bu konuyu çok başarılı şekilde yürüttüğü için tezkerenin çıkmasının olumlu neticelendiğini düşünüyorum. Bu konuda da yaptığım ankete katılanların % 67'si (27 kişi) tezkerenin çıkmasını olumlu bulduklarını, % 27'si (11 kişi) olumsuz buldukarını belirtmiş. 2 kişiyse fikrim yok demiş.

Yeni bir anayasaya ihtiyaç var mı sorusuna ise ankete katılanların % 60'ı (26 kişi) evet, % 34'ü (15 kişi) hayır demiş. Bu soruya da 2 kişi fikrim yok demiş.

Son olarak blogumu ne zamandır takip ediyorsunuz diye sordum. Açıldığı günden beri takip eden 5 kişi varmış, 1 yıldan fazla süredir takip eden de 5 kişi imiş. 1 yıldan az zamandır takip eden 2 kişi ve 1 aydır takip eden de 5 kişi imiş. Eskileri aşağı-yukarı tahmin edebiliyorum da özellikle son zamanlarda takip etmeye başlayanların bu yazıya yorum yazıp kendilerini tanıtmalarına çok memnun olurum.

Anket dedik, aklıma bir önceki yazıda yaptığım konu sonunda yazı ile alakalı anket yapma fikrinden de bahsetmek geldi. Bu fikri Ryu'dan (ç)aldım diyebilirim. Hoşuma gitti ve ben de elimden geldiğince bu yöntemi uygulayacağım. Çünkü her ziyaretçi yorum yazmıyor. Ancak ankete iştirak etmek daha kolay ve hızlı olduğu için iştirak daha fazla oluyor.

Yazıların sonunda yazıyla ilgili anket yapılmasını nasıl buluyorsunuz?
Olumlu
Olumsuz

24 Kasım 2007

Fatih Camii ve Hızır (a.s.)

Cenk Ünal bir zamanlar Cuma günleri ikindi namazında Hızır (a.s.)'ın Fatih Camiinde namaz kıldığını yazmıştı. Dün yolum Fatih'e düşmüşken camiye girdim ama cemaat çoktan dağılmıştı. Hızır (a.s.) ikindiyi cemaatle mi kılıyordur yoksa ikinci-üçüncü cemaatte de yer alıyor mudur bilmiyorum.

Caminin ikindi güneşi ile aldığı güzelliğini fotoğraf karesine bu şekilde sığdırmaya çalıştım;

16 Kasım 2007

Aman Dikkat! Adnan Oktar Aleyhine Yazmayın!

Wordpress bloglarının başına gelenin blogger kullanıcılarının başına gelme ihtimalinden bahsetmiştik geçen yazımızda. Kendisi de bir hukukçu olan Ryu Kun da konuyu kendi blogunda güzelce özetlemişti.

Aslında direkten dönmüşüz. Anlatayım. Wordpress sayfalarının kapanması ile alakalı bir araştırma yapayım dedim ve Kadıköy Adliyesinde işim çıktığında gitmişken bir de 6. Asliye Hukuk Mahkemesine uğradım. Davacısı Adnan Oktar olan 3 adet dosyaya rastladım. Wordpress bloglarının Türkiye'den takibinin engellenmesine yönelik olanı http://19.org/ (sayfayı şuradan inceleyebilirsiniz) sitesi ile ilgili olan dosyaymış. Bu site meşhur Sadreddin Yüksel Hocaefendinin oğlu Edip Yüksel'e aitmiş. (Dolayısıyle tebligat Edip YÜKSEL'e yapılmış.) Edip Yüksel bir zamanlar kendisine 19 rakamı ile alakalı vahiy geldiğini iddia ederdi. Halen öyle mi, en son durumu nedir bilmiyorum. Netice-i kelam, söz konusu adres wordpress tabanlı olduğu için olan wordpress kullanıcılarına olmuş. (Tabi bu arada sitenin gerçekten wordpress tabanlı olup olmadığı hususunda okuyuculardan yorum bekliyorum.) Oysa aynı dosyadan öğrendim ki bir de http://kendigoruslerim.blogspot.com/ diye bir adres varmış ki o adreste de davacı aleyhine ifadeler bulunuyormuş. Eyvah dedim, blogger da topun ağzındadır diye düşündüm ama Allah'tan bu adres kapanmış.

İşin kısaca özeti bu. Bir önceki yazımda verdiğim wordpressin açılacağına dair linkteki haberi doğrular bir bilgiye ulaşamadım dosyalarda. Ancak farklı mahkemelerde benzer davalar görüldüğünü söyledi memur. O dosyalarda böyle bir gelişme olmuş olabilirmiş. Gerçekten de sadece benim incelediğim dosyalarda onlarca internet sitesinin adı zikredilmiş ve bir çoğuna tedbir kararı alınmıştı. Her biri için ayrı ayrı dava açılmışsa adaleti biraz da Adnan Oktar'ın yavaşlattığından bahsedebiliriz.


İnternet sayfalarının yasaklanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gerekirse yasaklanmalı
Yasaklanmamalı

15 Kasım 2007

İnsanlık Onuruna Layık Bir Dünya İçin Adalet

İstanbul İlim ve Kültür Vakfının gelenekselleşen Bediüzzaman sempozyumu bu yıl “insanlık onuruna layık bir dünya için adalet” konusunu ele almış. Geçmişten bugüne çok doğru konu seçimleri yapmış olan vakıf yine doğru zamanda doğru konuyu seçmeyi başarmış.

Dünya tarihinin en zor ve en hızlı yüzyılını geride bırakıp aynı hızla 21. yüzyılı yaşadığımız şu dönemde en çok muhtaç olduğumuz değerin “adalet” olduğu bir gerçektir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile sarsılan dünya düzeni 1990 sonrası tek egemen güç çerçevesinde ilerleyen bir düzene bürünmüş, 10 yıllık tek güç olma duygusu 11 Eylül’ün yaşanması ile yerini şımarıklığa, tek merkezciliğe, ben ve diğerleri diye ayırımcılığa sürüklenmiştir. Tüm bunların neticesindeyse küresel bir adaletsizlik doğmuştur.

50 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği birinci dünya savaşı, kimyasal silahların kullanıldığı, sayısız insanın can verdiği bir dünya savaşı daha, Arap-İsrail savaşları, İran-Irak savaşı, Bosna katliamı ve nihayet ABD’nin Irak’ı işgali… Adaletin çok da rahat bulunamayacağının göstergeleri değil mi bunlar? Çocukların, kadınların, sivillerin öldürüldüğü, masum insanların katliamlara maruz bırakıldığı bir dünyada adaleti tesis etmeye çalışmak kolay mı? Gözlerini kan tutmuş küresel güçlerin ortasında adalete ulaşmak o kadar kolay değil ne yazık ki! Afrika’da açlıkla burun buruna kalan çocukların yaşadıklarını hastalık diyerek mücadele edilmeye başlanan obezlerin bilmediği bir dünyada adaletten söz edebilmek mümkün mü?

Bunlara ek olarak ülke içi adaletsizliklerin, bu anlamda özellikle de sosyal adaletsizliğin sınır tanımaz görüntüsü, çok küçük bir nüfusun, ülke gelirlerinin en büyük dilimini yedikleri ama diğer taraftan da büyük bir çoğunluğun açlık sınırlarında yaşadığı bir dünya düşünüldüğünde seçilen konunun ne kadar da anlamlı olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Bireysel adaletsizlikler ise insanoğlunun yaratıldığı günden bu yana var olan bir olgu. Kimilerinin eşlerini tartakladığı, kimilerinin ihkak-ı hak suretiyle kendi hakkını kendisinin elde etme çabasında olduğu dönemimizde kamuya karşı işlenen suçlar kadar bireylerin kendi aralarında işledikleri suçların da adaletsizliği körüklediği ne yazık ki önümüzde duran bir gerçek olarak yerini koruyor.

Tüm bu adaletsizliklere rağmen geçmişten günümüze insanların üzerinde en çok düşündükleri, kalem oynattıkları, onu tesis etmek için uğraş verdikleri, mükemmeline ulaşmak için çalıştıkları bir değerdir adalet. Ancak mutlak adaleti sağlayabilmek ancak Yüce Yaratıcıya aittir. Adil davranmak ancak o ismi tüm ışıltısı ile üzerinde taşıyana mahsustur. Biz ise sadece o ismin üzerimize yansıyan kısmını kullanmak ve o yansımayı elimizden geldiğince artırmaya çalışmakla mükellefiz. İlahi adaleti sağlamak bizlerin vazifesi değildir.

Adaletsizliği dünyanın ve üzerinde yaşayanların kaderiymiş gibi görmek yerine aslında tesisinin ve uygulanmasının çok kolay olduğunu bizlere göstereceğinden şüphe duyulmayacak bir sempozyumu dünya iklimine sunan vakıf yöneticilerine, bu iklimi sunacakları tebliğlerle bahar mevsimi yapacak dünyanın çeşitli yerlerinden gelen 150’yi aşkın ilim insanına ve iklimi ilk teneffüs edecek olan ve ardından da o iklimi yaygınlaştırma gayretlerine hız verecek olan dinleyicilerine, organizatörlerine ve emeği geçen herkese ne kadar teşekkür edilse azdır.

11 Kasım 2007

Wordpress Açılıyor mu?

Cuma günü Fatih 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gitmem gerekti. Bir süredir giremediğimiz wordpress sayfaları aklıma geldi birden ve gitmişken aklımda kalan dosya numarasını söyledim 2007/198... Konusu neydi davanın diye sorunca memur, internetle alakalı demem üzerine "o doysa Kadıköy'e gitti" dedi. Dosya numrası da 2007/195'miş. Yanlış kalmış aklımda.

Kayıtlarından ve ellerindeki karar klasöründeki tek sayfalık karardan öğrendiğim kadarıyla Adnan Oktar'ın avukatları vasıtası ile wordpress sitesi sahiplerine diye açılan davada wordpress'in kapatılması talep edilmiş. Ancak hem avukatların hem de kararı veren merciin internet bilgileri oldukça kısıtlı olsa gerek böyle bir kararın çıkmasına sebep olmuşlar. Aynı şeyin yakında blogger kullanıcılarının başına gelmeyeceğini kimse söyleyemez. Allah'tan kararın yanlışlığı Kasım ayı başında yapılan duruşmada dile getirilmiş de yakında wordpress'in mağdur kullanıcıları sayfalarına tekrar kavuşabileceklermiş.

Kadıköy'de ne zaman işim olur bilmiyorum ama olur da gidersem dosyayı takip edeceğim.

9 Kasım 2007

Günün Özlü Sözü

Bugünkü basılı Milliyet Gazetesinin en görünür yerindeki başlık, haberi internet üzerinden de okumuş olmama rağmen dikkatimi çekti; "Suriye'yi Türk basını korkutmuş." Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu'nun 1998 yılında terörist başı Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışına ilişkin yorumundan çıkartılan konuyla ilgili yazı dizisisinin başlığına ait.

Meğer bizim bildiğimiz "bir Türk dünyaya bedeldir" sözü değişime uğramış da bizim haberimiz yok. İşte günün en özlü sözü; "Türk medyası dünyaya bedeldir."

Aslında bu söz bana bir taraftan medyanın durumunu düşündürürken diğer taraftan tam da sınır ötesi harekatın düşünüldüğü böyle bir dönemde Em.Org. Kıvrıkoğlu'nun niçin böyle bir açıklamaya ihtiyaç duyduğunu düşündürdü.

7 Kasım 2007

Güneydoğu'da Eğitim Şart

5 Kasım’daki Erdoğan-Bush zirvesi ile tarihi bir dönemece daha girdiğimiz şu günlerde Güneydoğu’ya ve PKK sorununa ilişkin birçok öneri yapılıp, bilimsel nitelik taşıyabilecek çalışmalara imza atılıyor. Ancak dikkat çeken en önemli husus bu çalışmalarda bölgenin ekonomik refahına ilişkin önerilerin yoğunluğu oluyor. Oysa ekonomik refahtan da önce o bölgenin eğitim problemi üzerinde durulması gerekiyor.

Eğitim gönüllüsü olarak tüm dünyada isminden ve kurumlarından bahsedilen “Türk Okullarının” o bölgede niçin yaygınlaştırılmadığını anlamak mümkün değil. Paralı eğitim veren bu kurumların bölge şartlarına göre düzenlenmiş, gerektiğinde diğer bölge ve ülkelerden elde edilecek gelir ve kazançların belli bir oranının bu bölgeye aktarılması ile teşvik edilecek bir eğitim çalışması ile o bölgenin kısa vadede olmasa da orta vadede çok değişebileceği açıktır. Kuzey Irak’ta birkaç okulun açıldığını ve çok güzel meyveler verdiğini duyuyor ve biliyoruz. Ancak bu “özel okulların” Güneydoğu illerimizde de faaliyet göstermeleri fevkalade doğru bir adım olacaktır.

Bu noktada bu işin öncülerine, eğitim gönüllüsü bu hizmet erbabı kişilere çok vazifeler düşecek, özellikle maddi anlamda sıkıntı yaşayabileceklerdir. Ancak bu kurumlar dünyanın bir ucundaki ismini bile duymadığımız ülkelerde yaptıkları fedakârlıkların bir kısmını da bizim kendi insanlarımıza göstermeleri gerekir.

Esasında bu konu hakkında zamanın büyük düşünürlerinden Said Nursi ciddi çalışmalar yürütmüş ve adeta günümüze de ışık tutacak çözüm önerileri sunmuştur. Gençlik yıllarında Mısır’daki Ezher Üniversitesine gitme arzusundan doğan bir fikirle, fen bilimleri ile dini ilmin barışacağı, Asya ülkelerinde yaşayan Türk, Arap, Hint, Kürt, Kafkas; bilumum ırklara hitap edecek ve ortak potada eriterek ve anılan bu ülkelerin ortasında sayılabilecek doğu vilayetlerimizden birinde kurulmasını öngördüğü üniversite bugünkü yaşanan şu hadiselerin yaşanmasına belki de engel olacaktı. Said Nursi’nin Sultan Reşat ve Atatürk ile bu üniversite için görüşmeleri olmuş, her ikisinden de yardım sözü almıştır. Ancak gelişen zaman ve sorunlar içinde unutulan bir öneri olarak kalmıştır.

Günümüzde yaşadığımız bir gerçek de şu ki; İslam ülkeleri sürekli ayrışma derdindeler. Kendi aralarında ittifak kurulamayışının en önemli etkenlerinden biri de eğitimsizliktir. Neredeyse büyük bir köy haline gelen dünyada yükselen değer ayrılma değil birleşmedir. Bunun en güzel ve açık örneği Avrupa Birliği’dir. Ortak anayasaya doğru ilerleyen AB örneği önümüzde duruyorken küçücük Irak’ta insanların üç bölgeye ayrılma çabalarını eğitimsizlikten başka neye bağlayabiliriz? Ki İslam’ın en önemli düsturlarından birisi “Müslüman’ın Müslüman’a kardeş” olmasıdır. Eğer elinde bir değer varsa bu değeri diğer kardeşinle paylaşmak esastır İslam’da. Bunları bilmemek ya da bilip de uygulamamak eğitimsizlikten değil midir?

Eğitim alanındaki uzmanlıkları atık sevmeyenleri tarafından da kabul görmüş, dünyanın dört bir yanında fedakârlıklar gösteren, bulundukları yerlerde ülkemizin fahri elçisi olmuş, manevi değerlere önem verdikleri kadar birçok olimpiyatlarda elde ettikleri sonuçlarla fen ilimlerinde de başarılarını ispatlamış bu eğitim gönüllülerinin hiç vakit kaybetmeden derhal ve hızla Doğu ve Güneydoğu illerimizde yoğun bir çalışmaya girmelerini bekliyoruz. Bölge insanlarının ekonomik durumlarının çocuklarını o eğitim kurumlarında okutmaları zor olacaktır ancak bu noktada birazcık fedakârlık gösterilirse neticesi çok güzel olacaktır.

Moral Yazıları

Bir süredir Moral Haber için yazdığım muhtevası daha çok siyasi olan yazılarımı blogumda da yayınlamam blog okuyucuları tarafından pek de tasvip edilmedi. Bunu önce bana doğrudan ulaşıp ileten okuyucular oldu. En son geçtiğimiz günlerde yazdığım Eskiler-Yeniler başlıklı yazıma gelen yorumlardan da bu durum anlaşıldı.

Bununla beraber o tür yazıların meraklıları da yok değil. Hatta o yazılarımla yeni bir okuyucu çevresi de oluştu. Ancak blog okuyucuları gerçekten de bloglarda daha çok blog yazarının bir bakıma günlüğünü okumak istiyor. Gün içinde yaşadıklarını, duygularını, aktivitelerini, düşüncelerini, arkadaşlıklarını, ilgi alanlarını... diye sıralayabiliriz.

Bu nedenle bundan böyle Moral Haber'de yayınlanan yazılarımı geçmiş tarihli yayınlayıp onlara ana sayfada yer vermeyeceğim. O yazılarıma ulaşmak için yan tarafta yer alan "etiketler" başlığındaki "Moral Yazıları" linkini tıklayabilirsiniz.

3 Kasım 2007

Farklı Tüketimler

İnterneti bile tüketiyoruz. Önce mail adreslerimizi aldık. Mektup ve telefon yerine mailleşme yolunu tercih etmeye başladık. Sonra maillerimizi sadece gruplar ve üyeliklerde kullanıp ICQ'ya terfi(!) ettik. Bir dönem iletişim aracımız ICQ oldu. En son MSN keşfedildi. MSN de tüketildi, artık nur topu gibi bir Facebook'umuz oldu. Vatana millete hayırlı olsun deyip kurdaleyi kesen kesene... Son günlerde çok sayıda mail geliyor eş-dosttan. Facebook'a üye olan dostlar, sağolsunlar, beni aradıklarında üye olmadığımı görünce hemen üye olmam için -muhtemelen- önlerine çıkan kutucuğa mailimi yazıp davetiye gönderiyorlar.

Arkadaşlar! En azından şimdilik üye olmayı düşünmüyorum. Ben sizin sesinizi duymak istiyorum, yüzünüzü görmek istiyorum, dokunmak istiyorum, mimiklerinizi tepkilerinizi görmek istiyorum. Boş verin, canlı kalalım, sanal olmayalım. Bu nedenle Facebook davetiyelerinizi şimdilik cevapsız bırakıyorum ama beni anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.

İtiraz edenler olabilir; canlı olma-kalma duyurusunu sanaldan yapıyorum diye... Bu yazı konuyu sadece buradan da duyurmak ve interneti de tükettiğimize dikkatleri çekmek içindir. Yoksa ben o dostlarımla görüşüyorum canlı canlı.