30 Ekim 2006

Kanser Yenilir mi?(!) İçilir mi?

Kayahan, Filiz Akın, İsmail Cem, Osman Yağmurdereli, Nevval Sevindi, Arzum Onan, Ufuk Güldemir, Mehmet Uzun, Leyla Umar... Hepsi mücadele etmiş/ediyor.

29 Ekim 2006

Cumhuriyet

29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlarım.

Bu vesile ile Said Nursi'nin Cumhuriyet anlayışını anlattığı kısa anekdetonu da buraya almayı uygun gördüm.

***

[Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum.]

Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"

Ben de dedim: "Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum."
Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun."
Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler."

Şualar / 14. Şua

28 Ekim 2006

Kabe

Öyle bir yapı ki, insan biyolojisini, kimyasını, fiziğini, kısaca her şeyini etkiliyor. Bunun nedeni nedir diye düşünüyorum kendi kendime. Acaba hiç inancı olmayan biri görse ne hissedecek? Bunu gerçekten çok merak ediyorum. Çünkü orda adeta bir büyü var. Bu kelime uygun mu bilmiyorum ama anlatacak kelime bulamıyorum. Allah ile doğrudan bir ilişki içinde olduğunuzu düşündürüyor orası. İşte bu acaba sadece müminler için mi geçerli bir duygu? Giremiyorlar, girebilseler ne düşündüklerini öğrenmeyi çok isterdim.

Bütün ihtişamı ile karşımda görünce “Ey Allahım! Tüm günahlarıma rağmen beni tekrar buraya, senin evine aldın, misafir ettin. Bu senin rahmetinin ve mağfiretinin ne kadar geniş olduğunun göstergesi” dedim ve önce şükrümü eda ettim. Edebildim mi? Bilmiyorum ama etmeye çalıştım. Sonra bu duygularımı paylaşmak istedim vesile-i hayatlarımla. Fakat mümkün olmadı. Sadece tavaftakilerin yakarışlarını işitebildiler… Dakikalarca…

Kabe imamlarının okudukları ayetler adeta içinize işliyor. Adeta kelime kelime, cümle cümle anlıyor oluyorsunuz o ayetleri. Azap ya da yalvarış ayetleri geldiğinde zaten dünya ile irtibatınız kesiliyor. Hz. Ali’nin cihat esnasında yaralanan ayağının tedavisi için namaz anını seçmesi geliyor akla. Sebebini anlıyorsunuz.

Rüku anı yaklaştıkça o an geliyor diye sevinmeniz mi yoksa kıyamın biteceğinden dolayı üzülmeniz mi gerekiyor, kestiremiyorsunuz. Secdede duygularınıza tercüman olan gözyaşlarınızın cehennem ateşini söndürmeye yetmeyeceğini düşünüp havf ederken O’na bu derece yaklaşmış olabilmenin sevinci ile reca duygusunu aynı anda yaşıyorsunuz.

Tavaf ise apayrı bir ibadet. Neden Kabe’yi solumuza alıp dönüyoruz diye düşünüyorum. Sonra Mevleviler geliyor aklıma. Onlar da sola doğru dönmüyorlar mı? Sonra dünya… O da sola doğru dönüyor. Her şeyde var olan düzen ve hikmet… Bunun da vardır bir hikmeti diyerek vazgeçiyorum sorgulamaktan o eşsiz anın hazzını çıkarmaya çalışarak.

Yaptığımız her ibadetin güzelliğini ve aynı zamanda acziyetimizi zerrelerimize kadar hissettiğimiz müstesna bir mekan… Allah gidemeyenlere gitmeyi, gidenlere tekrar gitmeyi, gitmek istemeyenlere bu fikirlerinin yanlışlığını görmeyi ve isteyebilmeyi nasip etsin.

27 Ekim 2006

Bir Türk Kahvesi Muhabbeti

- Yahu bu adamların da Kur’an’a hiç saygıları yok, yere koyuyorlar baksana…

- Evet ya, öyle, hatta yastık yapıp uyuyanı da gördüm ben.

Bu arada “adamlar”dan binlercesi bir sayfayı bitirmiş, ikinci sayfaya geçmiştir.

- Ya biliyor musun, bizim otelin yemekleri hiç iyi değil. Böyle olacağını bilseydim yemeksiz programla gelirdim. Sizin nasıl?

- Biz yemeksiz programı seçtik. Hanım sağolsun yemeklerimizi evimizdeki gibi yapıyor. Gelirken yanımızda bulgurumuzu salçamızı getirdik. Fakat arttı, giderken ne yapalım diye düşünüyoruz.

Bu arada “hanım” otelde yemek pişirmektedir. En güzel anlarda otelde olmak…

Yine bu arada “adamlar”dan binlercesi Mushaflarından bir sayfa daha çevirmiştir.

- Ne rahat adamlar bunlar böyle? İki kişilik yere tek başına bağdaş kurup oturuyor. Doğru mu bu?

Üçüncü şahıs, rahat oturan adamların arasına girmeye çalışır ve sesini yükselterek onlara bağırır. Kimin huzurunda olduğumuzu düşünmez, ayet aklına gelmez; “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin…” 49/2

Bu arada “adamlar”dan binlercesi daha bir sayfa çevirmiştir.

Ve vakit yaklaşır. İftar vakti… Sofralar düzenlenir, herkes yerini alır. Türk kahvesi yerine Suud kahvesi ikram edilir ama ortam Türk kahvesidir.

Ve havaalanı; çuvallarla eşyalar ve çuvallardan sızan, zeytinyağları, salçalar, şireler…

Biri Mekke'de, diğeri Medine'de iki ayrı mekan. Türk hacılarının umumiyetle tercih ettikleri yer her iki yerde de Osmanlıların yaptıkları bölümler. Mekke'de müezzin mahfilin altı, Medine'de de eski mimarisi ile duran mescidin en ön kısmı. Amacım kesinlikle Türk hacılarımızı kötülemek filan değil. Aksine bu peygamber aşıklarının her yaptıkları hataya anlayışla yaklaşmak gerektiğine inanırım. Çünkü öyle duygu yüklüler ki, en ufak bir hislenme ile göz yaşlarına hakim olamıyorlar. Ancak bazı duygularımızın da artık köreldiğini görmek üzüyor insanı.

26 Ekim 2006

Videonun Sözü

Baratpur/Nepal'de file binmek ya da Çin seddinde yürümek... Veya Nemrut dağında güneşin doğuşunu izlemek...

İşte bir kaç örneğini verdiğim, ölmeden önce görülesi/izlenilesi/yapılası faaliyeler... Fakat tüm bunların hepsinden önce benim tavsiyem Medine'de, Harem-i Şerifte bir iftar vakti geçirmek... Hatta hiç bir ibadet amacı olmasa dahi bence sırf bu anı yaşamak için gidilir.

Ensar'ın bugünkü misallerini göreceğimiz, paylaşmanın, misafirperverliğin ne demek olduğunu anlayacağımız; yaklaşık 1 milyon kişinin aynı anda aynı duygularla oruçlarını açtıkları, ilk görenlerin göz yaşlarını tutamadıkları eşsiz bir manzara..

Harem'in hangi kapısından girerseniz girin, kolunuza giren Medineliler sizi paylaşamıyorlar. Israrla ve ısrarla.. sizi kendi sofralarına davet ediyorlar. Bir sofraya oturuyorsunuz ama o sofrayı kimin hazırladığını da bilmiyorsunuz. Hatta sırf kim olduklarını anlayabilmek için bir kaç defa erkenden oturup izlediysem de bu faaliyetlerini de çocuklara yaptırdıkları için tespit edemedim. Çocukların fotoğrafını
buradan görebilirsiniz.

Peki sofrada neler var? Videoda da izlendiği üzere, rutab hurma (taze oluyor ve soğuk yendiğinde tadına doyum olmuyor, çok çabuk bozulan bir hurma), zemzem, simit, yoğurt, ismini öğrenemediğim bir baharat çeşidi (umumiyetle yoğurtla karıştırılıp yeniyor) ve badem içi vs.

Bu sofralar ikindi namazının hemen ardından hazırlanmaya başlanıyor. Bu arada insanlar umumiyetle Kur'an okuyorlar. Bazıları ayakta, bazıları oturarak dua ediyor (ayakta olan birini videoda da izliyoruz.) Ayakta durmalarının nedeni Peygamberimizin Kabr-i Şeriflerini izleyebilmek ve dualarında onu vasıta kılmak.

En tatlı hallerden biri de ezan sesi ile birlikte tüm uğultunun bir anda kesilmesi.

Mekke ve Medine'de fotoğraf çekmek, kayıt yapmak yasak. Görüldüğünde makineye el konuyor. Çekimleri gizli yaptığım için, neyi çektiğimden emin olamadan çektim. Ayrıca makinenin menüsü ile oynanmış olduğundan çözünürlüğü de düşük çıkmış videonun. Son olarak ilginç bir hatıra da yaşadım, başıma geleceği aklıma gelmezdi. Orası için pek adetim olmadığı halde sadece bu manzarayı çekebilmek için yanıma aldığım makine o gün başıma bela oldu. Kendimi tutamayıp bir kaç poz çekmeye yeltendim. En son dışardan yeşil kubbeyi çekerken görevliye yakalandım. Üzerime doğru geldiğini gördüğüm anda tabana kuvvet kaçtım tabi ki. Kalabalığın arasında beni bulması imkansızdı.

18 Ekim 2006

Ebed

Biz; dunyanin dort bir yanindan yaklasik iki milyon insaniz. Bangladesliler gibisini gorunce anliyorum ki, parasi olan degil; isteyen burda...

16 mi 18 mi diye dusunurken 20`nin bittigini bilmek... 20`nin bitmesi gibi bu mubarek zaman dilimi de mi bitecek?

Ebed istiyorum, EBED!

17 Ekim 2006

Hani Nerdesin?

Kabe gibi sihay gözlerinin yeşil kubbe kadar sevimli gülüşünü özlemişim. Ardında bıraktığın emanetlerin karşıladı beni. Senin kadar masumlar onlar da... Onları seyrederken seni görüyorum. Onlarla konuşurken seninle konuşuyorum.

Cennetül Baki'ye gittim bugün, seni aradım. Cesedin binlerce kilometre ötede de olsa ruhun oradaydı. Cennet bahçelerinden bir bahçe olan Cennetül Baki'de. Peygamberin komşusuydun.

Seni özlüyorum, kavuşalım artık...

13 Ekim 2006

Hayat Felsefesi

Her düşündüğünü söyleme. Olmayacak düşüncelerini yapmaya kalkma. Candan ol ama sırnaşık olma. Denedikten sonra dost edindiklerini bağrına bas ama her tanıştığın ile el sıkışıp dost olma. Herkesi dinle, pek azıyla konuş. Herbirinin fikrini öğren ama kendi düşüncen kendine kalsın. Üstün başın kesene göre ısmarlansın, ağır olsun ama gösterişli olmasın, züppeliğe kaçmasın. Çünkü elbise sahibinin ne türlü bir insan olduğunu gösterir.

12 Ekim 2006

Gazoz

Gazlı içeceklerle ilgili dolaşan maillere, haberlere hiç bir zaman değer vermedim. Ancak bu sabah okuduğum haberde TÜBİTAK ve Tüketiciler Derneği gibi iki ciddi organın birlikte yapmış oldukları çalışma neticesinde ortaya çıkardıkları gerçeği görünce artık buna da ilgisiz kalamayacağımı gördüm ve paylaşmak istedim.

Yaklaşık 3 senedir soda hariç hiç bir gazlı içeceği ağzıma almıyorum. Sodayı da vişne özü veya dut şurubu ile karıştırarak içersem ondan daha güzel bir içeceğin olmadığını düşünüyorum. Kesinlikle piyasadaki tüm gazlı içeceklerden çok daha iyi ve sağlıklı.

Tükettiğimiz içeceklere dikkat edelim.

11 Ekim 2006

Güç

Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz. Al-i İmran 139

6 Ekim 2006

3 Ekim 2006

Meşhur Olmak(!)

Daha önce burada konu ettiğim hesap işletim ücreti ile ilgili aldığım hakem heyeti kararı medyada da makes buldu ve ben de meşhurlar listesine girmiş oldum(!)

Ancak bizim medyanın gerçekten de olayları değerlendirme ve haber ediş tarzları çok ilginç. Benim meseleyi de çarpık bir şekilde sunmuşlar. Oysa kararı talep ettiklerinde – yorumlayamayacaklarını bildiğim için – kendilerine konu ile ilgili daha detaylı bilgi verebileceğimi aktarmama rağmen, aynen düşündüğüm gibi beni aramadan ve kendi hukuk departmanlarına da sormadan haberleştirip servise sunmuşlar.

Ne zaman hukuki ve dini içerikli bir haber yapsalar mutlaka hatalı oluyor. Oysa bir hukuk mezunu ile bir ilahiyat mezunu genci istihdam etseler bu tür yanlışlıklara da düşmezler. İşlerini hangi ciddiyette yaptıklarının göstergesi sayılır esasında bu.

Küçük bir not;
Akbank söz konusu karar gereği paramı, ben icraya başvurmadan hesabıma iade etmiş. Çok zevkli oldu, bankadan haksız elde ettiği parayı geri almak.

1 Ekim 2006

Yol

Evet, orda uzaklarda bir yerlerde bir köy var ama o köy bizim köyümüz değil. Gidip gezdim, tozdum ama o köy asla bizim köyümüz değil.

Doğru, bir de ev vardı orda. Fakat o ev de bizim evimiz değil. Hatta o evde kaldım ben, yattım da ama o ev bizim evimiz değil.

Sesi de hatırlıyorum. Bir ses vardı. Duydum o sesi. Fakat bizim sesimiz değildi o ses.

Çıktığım ve indiğim dağ vardı bir de. Uzaklarda. O dağ da bizim değildi.

Yol! O yol bizim yolumuz işte. Dönmesek de varmasak da. Dönsek de varsak da. Gitsek de gelsek de. Gitmesek de gelmesek de. Gitsek de gitmesek de. Gelsek de gelmesek de. Bitse de bitmese de. O yol bizim yolumuz ve yolculuğumuz devam ediyor.