31 Ekim 2007

Ahmet Hakan'a Malzeme

'Cumhurbaşkanı Gül, dün akşam iş dünyası, sanatçılar ve sivil toplum örgütlerine yönelik eşli davet verdi. Hayrünnisa Gül, ilk kez resepsiyonda ev sahibiydi. Davette 33 türbanlı vardı.' Haber bu şekilde verilmiş Milliyet Gazetesinde.

Devamına bakalım;

'Hayrünnisa Gül, resepsiyona gecikmeli olarak katılan Başbakan Erdoğan'a, "Emine Hanım nerede?" diye sordu. Ancak Gül, fotoğraf çekimi için poz verdikleri sırada sorduğu bu soruya yanıt alamadı. Erdoğan, Hayrünnisa Gül'le tokalaşmayı da unutarak salona geçti.'

Haberin videosu da burda;



Videoda özellikle Bayan Gül ile Başbakan'ın diyalog tarzına dikkat edelim.

Ahmet Hakan bu habere nasıl bir yorum yap(z)ardı acaba?

28 Ekim 2007

Eskiler - Yeniler

Okuyucu/ziyaretçi profilim bir hayli değişti galiba. Eskiden (eskiden dediysem çoook uzun yıllar önce değil, geçen yıl) blogumu adres çubuğuna "alikahya.blogspot.com" diye yazıp ziyaret edenler çoğunluktaydı. Dolayısı ile yorum yazanlar da beni günlük takip eden insanlardı. Cenk abi vardı mesela, hemen her yazıma mutlaka yorum yazardı. Emircan hoca hakeza... Siyah Zambak bloglamaya bir dönem ara verdiyse de hala devam ediyor. Ebruli vardı, şimdi kayıp... Mesela bloguma ilk yorum yazanlardan biri Tahin'di. Sonra onun arkadaşı Ladybird de yazmaya başladı. Nelly vardı, muhalif çizgiden... Yine onların arkadaşı Şehnaz vardı, şimdi adresini bile hatırlayamadığım. Heybe vardı. Geçenlerde blogunu ziyaret ettim onun da. Güzel şiirler/yazılar yazardı. Ryu vardı, blogunu bir açardı bir kapatırdı, en son onun da izine rastladım. Sonra Kervansaray esti bir dönem bloglarda. Yeni blogu Türkiye'den açılmasa da o hala ara sıra yorum yazıyor. Heralde en istikrarlı devam eden blogcu Kazım Mızrak'tır. O da bir kaç defa kapatmanın eşiğinden döndü sanırım ama hala devam ediyor. Suveyda da bloglamaya ara verenlerden galiba. Fakat özellikle de Baver'i unutmuyorum. Kızdı mı, kızdıysa neye kızdı hiç anlamadım, birden yorum yazmaz oldu mesela Baver... Tabi taa ilk bloglama dönemlerimden Zootechnist'i de unutmamak gerek. Gülçin de İngilizce bloglayanlardan... O da bir kaç defa yorumlamıştı postalarımı.

Şimdilerde ziyaretçilerim daha çok Google üzerinden gelmeye başladılar. Geçenlerde biri istihare ve istişare ile ilgili yazımı tıklamış. Yorumunu hep beraber okuyalım; "ben yeliz hocam selamun aleykum ben 3 gece ıstıhareye yattım bı gece sadece süt gordugumu hatırlıyorum. daha sonra arkadasımdan rıca ettım o yattı benım yerıme: yesıl bı arazı gormus fakat bu arazıde deıl ortasındakı cakıl taslı yolda gormus kendını ve bu yolda kara carsaflı yaslı ınsanlar varmıs.daha sonrada kardesını kan ıcınde gormus .yorumlarınız neler. sadece kendı ruyamamı bakmalıyım kafam cok karısık ? duygusal mı dusunuorum acaba . sankı bu ruylardan sonra erkek ark. daha cok baglandım ıcımdekı sıkıntılar gıttı ne olur yardım edın :( "

Ben istişare ve istiharenin önemini yazmıştım, oysa kardeşimiz bizden yorum bekliyor, belki okuyucularımız arasında yorumlayabilecek birileri olur diye düşündüm.

Demek toplumda hoca kisvesine bürünebilmek çok kolaymış, tabi o kisveyle insanların zaaflarından beslenmek de... Ne kötü!

23 Ekim 2007

Son Eylemin Amacı İletişim Kurmak mı?

Tel’in ettiğimiz ve nefretle kınadığımız son terör olayından sonra kanaatimce dikkat edilmesi gereken en önemli noktanın 8 askerimizden haber alınamıyor olmasıdır. Bu, esasında eylemin bir bakıma askerlerimizin alıkonması amacı ile düzenlenmiş olduğunun göstergesidir. Çünkü asker alıkoymak PKK terör örgütünün şu ana kadar yaptığı bir eylem tipi değildi. Kaldı ki 12 askerimizi şehit edenler 8 askerimizin de canına kıymakta tereddüt etmeyeceklerdi.

Peki, askerlerimizi alıkoymaktaki amacı nedir, PKK terör örgütünün? DTP’nin yaptığı arabuluculuk çağrısından da anlaşılacağı üzere PKK aslında farklı bir sürecin işlemesinden yana. Son olarak Celal Talabani’nin terör örgütünün sözde ateşkes ilan edeceğini ifade etmesinden de aynı sonucu çıkarabiliyoruz. Hatta ABD dışişleri bakanı Bayan Rice’ın Sayın Başbakanı arayıp birkaç gün süre istemesini bile bu çerçevede değerlendirmek mümkün olabilir.

PKK bir çok yorumcunun iddia ettiği üzere son eylemi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kuzey Irak’a davet etmiyor aksine alıkoyduğu askerlerimizle çatışmalara son vereceği mesajını veriyor. Bu noktaya dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum. PKK Türkiye Cumhuriyeti ile bir diyaloga girmek istiyor ancak bu diyalogun silahlı olmasını değil sözlü olmasını istiyor. Meşrulaşma çabası olarak da niteleyebiliriz bunu.

Ancak tüm bu adımların sadece terör örgütü yöneticilerinin kafalarından çıkmış olduğunu düşünmek de yanıltıcı olacaktır. ABD’nin Irak’ı işgali ile silahlı eylemler konusunda profesyonelleşme fırsatı elde eden PKK terör örgütü aynı zamanda strateji geliştirme konusunda da eğitildi. Ayrıca Türkiye’nin görünmez düşmanlarının da PKK’ya strateji öğretecekleri göz ardı edilmemelidir.

Bugün yapılacak bir sınır ötesi harekât gerçekten de PKK terörünü kökten kazıyacak bir adım değildir. Türk toplumu her ne kadar sadece bu noktaya odaklandırılmışsa da sınır ötesi harekâtın terörü sonlandırmayacağı geçmişte yapılan operasyonlardan dolayı aşikârdır. Bununla beraber bir sınır ötesi harekâtın terör örgütüne ciddi kayıplar verdireceği de kesindir. Bunu bizim askeri ve siyasi yetkililerimiz ne ölçüde biliyor ve öngörebiliyorsa terör örgütü de geçmişte yaşadıkları tecrübelere binaen aynı ölçüde biliyordur. Buna rağmen göz göre göre Türkiye’nin sınır ötesi bir harekât yapmasına sebep olacak böyle bir eylemi gerçekleştirmesinin bu açıdan yaklaşıldığında mantıklı bir açıklamasının olamayacağı açıktır. Bu harekâtı PKK değil ABD istiyor diyebilmek ise çok havada kalan bir iddiadır. Çünkü ABD ile çatışır vaziyete gelmek bizim açımızdan ne kadar istenilmeyen bir durum ise ABD açısından da bizimle çatışmak aynı ölçüde onlar açısından da istenmeyen bir gelişmedir. Türkiye öyle ya da böyle ABD’nin bu bölgedeki en istikrarlı ve güçlü müttefiki konumundadır. Bu pozisyonun sürmesi ABD’nin kendi politikalarını yürütmesi bakımından fevkalade elzemdir.

Bu durumda ne ABD ne de PKK bakımından Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesinin kendileri açısından bir çıkarı bulunmayacağına göre bu eylem bir başka sebeple yapılmış demektir. İşte bu sebebi de 8 askerimizin kayıp olmasında aramamız gerekiyor. ABD ve onun gibi düşünen petrol odaklı diğer dış güçler PKK’nın sözüm ona legalleşme sürecine girmesini istemekte ve ısrarla Türkiye’nin Kuzey Irak yerel yönetimi ile diyalog kurmasını istemektedirler. Bu kanalla Türkiye ile PKK’yı diyalog içine sokmayı düşünenler Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında bunun mümkün olmayacağını anlamışlardır. Ancak tam da bu noktada önceki günkü eylem gerçekleşmiş ve 12 şehidimizin yanında 8 askerimiz alıkonmuştur. Bu da PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti ile bir şekilde diyalog kurma ve kendi varlığını kabullendirme girişimidir.

Geldiğimiz noktada Türkiye’nin sınır ötesi harekâttan ziyade ciddi bir dış politika oluşturması gerektiği kanaatindeyim. Türkiye’nin hâlihazırdaki en ciddi sıkıntısı Kıbrıs meselesindeki ezberi bozan dış politika ve diplomasisini Kürt sorununda yapamamasıdır. İnce bir diplomasiye ihtiyacımız var. Ancak bununla birlikte askeri önlemlerin terk edilmemesi de çok önemlidir. Hatta sağlıklı bir diplomatik ilişkinin sağlanması askeri önlemlerin güç ve değerine bağlıdır da diyebiliriz.

21 Ekim 2007

EDS

Özellikle son bir haftadır İstanbul'un trafiğini doyasıya(!) yaşayan biri olarak son zamanlarda bir çok noktaya yerleştirilen elektronik denetleme sistemi (EDS) beni İstanbul'un trafiği için umutlandırıyor.


Geçen Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçerken dikkatimi çekti, E-5 üzerinde emniyet şeritlerine de EDS yerleştirilmiş. Ancak çoğu sürücü EDS yazısının ne anlama geldiğini zannedersem anlamadıklarından, ısrarla emniyet şeridinde ilerlemeye çalıştılar. Ancak bazıları da yazıyı gördüklerinde panikle emniyet şeridini terketmeye çalıştılar. EDS gerçekten önemli çünkü kendilerini karayollarının sahibi zanneden dolmuşlar ve araçlarındaki stikerlara güvenen ayrıcalıklı(!) sürücüler EDS sayesinde kesin cezayı alıyorlar. Bu da en azından bizim gibi diğer sürücüleri vicdanen rahatlatıyor.

EDS ile ilgili bilgi için; tıklayın.

Aslında trafik yoğunluğu da bir şekilde iyi değerlendirilebilyor. Geçen Kuran'ı seri okuyabilen bir arkadaşım yoğun trafikte tam 1,5 cüz Kur'an okuduğunu söylüyordu. Yani hem aracını sürerken hem de ibadetini yapmış. Cep telefonu kullanmaktan daha iyidir heralde.

18 Ekim 2007

Aliya İzzetbegoviç

19 Ekim 2003

Tarihin ender rastladığı askeri ve siyasi dehalardan biri olan Aliya İzzetbegoviç'in irtihal tarihi. Çok çabuk unuttuğumuz bir tarihi vakıa idi Bosna savaşı. Oysa biz yaştakilerin zulmü tanımaları bu savaşla olmuştu. Irak'taki zulüm için düzenlenmiş adam akıllı bir tel'in mitingi yok şimdilerde ama 90'lardaki hassasiyet başkaydı demek ki. Birçok vilayetimizde mitingler düzenlenirdi.


Aliya İzzetbegoviç'i nam-ı diğer Bilge Kralı ölümünün 4. yılında rahmetle anarken bu vesile ile menfur terör hadiselerinde şehit olan askerlerimize de Allah'tan rahmet diliyorum.

Bosna Marşını dinlemek için lütfen tıklayın.

13 Ekim 2007

Kuzey Irak; Batak!

Son günlerdeki menfur hadiselerin etkisi ile Türkiye’nin çok ciddi bir dönemece girdiğini hepimiz görüyoruz. 13 vatan evladımızın şehadetini üzüntüyle karşıladığımızı, yakınlarına ve tüm vatana başsağlığımızı iletirken hadiseyi de nefretle kınadığımızı beyan ettikten sonra sözü uzatmadan baştan söylememiz gerekiyor ki Türkiye 11 Eylül 2001’den bu yana çekilmek istendiği Irak bataklığına bu vesile ile çekilecek gibi görülüyor.

Türkiye çok başarılı hamlelerle bu bataklıktan şimdiye kadar uzak durmasını bildi. Ancak son 6 ayda iç dinamiklerin de bilinçli ya da bilinçsiz şekilde bu bataklığın içine girmemiz gerektiğine yönelik baskıları da eklenince ne yazık ki o bataklığa çekilmemiz an meselesi durumuna gelmiştir. Öyle bir noktadayız ki sınır ötesi harekât karşıtı fikir beyan etmek ve bu harekâtın sakıncalarından bahsetmek vatan hainliği ile eşdeğer görülmek ve komplocu ithamlarına maruz kalmak için yetiyor. Bildiği doğruları tereddüt etmeden direk yazan Fehmi Koru’nun bile 10 Ekim tarihli yazısında konuya yaklaşımı yukarıda belirttiğim ithamlara maruz kalmama düşüncesi ile kaleme alınmışçasına sorular ve ihtimaller üzerinde durularak kaleme alınmış, tereddütlü bir görüntü vermektedir.

Son hadise açıkça Kuzey Irak davetiyesidir ve Türkiye ne yazık ki göz göre göre bu davete icabet etmektedir. Yedi yıldır direndiğimiz bir konuda direncimizin çözülmesi ne yazık ki bizim iç dinamiklerimizin tesiriyle oluyor. Medya başta olmak üzere, muhalefet partileri de konuya ayna tutarak çıkmaza sürüklenmemizi istiyorlar. Yıllardır ABD’nin Irak’ta bulunma sebebi olan “terörü yok etme” gerekçesinin yanlışlığından bahsedip şimdi aynı hataya bizim düşecek olmamız gerçekten çok düşündürücü. Kuzey Irak’a geçmişte yapılan harekâtlardan hangisi netice verdi de şimdi yapılacak olan netice verecek. Ben kendimi bildim bileli Türkiye Irak’ın kuzeyine harekât düzenliyor. Ne netice alındı şimdiye kadar? Ayrıca bu terör 2007 yılının son 6 ayında mı azdı da tam da bu zamanda harekât konuşulmaya başlandı. İstatistiklere bakılsa 2007’de terörün aldığı can sayısının geçmişten yüksek olmadığı görülecektir.

22 Temmuz bir süreçtir ve bu sürecin en önemli getirilerinden biri de “Kürt Sorunu”nun çözülebilirlik aşamasına gelindiğinin göstergesiydi. Güneydoğu’daki seçim sonuçları bunun belirtileriydi. Ancak birileri mevcut durumun ve sorunun devamından yana. Bu nedenle de Kuzey Irak davetiyesi bastırıldı.

Konuyla ilgili meclise gelecek tezkerede özellikle Ak Parti’nin grup kararı almaması gerektiği kanaatindeyim. 1 Mart tezkeresindeki demokratik tavrını bu tezkerede de göstermesini bekliyoruz Ak Parti’nin. Ak Parti milletvekillerinin üzerinde kurulacak ”DTP ile bir olma” baskısından kurtulmaları mümkün olur mu bilemem ama milletvekilleri ellerini vicdanlarına koyarak şunu iyi düşünmeleri gerekiyor ki; ülkeye kazandırdıkları istikrar verecekleri izinle hepten heba olup gidecektir. Irak bataklığında işimiz yoktur. Türkiye terörün üstesinden gelecek güçlü bir ülkedir ancak bunu içte sağlayacağı istikrar ile yapabilir. Kuzey Irak’a düzenlenecek istikrarsızlık harekâtı ile değil.

10 Ekim 2007

Hafta Sonu Ziyaretçi Azalıyor mu?

Kim demiş C.tesi - Pazar internet kullanıcı/ziyaretçi sayısı düşüyor diye? Bu genel kanaati yalanlayan aşağıdaki grafiği nasıl açıklamak gerekiyor?


Blogu ilk açtığım zamanlar heyecanla takip ettiğim Statcounterı artık pek takip edemiyorum, buna vaktim müsait olmadığı kadar takip etmem beni bir sonuca ulaştırmıyor. Çünkü Statcounter sadece son 100 girişi sayıyor ve hafızasında tutuyor. Oysa son zamanlarda kullanmaya başladığım üstelik Türkçe hizmet veren Google Analytics tüm girişleri detaylarıyla hafızasında tutyor ve benim ayda bir kontrol edip içerik ve ziyaretçi detaylarını takip etmeme imkan sağlıyor. Sayfanın sağ kısmındaki menü bölümünde gördüğünüz, "en çok ziyaretçi gönderenler" ve "en çok arananlar" gibi bilgileri ayda bir ziyaret ettiğim Google Analytics sayesinde yapıyorum.

Gelelim sorumuza, yukarıdaki grafiği nasıl açıklayacağız? Doğrusu benim de blogumu C.tesi Pazar günleri ziyaret eden sayısı normalde azalıyor. Ancak geçen hafta bloguma eklediğim "Zekatmatik" başlıklı yazım googlda arandığında ilk sayfada çıkıyor. Açıkçası insanların bu programa bu kadar tevccüh göstereceklerini düşünmemiştim. Zekat konusunun müslümanlar için hala önem arzettiğinin göstergesi olarak algıladım ben bu grafiğin yükselişini. Bundan dolayı da sevindim.

7 Ekim 2007

Referandum İptal Edilmeli

Referanduma iki hafta kala referandumun destekçileri ile desteklemeyenleri meydanlara çıkıp fikirlerini halkla paylaşmak yerine referanduma götürülecek değişikliklerin tırpanlanması konuşuluyor. Değişiklik paketinde yer alan “11. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği” hükmü her kesimde bir kriz beklentisine yol açıyor.


Hukuki açıdan yaklaşıldığında o hükmün 11. Cumhurbaşkanının yürürlükteki hükümler çerçevesinde seçilmiş olması ile kadük olacağı su götürmez bir gerçektir. Ancak 367 derecede ısıtılan sütten ağzı yanan hükümetin yoğurdu üfleyerek yemek istemesi normal gibi görünse de izlenmesi gereken yöntem bu olmamalıydı. Yoğurdu üflemesini bilemediler. Mevcut hali ile gümrük kapılarında oylanmaya başlanılan değişikliğin bir kısım maddeleri değişiklikten çıkartıldığında gümrük kapısında oy vermiş bir vatandaşın “ben oyumu 11. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilsin diye ‘evet’ kullanmıştım, siz benim irademi yok saydınız, bu hukuki değil” dediğinde mahkeme ne diyecektir? Vatandaş gerçekten haklı değil midir?


Kaldı ki hükümetin değişiklik üzerinde oynamaya kalkışmasının esasında çok bir anlamı da bulunmamakta. Hükümet çevrelerinin korktuğu krizin meydana gelme ihtimali kanaatimce yoktur. % 47’lik patlamayı görenler yapılan haksız ve hukuksuz işlemlerin iktidara yaradığını da görüyorlardır. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığının iptali ve aynı Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin sağlanması bir defa daha haksız bir işlem yapılması anlamına gelir ve iktidara bir defa daha mağduriyet rolünü verir. Bunun anlamı ise halk tarafından “% 47 yetmedi size, alın % 70” demekten başka bir şey değildir. Sonuçta Abdullah Gül ya da Ak Parti’nin göstereceği herhangi bir aday çok daha yüksek bir oyla Cumhurbaşkanı seçilir. % 47’lik oy da iktidarın geçmiş 5 yılına verilmiş bir ödülden ziyade Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına verilmiş değil miydi zaten?

Ayrıca hükümetin konuyu bu son merhalede gündeme getirmesi de ayrı bir sıkıntı olmuştur. Kaldırılması planlanan maddelerin kriz potansiyelini taşıdıkları Cumhurbaşkanının seçilmesinden bu yana bilinen bir gerçekti. MHP’nin olumlu yaklaşımına atlayıp konuyu ısıtmak hükümetin kendine güveninin de olmadığına işaret ediyor esasında. Eğer böyle bir düşünceniz var idiyse bunu Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez meclis gündemine getirir, meseleyi hallederdiniz. Böylece gümrük kapılarında oy vermeye başlamış vatandaşın iradesini de yok saymamış olurdunuz. Oysa şimdi yapılacak bir değişiklik sadece gümrük kapılarındaki oylarla ilgili değil daha birçok hukuki çıkmazları da gündeme getirecektir. Konu öyle aceleye getirilecek cinsten bir mesele değil.

Makul olan tek çözüm yolu referandumun tamamen iptalidir. Anayasa tartışmalarının sürdüğü, yeni bir anayasanın eninde sonunda önümüze geleceği ortada iken mevcut hali ile de değiştirilecek hali ile de sıkıntı oluşturacak kısmi bir değişikliğin referanduma götürülmesinin pek bir anlamı bulunmamakta. Ne değişikliği savunanlarda ne de değişikliği istemeyenlerde referandum heyecanı yakalanamadı. Kalan iki haftada da referanduma götürülen maddeler üzerinde yapılacak değişikliklerle sarf edilecek enerjimizi ülkenin daha önemli konularında sarf etsek çok daha doğru olanı yaparız.

Kriz çözerken yeni krizlere yer açmayalım, makul olanı yapalım, referandumu iptal edelim. Meclisten beklentimiz budur.

3 Ekim 2007

Zekatmatik

İçinde bulunduğumuz ay bir bakıma zekat ayı da sayılır. İslam aleminde güzel bir adet oluşmuş, zekatlar genelde Ramazan ayında dağıtılıyor. Aslında zekatın zamanı zekatı verilecek olan para veya değerin üzerinden bir yıl geçmiş olmasıdır. Ancak zekat dağıtma zamanının bir şekilde Ramazan ayına denk getirilmesinin güzel bir adet olduğunu düşünüyorum.

Zamanımızda zekatı hesaplayabilmek döviz ve benzeri birimlerin çoğalması ile bir hayli zorlaştı. Bu durum bir ziraat bilimleri doktorunu harekete geçirmiş ve bildiğimiz excel üzerinde yaptığı çalışma ile zekatmatik adını verdiği bir proğram geliştirmiş. Allah kendisinden razı olsun diyoruz.

Ben bu bilgiyi Zaman gazetesinden okudum.

Programı indirmek için de aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.

1 Ekim 2007

Malezya mı Türkiyelileşti, Türkiye mi Malezyalılaşıyor?

Klasik, modern, post modern derken birçok darbe modellerimiz oldu ancak medyamız halen yeni bir darbe metodu üretemedi. Aklı 28 Şubat’ta kalan derin medya aynı nakaratı söylemekten usanmadı. Önce otobüse namaz molası verdirdiler. Sonra Almanya uçağında kıble meselesini manşetlerine taşıdılar. Şimdi de Kâğıthane’de meydana gelmiş münferit bir hadiseyi oruç dayağı diye sunuyorlar.

Mahalle sakinlerine öyle bir “medya baskısı” uyguluyorlar ki Türkiye’nin elden gittiğini düşündürüyorlar. Bizim hatırlamadığımız dönemlerde Türkiye’de insanlara Moskova korkusu verilirmiş. Humeyni devriminden sonra İran korkusu verilmeye başlandı. İran, Türkiye’nin örf ve kültürüne aykırı bir devlet olduğu kadar İslami açıdan bakılacak olunsa tarih boyunca Türkiye Sünniliğin, İran ise Şiiliğin merkezi olarak görülmüştür ki bu bile başlı başına Türkiye’nin asla İranlaşamayacağının göstergesidir. Ancak ısrarla bu korku verildi insanlarımıza. Bir zaman geldi, Cezayir sunuldu önümüze. İslami bir hareketin oylarını yükseltmesi ile gündeme gelen Cezayirleşme korkusu da fiyaskoydu, çünkü oradaki hareketlerde silahlı mücadele mantığı vardı. Oysa Türkiye’de bölücü terör haricinde silahlı mücadeleyi benimseyen hiçbir hareket göremezsiniz.

En son Malezyalılaşmadan bahsedilmeye başlandı. Esasında bu benzetme derin medyamız açısından ciddi bir gelişme olarak da görülebilir. İran ve Cezayir örneklerinden sonra Malezya örneği medyamızın artık biraz daha gerçekçi olmaya başladığını gösterir. Bu cümlemle Malezyalılaşma sürecinin varlığını doğrulamış olmuyorum. Ancak Malezya örneğinin önceki iki örneğe göre Türkiye ile daha bir benzerlikleri olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bir başka açıdan yaklaşacak olursak esasında Malezya’nın Türkiyeleşmesinden bile bahsedilebilir. Çünkü Türkiye’nin farklı kimlik ve dinlere karşı ve geleneksel hoşgörü anlayışı onlarda da mevcut v eyerleşmiş durumda. Başlıca Malay, Çin ve Hint milletlerinden oluşan Malezya’da bugün bir Ramazan Bayramı Müslüman olmayan Çinli Budist ve Taoistler tarafından da kutlandığı kadar Hindular tarafından da kutlanıyor. Mesela Çinlilerin yılda bir kez kutladıkları Bereket Bayramında da Müslüman Malaylar Çinlileri kutluyor ve sokak karnavallarını alkışlıyorlar. Eğer korkulan bunlarsa medyamızın vay haline. Yoksa korkulan Malezya’da kişi başına milli gelirin yüksekliği ile beraber adil dağılım oranın en yüksek olduğu ekonomilerden biri olması mı? Ya da bizim ihracatçılarımızın 100 milyar doları bulduk sevinci ile kendilerine ant yaptıkları 2007 senesinin rakamlarını Malezyalıların 25 milyonluk nüfusları ile 2000 yılında yakalamış olmaları mı korkulan?

Türkiye içimizdeki bir takım aklıevvellerin bile anlayamayacağı güç ve kudrette, başkalaşma meyli göstermeyi bir tarafa bırakın, başkalarının kendisine benzetileceği güçlü bir kimlik sahibi ülkedir. Ülkemizi, yer küreyi döndürüp parmağımızla durdurduğumuz ülkeye benzetme hobisinden ve fobisinden artık kurtulmamız gerekiyor. Bu korkularla yaşamak hiç kimseye fayda sağlamaz. Yoksa 50 yıllık mazisi olan bir ülke bizim onca yıllık birikimimizi, tecrübemizi, farklılıklarımızla yaşama bilincimizi aşar, geçer ve biz halen onları seyretmeye devam ederiz.

Silkinme vakti geldi artık. Kişisel iktidarlarımızın ve menfaatlerimizin ülke ve millet menfaatinden üstün olamayacağını anlamamız gerekiyor. Gemi batarsa hep beraber batacağız. Ama yürürse de hep beraber yürüyeceğiz.

Bu gemi öyle ya da böyle yürüyecek, bari ucundan da olsa hep beraber tutalım.