31 Ağustos 2007

Satranç Ustası İhtiyar

Sanırım bir 6-7 ay oluyor, efsane blogculardan Cenk Ünal abimiz bir satranç ustasının animasyonunu yayınlamıştı blogunda, bana da atıfta bulunmuştu hatırladığım kadarıyla. Satranç oynamaya davet etmişti beni. Nihayet geçen hafta sonu Cenk abimizle satranç oynamak nasip oldu. İlk oyunda fena yenildi. Deniz Baykalvari (yenilen pehlivanın güreşe doymaz misali) bir taleple ikinci oyunu da oynadık. Onda da mat olunca siyasi bir manevrayla şahını oynamayıp bana şah çekerek güya berabere bittiğini iddia ederek oyundan ayrıldı.

Cenk Ünal anısına ona kendi yayınladığı videoyu yayınlıyorum. İhtiyar amcayla çok benzer yönleri var Cenk abimizin de.

Videonun linki; http://video.haberturk.com/video.aspx?v_ID=14569&k_A=haberturk

23 Ağustos 2007

Göbeğini Kaşıyan Bidon Kafalılar!

Geçen hafta CHP İzmir İl Yönetiminin özellikle Cuma namazlarına iştirak edeceklerine dair haberi okuyunca birden İkinci Ak Parti Dönemini nasıl geçireceğimize dair ipuçları geldi aklıma. CHP’liler 22 Temmuz seçimlerinde Ak Parti’nin kendilerini dinsiz bir partiymiş gibi sunmalarından rahatsız olduğu için bu yöntemi uygulayacaklarmış.

CHP’nin bu tavrından sonra nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızı şöyle bir sıralayalım.

Muhtemelen önümüzdeki yılın Mayıs ayında yapılması planlanan CHP kurultayında program namaz saatlerine göre ayarlanacak ve kurultay alanında namaz kılmak için bir mekân ayrılacaktır. Deniz Baykal ile Mustafa Sarıgül arasında imamete kimin geçeceği konusunda bir ihtilaf yaşanmaz çünkü Sarıgül yaş itibariyle kendisinden büyük olan Baykal’a imam olması için nezaket gösterisinde bulunur. Ali Topuz da müezzin olur.

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi ile artık dini konulardaki rekabet daha da artacağından Ankara’da Cuma namazı kılmak isteyen devlet ricali çoğalacak ve Ankara’ya Kocatepe Camii büyüklüğünde birkaç cami daha yapılacaktır. Hatta bu adımın öncüsü de muhtemelen CHP olacaktır.

İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü artık yeşil ışıkla aydınlatılır. Sadece Başbakan Tayip Erdoğan’ın takımı Fenerbahçe’nin maç kazandığı akşamlar sarı lacivert renklerle ışıklandırılacaktır.

Boğazdaki eğlence yerlerine akın eden sosyete namaz vakitlerinde tekneleri, jet-skileri veya araçlarıyla Ortaköy ya da Bebek Camiine namaz kılmaya gidecek sonra eğlencelerine kaldıkları yerden devam edeceklerdir.

Muhtıra, e-muhtıra, darbe, post modern darbe gibi askeri müdahalelere muhtemelen bir yenisi eklenecek ve vaaz-muhtıra diye yeni bir müdahale örneği göreceğiz. En çok ulaşılabilir kitlenin camilerde olacağı düşünüldüğünde en makul muhtıra bu yöntemle yapılan muhtıra olacaktır.

Meclis toplantılarında, yabancı ülke yöneticileri ile yapılan toplantı ve görüşmelerde, benzer diğer tüm toplantılarda namaz için ara verilecektir.

Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, İlhan Selçuk gibi medya mensupları Basın Sitesinde hayırlarına yaptıracakları camide namazlarını eda edeceklerdir.

Tüm bunlardan sonra bir sonraki seçimlerde CHP tabi ki oylarını % 50’lere çıkartır. Göbeğini kaşıyan bidon kafalıların(!) oylarını almak bu kadar kolay işte.

17 Ağustos 2007

Kuraklık mı, Küresel Isınma mı?

Anadolu yarı kurak bir iklim bölgesinde yer alır. Bu elimizdeki coğrafi ve meterolojik bir veridir. Tarihte çok defa kuraklık yaşamış coğrafyamızda son zamanlardaki kuraklık nedense globalleşen dünyanın etkisi ile olsa gerek küresel ısınmaya bağlandı. Herkesin dilinde; “küresel ısınma” var.

Türkiye’de 1973, 1977, 1990 ve 1991 yıllarında ciddi anlamda kuraklıklar olmuştur. Bu saydıklarımız sadece yakın tarihimizdeki örneklerdir. Geriye doğru gittiğimizde 1925-1928 yılları arasında da kuraklıkların Anadolu insanını zor şartlara sürüklediği görülür. Bu kadar örnekleri varken 2007 yılındaki kuraklığı neden küresel ısınma ile tanımlamaya çalıştığımızı anlamakta zorlanıyorum. Küresel ısınmanın bundan medet uman bir takım çevrelerce üfürüldüğünü, bizim çığırtkan medyamızın da buna çanak tuttuğunu düşünüyorum. Elbette bu dünyann da bir ömrü var ve dünya da bir gün ömrünü tamamlayacaktır. Bunun için çeşitli sebepler de doğacaktır muhakkak. Nasıl ki insanoğlu hayatı son bulmadan çeşitli hastalıklarla mücadele ediyor, dünyanın da benzer felaketleri olacaktır. Ancak sıradan bir kuraklığı bu kadar büyütüp dünyanın sonu geliyormuş gibi yorumlamak ve aktarmak da doğru değil.

Hatırlanırsa bir zamanlar da ozon tabakasının delindiği bahsedilirdi. Şimdilerde nedense hiç bahsi geçmiyor onun. Tüketim çılgını medya yakında küresel ısınmayı da yer bitirir, merak etmeyelim.

Küresel ısınmanın varlığını ve gerçekliğini inkar etmiyorum ancak yağmursuzluğun tek sebebi küresel ısınmaymış gibi gösterilmesini, özellikle de konunun dua ile bağlantılandırılmasından aşırı rahatsızlık duyulması ve duaya (ibadete) çıkanlarla adeta dalga geçilmesini de doğru bulmuyorum.

14 Ağustos 2007

Hayattan Güzel Örnekler

Önce adli teşkilattan başlayalım. Geçen hafta elimde dilekçemle hakimin odasına geçtim. Talebim hakimin biraz yabancı kaldığı bir konu oldu sanırım, bana oturmamı rica etti ve dilekçeyi benimle birlikte mütalaa etmeye başladı. Önüne bir kitap aldı, fihristinden ilgili konunun geçtiği sayfayı buldu, okudu ve müzakere etti. Bu süreç yaklaşık 10 dakika sürdü. Neticesinde ilgili notlarını dilekçemin altına yazdı ve kaleme kaydı için havale etti.

Bir çok hakim böyle durumda ne yazık ki anlattığım hakim gibi davranamıyor. Çünkü bunu kendilerine yakıştıramıyorlar. Yakıştıramamalarının nedeni ise hakim olduklarından her şeyi bilmeleri gerektiği kanaatinde olmaları. Bir avukatın karşısında konuyu bilmiyor durumuna düşmek ayıp geliyor galiba onlara. O hakimlerin neler yaptığını biz biliyoruz ancak yukarıda anlattığım hakim de açık bir şekilde bunu benimle paylaştı. Ben onu yaptığı davranıştan dolayı tebrik ettim. Teşekkür ettim. O da bunun üzerine diğer hakimlerin ne yaptığını söyledi; "avukat bey, biraz dışarıda bekleyin ben sizi çağıracağım" diyerek avukatı dışarı çıkartır ve bir başka hakimi arayarak sorar dedi. Bu bizce de bilinen bir şey zaten ama işte bunu yapan hakimler bilmediğimizi düşünüyorlar.

Bilmemek ayıp değil, hele de hukuk gibi uçsuz bucaksız bir alanda gayet normaldir. Bu durumu örtbas etmek gayesi ile avukata yapılan muamele (dışarı çıkmasını istemek) daha ayıp oluyor aslında. Hiç kimse -hakimler de, savcılar da, avukatlar da- her şeyi bilmek zorunda değildir. Fakat bilmesi gerektiği halde açıp okumuyorsa, muhatabı ile müzakereden çekiniyorsa ayıp olan budur.

İkinci güzel bir örnek de Fatih Vatan Caddesinde bulunan Hürrem Çavuş Camii. Bu caminin mimarisi ayrı bir konu esasında. Benim bu cami ile ilgili vereceğim örnek imamıyla ilgili. Yaklaşık 6-7 senedir zaman zaman gittiğim bir cami Hürrem Çavuş. Caminin içi ve dışı tertemiz. Lavabolarını kullanmadığım için o konuda bir fikrim yok. Cami temizliğinde önemli bir kriter lavaboların temizliği. Fakat iç ve çevre temizliği ile yeterli puanı alıyor Hürrem Çavuş. İmamın gayreti sayesinde oluyor bunlar. En son Cuma Namazı için üst kata çıktım. Cami içini görmeyen üst kata iki dev ekran konularak vaaz ve hutbeyi izleme imkanı sunulmuş. Bu bile başlı başına güzel bir düşünce, anlayış. Yukarıdaki linkten camiye ulaşım imkanlarını öğrenebilrsiniz. Gezin ve imamın arkasında bir namaz kılın derim.

11 Ağustos 2007

Aile Boyu Bloglayanlar

Geçtiğimiz günlerde yaz tatilinden dönen bir blog okuyucum blogumun son 3-4 aydır çok ağırlaştığını, artık takip etmekte zorlandığını, yazılarımın sadece başlıklarına bakarak takipte kalabildiğinden bahsetti. Gerçekten de son dönemlerde sıcak siyasi gelişmelerin de etkisinden olsa gerek blog camiasına bir hayli sıkıcı gelecek yazılar kaleme aldım.

Bugün gün boyu blogumun eski günlerini arayanlara yönelik bir konu aradım. Ne yazayım diye düşünüp bir taraftan da blogları gezindim. Bir de ne göreyim; bir grup bloogger resmen nüfus kütüklerini olduğu gibi bloga taşımışlar. Tamam, bir kısım okuyucular, Cenk Ünal, Ebruli ve Emir Can arasında acaba bir bağ var mı diye düşünüyorlar ve dile getiriyorlar ama bu saydıklarıma göre şimdi sıralayacağım ve benim sabahtan beri işin içinden çıkamadığım bloggerları hakikaten çözmek çok zor.


Şimdi ben linklerini vereyim de hangisinin kimin yeğeni kimin kardeşi olduğunu çözelim bakalım. Önce Anne olduğunu anladığımız Sema Hanım'dan başlayalım. Bu ablamızın anladığım kadarı ile iki kerimesi var, biri Serra Hanım. Ancak diğer kardeşimizin blogu hangisi çözemedim. Sema Hanım'ın bir de eltisi ya da kardeşi olduğunu sandığım Neriman Hanım var. Neriman Hanımın da Kübra ve Enes adlarında iki blogcu kardeşimizin annesi olduğunu sanıyorum. Sema Hanım'ın bir de kardeşi olduğunu sandığım Hatice Hanım var. Ayrıca Efnan Hanım'ın da bu hanımların kardeşi olduğunu düşünüyorum. Abla, kardeş, anne derken bu grubun bir de kuzenleri var. Mesela Mihriye Sultan Hanım bunlardan biri sanırım. Bir de Mehmet Han kardeşimiz var, bu kardeşimiz de yeğen oluyor. Ayrıca Mihriye Sultan Hanımın bir kardeşi var, o da Zehra Hanım. Bir de yengeler var. Bunlardan biri Filiz Hanım.

Ümit ediyorum bu abla ve kardeşlerimiz bana kızmazlar. Ufak bir dikkatle çözülebilecek bu ilişkiyi benim dile getirmemden kasıt sadece aileler arasındaki güzel iletişime bir örnek göstermek ve esasında haber niteliği bile taşıyabilecek ilginç bir örneği ziyaretçilerimle paylaşmaktı. Mazur görmelerini umuyorum.

7 Ağustos 2007

Çıktık Açık Alınla

Kenan Sofuoğlu son günlerin en çok konuşulan isilerinden biri oldu. Dünya Supersport Motosiklet Şampiyonası'nda sezonun bitimine 3 yarış kala şampiyonluğunu ilan eden Kenan Sofuoğlu'nu yürekten kutlamak gerek. Zafere aç kalmış bir toplumun zafer duygularını coşturuyor, dolduruyor, doyuruyor.

Ancak abartılı ve alakasız biçimdeki kutlamaları da anlamak gerçekten zor. Bir haber sitesinde rastladığım kutlama videosu beni ilginç düşüncelere sürükledi. Video 28 Şubat'ın simge marşı 10. Yıl marşı eşliğinde sunulmuştu ve garip olan da bu idi. 10. Yıl marşı benim çok hoşuma giden, duyduğumda heyecanlandıran bir marştı, ta ki suyu çıkarılana kadar. Videoda izleneceği ve yandaki karede de görüldüğü üzere 3. Cİhan Harbini kazanmışcasına ya da 3. Cihan Harbine çıkılmış gibi "Allah Allah" nidalarının "ileriii" sadalarına karıştığı bir kutlama yapılmış adeta ve 10. Yıl marşı eşliğinde de servise sunulmuş.

Bu susuzluk niye? Ne oldu bizim topluma. Aç mı bırakıldık yoksa aç mı bıraktık kendimizi? Aklıma birden yıllar önceki UEFA kupalarından birinde Galatasaray'ın Monaco'ya attığı golde spikerin ağlayarak sunuculuk yapması geldi şimdi de...

Her ne ise! Yine çıktık açık alınla. Biz buna bakalım.

2 Ağustos 2007

CHP Liderliği İçin Mesut Yılmaz mı Daha Şanslı, Mustafa Sarıgül mü?

Cumhuriyetle birlikte var olan CHP ciddi bir yönetim krizine girmiş bulunuyor. 1999 seçimlerinde % 8,71 oy oranıyla baraj altında kaldıktan sonra DSP’nin önemli ölçüde oy kaybına uğradığı 2002 seçimlerinde oyunu iki katına yükseltmesi ile sol kesim için bir umut olmuşken 2007 seçimlerinde gereken çıkışı sağlayamadığı için ciddi eleştirilerle karşı karşıya kaldı CHP yönetimi. Gerçekten de solun 1999 seçimlerindeki toplam oyu % 31’lerde iken (DSP ve CHP oyları toplamı) bugün gelinen noktada sol oyların toplamı % 21’lerde kalmıştır.

Bu durumu izah etmek aslında çok zor değil. Türkiye’de sol-sağ ayırımının bittiğini gösteren örneklerin yaşandığı, bunun yanında CHP’nin Sosyalist Enternasyonal üyeliğinin tartışıldığı bir dönemdeyiz. Eski sosyalist Ertuğrul Günay’ın Ak Parti’ye, geleneksel sağcı, Demirel ailesinin damadı İlhan Kesici’nin ve bir zamanların ülkücüsü, sonraları Mesut Yılmaz ANAP’ının vazgeçilmez isimlerinden olan Yaşar Okuyan’ın CHP’ye geçmesi bize sol ve sağ ayırımının kalmadığını gösteren birer örnek. Ayrıca Sosyalist Enternasyonal’in CHP’yi üyelikten çıkarmayı ciddi biçimde düşündüğü de ortada.

Mesut Yılmaz’ın yeniden meclise girmesi ile ona biçilen paye Mehmet Ağar’ın istifası ile boşalan DP liderliği oldu. Oysa CHP yönetiminde bir kriz doğmuşken ve artık sol sağ ayırımından ziyade zihniyet ve demokrasi anlayışlarının ayırıcı özellik taşıdığı siyaset dünyamızda Mesut Yılmaz CHP liderliğine çok daha yakışan bir isim olmaz mı? CHP tabanı yönetim sorununa Mustafa Sarıgül ile çözüm bulmaya çalışıyor. Sarıgül’ün çizgisi takip edildiğinde CHP’nin şu anki yönetiminde yer alanlardan farklı düşündüğünü gözlemlemek zor değil. Örneğin fotoğraf karelerinde Sarıgül’ün hemen yanı başında başörtülü bir teyzeye rastlamak ya da tabanda daha geniş kesimlere hitap edecek söylemlere sahip olması gibi. Ancak Sarıgül’ün Yılmaz’a göre dezavantajı var, o da milletvekili olamaması. Milletvekilliği partiyi toparlayabilmek ve hâkimiyeti sağlayabilmek açısından lider açısından önemli bir avantaj. Ayrıca Yılmaz’ın DP ile birleşme arifesindeki ANAP kökenli olması ve belli oranda ANAP tabanınca da seviliyor olması CHP’ye yeni bir oy akımı sağlayabilecek bir başka faktördür. Mesut Yılmaz liderliğindeki bir CHP, ANAP ve DP’nin 27 Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde tohumunu attıkları kendi aralarındaki birleşme iradelerini daha geniş kapsamlı bir çatı altında gerçekleştirme imkânını sağlayacaktır.

MHP için de farklı düşünmek gerekmiyor esasında. Oy oranları ve seçmen sayıları bakımından karşılaştırmak doğru olmasa da ilginç bir tesadüfle CHP+MHP milletvekillerinin sayısı aşağı yukarı CHP’nin 2002 seçimlerindeki sayısına tekabül etmesi ilginç bir örnektir. MHP’yi son seçimlerde destekleyen solun önde gelen kalemlerinde İlhan Selçuk ve benzerlerini, bunun yanında CHP=MHP formüllerinin taraflarca sıkça dile getirildiğini düşündüğümüzde CHP ile MHP arasında da çok bir farkın olmadığı anlaşılacaktır. Ancak şu da mümkündür ki, eğer MHP 1999–2002 arasındaki tutumlarının, aynı şekilde daha 2 ay öncesinde barajı aşar denilen DP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimindeki tutumunun seçmen tarafından nasıl cezalandırıldığını görüp bu dönemde yapıcı bir muhalefet yaparsa CHP’nin biraz daha erimesine ve oylarını kendine çekmesine şahit olabiliriz. Çünkü yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere taban olarak iki parti arasında çok ciddi bir fark kalmamıştır.

Dört partinin neredeyse seçmenin tamamını temsil eder bir oranda oy alması her bakımdan Türkiye için güzel bir gelişmedir ve demokrasinin daha sağlam ve sağlıklı yerleşmesi için güzel bir fırsattır. Umuyoruz bu fırsat iyi değerlendirilir.

Bu yazı aynı zamanda Moral Haber'de yayınlanmıştır.