29 Eylül 2006

Burası Türkiye, Bir Türkiye Gerçeği

Birileri lütfen bana şu görüntüleri (Mine Koşan ve İbrahim Tatlıses şovunu) bir yorumlasın. Ben anlamadım bu işi...

28 Eylül 2006

Yok

Sabah olduğunu perdelerin arasından üzerine yansıyan güneş ışığıyla fark etti. Uyandı, yüzünü yıkadı, kahvaltıyı hazırladı ve yedi. Sonra üzerini giyindi ve çıktı. Kapıyı kilitlerken zile takıldı gözü. İsmi silinmişti. Dikkatle incelediğinde, yazıda bir tahrifat yoktu. Sadece yazı silikleşmiş, artık okunmuyordu. Asansöre gitti heyecanla; aşağıya indi ve apartman girişindeki zile baktı. Evet, o da aynıydı.

Bir anlam veremeden çantasını arabanın bagajına fırlattı ve hızla ayrıldı evinin önünden. Her gün 20 dakika süren yol 5 dakika daha kısa sürmüştü. Ofisin kapısına yaklaştıkça kalbinin atışının arttığını hissetti. Aynen… o da silinmişti. İçeri daldı. Masasının arkasındaki diplomasına ilişti gözü birden. Silinmişti ismi… vergi levhası, ruhsatname… evet, hepsi silinmişti. Birden cüzdanı geldi aklına. Elini cebine attı, yoktu cüzdan. Çantasına koyduğu geldi aklına. Arabaya indi, bagajdan çantasını çıkardı, çantadan da cüzdanını… Evet, ismi silinmişti. Ehliyet, araç ruhsatı… Aynıydı. Silinmişti ismi hepsinden…

Tekrar bürosuna çıkmış ve koltuğuna çökmüş bir vaziyette düşünüyordu. “var olduğumu nasıl ispat edeceğim?”

Birden levha geldi aklına… Baro levhası... İnterneti açtı, baronun sayfasına girip kendini arattı. “böyle bir kayda ulaşılamadı” uyarısını gördü.

Tam bir kabustu yaşadığı. Nüfus müdürlüğüne gitmeye karar verdi. Direk nüfus müdürünün yanına çıktı ve ismini söyledi. Nüfus kaydı sorgulandı hemen ama böyle bir kayıt yoktu.

Nüfus müdürlüğünden direk eve döndü.

Artık yoktu.

Ticari Ahlak

Özellikle de son on yılda ismine sıkça rastlanan 'yeşil sermaye' olgusunun derinlemesine analizi yapılması gereken ciddi bir sosyal konu olduğu konusunu düşündüğüm bir sırada değerli bir arkadaşımın bu vasıfla tavsif ettiği bir işletme ile ilgili şikayetini bana aktarması üzerine çok kısa da olsa konuya burada eğilmek istedim.

Ne yazık ki, toplumun (bilhassa dindar toplumun) dindar tüccarlara karşı ciddi bir antipatisi var. Bunun kaynağı; eğer bir komplo teorisyeni iseniz bu tüccarların gelişmesini istemeyenlerdir. Fakat gerçekçi bir yaklaşım sergilemek gerekirse bu düşüncenin kaynağı bizzat dindar tüccarlardır. Çünkü ticari ahlakın tek bir maddesini bile uygulamaktan uzak bu kesim insanlarda güvensizlik oluşturmuş, neticesinde dini ticaretlerine alet ettikleri kanaatinin yerleşmesine sebep olmuşlardır. Bundan yeşil olmayan sermayeye sahip tüccarların ticari ahlakı bihakkın uyguladıkları anlamı çıkmaz. Ancak dindar kimliği ile ortaya çıkan kişiler yüklendiği işi herkesin yaptığından çok daha fazla dikkat ve özenle yapması gerektiğini, üzerindeki yükün kat kat fazla olduğunu, her bir davranışının ve sözünün sadece kendisini değil büyük bir toplumun davranışı ve sözü olarak algılanacağını bilmesi gerekir. Nasıl ki tesettürlü bayanların dindar bir kimliğe yakışmayacak davranışları toplumda büyük makes görüyor ve yadırganıyorsa aynı durum dindarım diye ortaya atılan tüccarlar için de geçerlidir.

Böyle bir gerçeklik ortada olmakla beraber işin biraz da başka penceresini de açmak gerekirse, bu tüccarları eleştiren dindar kesime düşen görev de böyle durumlarda yaptığı veya yapacağı eleştiriyi bizzat tüccarın kensdisine ve yetkilisine yapmak, durumu izah etmek ve ayrıca bu durumu umumileştirmek anlamana gelecek biçimde her platformda dile getirmemek olmalıdır. Ve asıl önemli olanı tekrar vurgulama gerekiyor ki; bu tüccarların haricinde ticaret yapan diğer tüccarlar da hiçbir zaman dört dörtlük olmadıkları gibi herkes parasının akıbetinin ne olacağını da düşünmek zorundadır. Biri yüksek fiyatla satar, biri ucuz fiyatla… Fakat biri gider fakiri doyurur, diğeri gider sizden kazandığı para ile akşam alem yapar.

25 Eylül 2006

Beş Dakikada Beşiktaş! DEĞİL; İki Saatte Bursa

Ramazan ayının ilk gününü Bursa'da geçirmek üzere Cumartesi akşamı yola çıktım. İDO'nun hızlı feribotları ile 1 saatte Yalova ve Yalova'dan da 1 saatte Bursa'ya ulaşmak Bursa'yı sanki İstanbul'un bir parçası yapmış.

Yenikapı iskelesine yanaşmış bir feribot.

Bursa denilince akla ilk Ulu Camii geliyor. Bursa Ulu Camii denilince de cami içindeki bu havuz geliyor akla.

Bursa Ulu Camii'nin bir başka özelliği de adeta bir hat müzesi oluşudur. Çok sayıda hat sanatını bir arada görmek mümkün bu camide.

Ramazan'ın ilk günü... Ulu camii'ni öğle namazında dolduran cemaat namazdan sonra Kur'an ayına yakışır bir şekilde tilavete başlıyor.

Koza Han. İpekçilerin çarşısı. Pazar olması münasebeti ile kapalı idi. Hemen camiye yakın bir yerde. Az ötesinde de Orhan Gazi Camii var.

Ve teravih...

Çınar ağacı Osmanlı'nın sembollerinden... Minare de İslam'ın sembollerinden... Ve Bursa adeta çınar ağaçlarının merkezi.

Ulu Cami'yi uzaktan çekebilmek pek mümkün değil. Etrafında geniş bir avlusu yok. Her tarafta yapılar var. Dolayısı ile uzaktan izleyebilmek ancak binaların üst katlarına çıkabilmekle mümkün oluyor. Bu da benim için pek mümkün olmadığından ancak bu kadarlık bir poz yakalayabildim.

22 Eylül 2006

Osmanlı Hanedanı

Haşmet Babaoğlu'nun bugünkü yazısını paylaşmak istedim;

Osmanlı değil, magazin hanedanı!
Demek ki neymiş!

Osmanlı hanedanı da artık “buralı”, Osmanlı, Türk, İstanbullu falan olmaktan çok “hanedan”mış!..

Lafı dolandırmaya, uzun uzadıya düşünmelere kalkmaya gerek yok, dün gazetelerimizde yer alan Son Osmanlılarıın fotoğrafları yeterince çok şey anlatıyordu.

Doğrusu ben fotoğraflara bakarken bir ayrım çizgisi koymakta zorlandım: Kim bunlar? Burası neresi?

Monaco Prensliği mi, Osmanlı torunları mı? Belçika kraliyet ailesi mi, yoksa Habsburgların son temsilcileri mi?

TRT tarafından yapılan “Osmanoğlu’nun Sürgünü” adlı belgeselin tanıtım gecesinde 80 yıldan sonra ilk kez bu kadar kalabalık bir şekilde buluşan hanedan mensupları çok modern, çok Batılı ve gayet aristokratik görüntüler sergilemiş. Bu belli!

Ama bu görüntülerde “biz”e dair bir şey var mı?

Hele o bütün sevimliliklerine karşın belli ki poz vermekten fena halde sıkılıp somurtmuş aryan sarı saçlı, royal kravatlı küçük şehzadelere ne demeli? Bize İsveç prenslerinden daha tanıdık, daha “yakın” bir görüntü sunduklarını söyleyebilir miyiz?

Bu çocukların kan bağları bulunan uzak dedeleriyle; mesela sultan Abdülhamit veya Abdülmecit’le (onların alabildiğine “yerli”, Müslüman ve Osmanlı ruhuyla) gerçekten bir bağları kalmış mıdır sizce?

21 Eylül 2006

Ramazan

Ramazan ayı geliyor. Son senelerdeki bir hastalığımızı zikretmeden edemedim. Ramazan daha çok tüketilen ay değil, muhtaçların daha çok hatırlandığı bir ay olmalı. Hurmayı Ramazan'dan Ramazan'a hatırlayan alış veriş merkezlerimiz bu meyveyi adeta gözümüzün içine sokarken öbür taraftan da 11 ay boyunca kıpkızıl olan ama nedense bu bir ay boyunca yeşil oluveren gazlı içeceği de hurmaların yanıbaşına koyuveriyor. Adeta geleneğimizin bir parçası oldu bu gazlı içecek ve ne yazık ki buna biz müsade ediyoruz.

Artık fakirleri sofralarımıza davet etme geleneği de kalktı, yerine zenginleri lüks restoranlarda veya yıldızlı otellerde yemeğe davet etme geleneği başladı.

Böyle küçük bir hatırlatmayı vesile ederek, bu mübarek ayın herkes için hayırlar getirmesini diliyorum.

17 Eylül 2006

Yazık

Yazık bizlere, yazık bu müslümanlara... Niye böyleyiz? Neden oyunlara geliyoruz hemen? Yoksa ben mi yanılıyorum? Bir karikatür yüzünden aylarca yaşanan tartışma ve sonuçta kaybeden müslümanlar... Danimarka bir şey kaybetmedi; iki üç adet Danimarka malını protesto ederek Danimarka zarar mı etti sanıyoruz? Oysa müslümanlar ufak bir kıvılcımla nasıl galeyana getirilebiliyor, tüm dünya bunu gördü. Bir gösteri yürüyüşünde bile müslümanların kendi aralarında ahenk sağlayamadıklarını gördü dünya.

Bir kaç gündür süregelen Papa'nın sözleri ile ilgili tartışmalar... Somali'de öldürülen rahibenin haberini görünce içim sızladı. Nasıl da sonuç alıveriyorlar hemen. Daha bir ay önce dünya kamuoyunda müslümanların mağdur olduğuna yönelik bir intiba oluşmuştu, Lübnan'da yaşananlardan ötürü. İşte tek bir sözle ve tek bir infial ile ufacık bir olumlu gelişme nasıl da sonlandırılıyor?

Eğer Allah'ın vadettikleri olmasa, Kur'anı okumasam, şu müslümanlara bakarak ümitsizlik girdabına gireceğim ama şükürler olsun ki okuyorum, biliyorum ve inanıyorum. Yusuf İslam'a atfedilen söz ne kadar doğru; "eğer" diyor, "İslam'ı öğrenmeden, önce müslümanları tanısaydım bu dinle müşerref olamazdım"

NOT:
Bu yazıyı yoruma kapattım. Şu ana kadar yazılanlardan ve okunanlardan herkes anlayacağını anlamıştır diye umuyorum. Papa hadisesi karşısında almamız gereken tavrı konuşmamız gerekirken gereksiz tartışmaların adresi olmaya rıza gösteremedim.

Hatay'da Kahvaltı

Hatay’ın kahvaltı kültürü diğer Anadolu şehirlerimizden biraz farklılık gösterir. Özellikle de gördükleri her şeyin üzerine veya etrafına zeytinyağı dökerler ki bu biraz da zeytinciliğin yaygın olmasından ileri gelir. Aklıma gelenleri söyle bir sıralayacak olursak;

Süzme yoğurt; nasıl yapıldığını tarif etmeye gerek yok. Süzme yoğurt pul biberi ve kuru nane ile süslenip üzerine zeytinyağı dökülerek servis yapılır.

Tuzlu yoğurt; keçi sütünden mayalanan yoğurt tahta kaşıkla sürekli karıştırılıp tuz eklenerek iyice pişirilir. Bu da süzme yoğurt gibi servis edilir. Bunun ayrıca çorbası da yapılır.

Kuru bakla veya ezmesi; iç kabukları çıkmış kuru baklanın haşlanarak, soğan, maydanoz gibi salatalık malzemelerle süslenip zeytinyağı ev nar ekşisi eklenerek servis edildiği de oluyor,
burada bulacağınız tarifte olduğu gibi de servis ediliyor.

Sürk; Arapçada çökelek anlamına geliyor. Çökeleğin çeşitli baharatlarla zenginleştirilerek armut şekli verilip üzerine tülbent örtülerek gölge bir yerde 3-4 gün kuruması sağlanıp taze olarak veya bir süre bekletilip küflendirildikten sonra yine üzerine zeytinyağı dökülerek tüketilen bir üründür.

Zahter; ana maddesi bildiğimiz kekiktir. Kuru kekiğin baharatlarla zenginleştirilip karıştırılmasından elde edilir ve zeytinyağına bandırılan ekmekle birlikte tüketilir.

Evet, yukarıda da belirttiğim gibi bunlar ilk aklıma gelenler. Hatay’ın kahvaltı harici yemek kültürü için de
şu adres doyurucu olabilir.

15 Eylül 2006

Özlem

Özlemek için önceden görmüş olmak mı gerek?

Beceremesem de...

Yazmak güzel bir şeydir; çünkü kendi kendine ve başkalarıyla konuşmak gibi iki zevki birleştirir.

Cesare PAVESE (1908-1950)

13 Eylül 2006

Emsal Karar


Tüketici haklarından daha önce bahsetmiştim. Ben de bir tüketici olarak yaz başında ilgili mercilere müracaat ettim ve önceki gün neticesini aldım. Karar lehime çıktı. Kısaca konuyu açıklayacak olursak; bankaların çoğu vadesiz hesaplardan her yıl iki takistle "hesap işletim ücreti" veya benzer bir başka ad altında para almakta. Örneğin Akbank bu yıl toplam 38 YTL para kesti hesap sahiplerinden. Tamamen haksız, hukuki, kanuni ve sözleşmeye dayalı hiç bir mesnedi olmaksızın kesiliyor bu para. Rakam küçük de olsa haksız bir kazanç elde ediliyor olması can sıkıcı. Benim hesaptan da kesilince biliçli bir tüketici olarak Tüketici Hakem Heyetine müracaat etmem gerektiğini düşündüm. Neticede haklı görüldüm ve 15 gün içinde itiraz etmezlerse karar kesinleşecek. İtiraz etseler de mahkeme aşamasında da kazanacağımdan emin olduğum bir dava.

Bu kararı buraya eklememin nedeni emsal bir karar olması. Kim bilir kaç kişi aynı halden muzdariptir. En azından bir faydam olur düşüncesi ile paylaşmak istedim.

12 Eylül 2006

Açıklıyorum

Öncelikle ilginize teşekkür ederim.

Nelly ve Gülce’nin kafasına takılan soruları hemen cevaplayalım. Sayma konusunda bir problemimiz yok. İstatistik proğramı her tıklamayı sayıyor. Ancak istatistik proğramı 20.000’inci ziyaretçi filan kişidir diye isim vermiyor. Ben de 20.000’e az kala isimleri yazın ki böylece her tıklamanın kim olduğunu bileyim dedim ve bildim. Çünkü o kişi girdiğinde PC başında idim, bilebilmem rahat oldu.

Peki kim? Ne yazık ki o bir blogcu değil, daha doğrusu blogcuysa da ben bilmiyorum. Anonimus Mehmet 20.000’inci ziyaretçim oldu. Şimdi Mehmet beyden sonra girenler “peki neden hemen açıklamadın, bizi uğraştırdın” diye soracak olurlarsa sadece işin biraz eğlenme kısmı için böyle bir yol tuttum demekten başka verebileceğim bir cevabım yok.

Peki sürpriz ne? Şöyle düşünmüştüm ben, ziyaretçinin durumuna göre bir şeyler hazırlarım diyordum. Mesela bir akşam yemeği, bir buket çiçek, bir dua (mesela Kabe’de Kadir Gecesinde), bir kitap gibi... Şimdi Mehmet bey için düşündüğüm boğazda güzel bir yerde akşam yemeği. Ancak bunun için sevgili Mehmet bey ile haberleşmenin yolunu bulmak zorundayım. Ya da bana mail yazmasını beklemek durumundayım.

Merakla bekleyen ve katılan herkese tekrar teşekkür ediyorum.

11 Eylül 2006

Komik ve Sürpriz

20.000'inci ziyaretçiye az kaldım. Bu ziyaretçime sürprizim olacak. Bunu tespit edebilmem için sizin yardımınıza ihtiyacım var. Şu andan itibaren ziyaret eden arkadaşların bu posta yorum yazarak sadece isimlerini bırakmaları yeterli...

Bir Hadis

Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir adam bir kabrin yanından geçerken kendini o kabrin üzerine atıp, ‘Ah! Keşke şu kabirde yatanın yerinde ben olsaydım’ diye kendini yerden yere vurmadıkça dünya hayatı son bulmayacaktır. O kimse dindarlığı sebebiyle değil, başına gelen belalar yüzünden böyle davranacaktır."

Buhari, Fiten 22; Müslim, Fiten 54

Boğazda Dolunay


Murad Sezer - AP

10 Eylül 2006

İmtihan

Yârin gelir hemîşe cefâsı Nesimi'ye
Sen sanma ki Nesimi'ye yârin atâsı yoh.


Ey rakip! Sanıyor musun ki sevgilinin Nesimi'ye ihsanı yoktur. Bilakis, o cefasını hiç durmadan Nesimi'ye gönderir.

Kulun Allah karşısındaki durumu da tam bu beyitteki gibi değil midir? Allah, kulunu denemek, samimiyetini görmek, derecesini yükseltmek, aşkını kuvvetlendirmek, imanını pekiştirmek için ona cefa gönderebilir. Tıpkı nimetleri ile denediği gibi. "Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur." (27/40)

Fatih'te Akşam Ezanı

Sonunda ben de bulaştım bu video işine. Geçen akşam Fatih Camii'nde eda ettik akşam namazımızı. Makinemin de yanımda olduğunu hatırlayınca sırf kendim için çektim bu görüntüyü, tabiki amatörce. Ve paylaşmak geldi içimden;



Akşam namazı vakitleri için tıklayın.

Haydi Erkekler!

Retroseksüel, metroseksüel derken şimdi de überseksüel çıktı. Dünyada bir çok erkeğin çizgisini 45 yaşındaki bir kadın belirliyor. Bakın erkeğin yeni çizgisi ne olmalıymış; “Metroseksüeller kendi görünüşleri ve yaşam biçimlerine saplanıp kalmıştı. Überseksüel erkek eski tarz maço heteroseksüelliğe geri dönüyor. Kendine güvenli, erkeksi duruşunu koruyan, iyi şarap ve kaliteli puro seven, siyaseten bilinçli, dünyanın gidişatı ile ilgili, kaliteyi önemseyen ve sırdaş olarak erkekleri seçen erkekler”

Hadi hayırlısı, bakalım yeni çizgimize uyum sağlayabilecek miyiz? Yoksa tam uyum sağladığımızda yeni bir çizgi mi ortaya atacak Marian Salzman ablamız?

8 Eylül 2006

Gece

Gece bitmez oldu. Yağmur da yağmıyor ama burnuma toprak kokusu geliyor. Özüm ve dönüşüm… Kulağıma bir şey fısıldanıyor adeta. “O” diyor, “O, O da seviyor seni.” Varlığın en kötüsü sızıyor bir taraftan içime doğru. Mücadele başlıyor. Benim ak dediğime kara diyor. Didişiyoruz. Işığı söndürüyorum, karanlıkta hakkından daha iyi gelebilirim diye düşünüyorum. Pes etmiyor. Sonunda akan 2 katre ama öyle bir katre ki varlığa işaret ediyor… Ve öyle sıcak ki… Buzu eritiyor. Mücadeleyi kazanıyorum. İki kanat misali açılıyor bu defa ellerim. Babamın en mübarek yerden kıpkızıl gözlerle otel odasına gelip “tırtu” dediği an geliyor aklıma. Göz yaşlarının sel olduğunu gördüğüm gece geliyor aklıma. Yakınlıkla beraber yakinin derecesi de artıyor, hissediyorum. Beyin hücrelerimin zerrelerine kadar değiştiğini hissediyorum adeta.

Sonra karanlık aydınlanıyor Seninle. Mevcudiyetimin varlığını gösteriyor ışık. Bitmez oldu diye başladığım geceye, bitmese keşke diye devam ediyorum.

Ve gece bitmiyor...

Bitmesin gece...

7 Eylül 2006

Sena

Bugün malum kandil. Berat Kandili. Berat etmeyi ümit ettiğimiz bir gece. Birçok internet sitesinde, bloglarda bu gecenin fazileti ile igili, bu gecede okunması gereken dualar vs. zikredilmiş.

Benimse bir kelime dikkatimi çekti. Bir çok yerde peygamber (S.A.S.)’in şu duası zikrediliyor; "Allah'ım azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten acizim. Sen kendini sena ettiğin gibi yücesin" Bu duada nedense “
sena” kısmını hemen her yerde “sana” diye yazmışlar. Yani “sen kendini sana ettiğin gibi yücesin” diye yazılmış genelde. Hatta bir yerde bunu “sanâ” diye de gördüm.

İşin doğrusu sena; övgü, övme anlamına gelmektedir. Yani Allah (C.C.) Yüce Kitapta bir çok yerde kendini övmüştür aslında ve Peygamber Efendimiz buna atıfta bulunmaktadır bu duasında. Kısaca bu duanın son cümlesi ile diyoruz ki “Ey Allahım, biz seni sena edemeyiz, bundan aciziz. Sen elbette Kur’an ’da kendini sena ettiğin gibi yücesin.”

Duruşma Salonundan

Bugün duruşma sıramı beklerken boşanmak isteyen bir çiftin davası görülüyordu.

Erkekle hakim arasındaki diyalogdan kısa bir alınıtı:

- Anlat bakalım, dilekçende şidddetli geçimsizlik var demişsin. Nedir geçimsizliğiniz?

- Valla hakim baa, bu karıya hergün tembih ederim, "karı, kahvaltıda yiyeceğimiz yumurtayı akşamdan dışarı çıkar" derim, birgün uymuş deel.

- ....

- ....

- Peki ne olacak akşamdan çıkarırsa?

- Yahu sabah buzdolabından çıkarıp haşlayınca çatlıyor yumurta, soğuktan birden sıcağa... ben diyorum öyle o diyor böyle, boşa bizi hakim baa.

Berat Edelim İnşallah

Ahmet Şahin'den günün yazısı.

6 Eylül 2006

Mercedes Benz'den Cevap

Mevcut teknolojik koşullar ile araç içinde dış anteni olmayan cep telefonu kullanımının, araç elektroniğine ve insan sağlığına kesin olarak zarar vermediği ispatlanamamaktadır. Uçaklarda motorlu kara taşıtlarında bulunan güvenlik önlemlerin çok daha fazlası bulunmasına rağmen cep telefonu kullanımının kesin olarak yasaklanması bu konudaki teknolojik seviyenin en açık göstergesidir. Dış anten kullanılmadığı durumda cep telefonu ve telsiz üreticileri de cihazların araç içinde kullanılmalarının sakıncalı olabileceğini belirtmektedir. Zira herhangi bir zamanda araçta çok sayıda cep telefonunun aynı anda kullanılması sonucu nasıl, hangi şiddette ve hangi bölgelerde manyetik dalga yoğunlaşması olabileceğini kestirmek imkansızdır. Otobüsler de pek çok motorlu araçlar gibi kapalı bir çelik konstrüksiyon yapıya sahiptir. Bu kapalı ortamda dış anteni olmayan bir cep telefonu kullanıldığında, çelik yapı, manyetik dalgaları hapseden bir kafes(Faraday kafesi) görevi görüp, bazı noktalarda manyetik dalgaların kesişerek yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Yolcuların maruz kaldığı bu dalga yoğunlaşmasının kalp pili, işitme cihazı gibi tıbbi aletler üzerinde çok tehlikeli etkiler yaratma ihtimali vardır. DIN 57848 normuna göre, 10 KHz ile 3000 kHz frekansları arasındaki elektromanyetik dalgaların tıbbi cihazlar açısından tehlike yaratabileceğine işaret edilmektedir.Araç içinde pek çok yolcunun aynı anda cep telefonu kullanması sonucu ise DIN normunda belirtilen limitler aşılmaktadır. Bu nedenle dış anten olmadan araç içinde cep telefonu kullanımının insan sağlığı üzerinde yaratabileceği tehlikeden dolayı yasaklanması öngörülmektedir.

Yukarıda belirtilen etkilerin görülme ihtimali ne kadar düşük olursa olsun insan sağlığı söz konusu olduğunda Mercedes-Benz'in böyle bir riski göze alması ürün sorumluluğu açısından mümkün değildir. Dolayısıyla araç içinde çeşitli yerlere cep telefonu kullanılmaz çıkartması yapıştırılması ve araç kullanım kılavuzunda sakıncanın ifade edilmesi suretiyle müşterilerimiz ve yolcular konuyla ilgili uyarılmaktadır.

4 Eylül 2006

Geçmiş Sadece Bir Önsözdür.

Yazmak

Yazmak kötü yola düşmek gibidir.

Önce sevdiğin, sonra birkaç dostun için yazarsın.
Sonunda da para için yazmaya başlarsın.

Moliere (1622-1673)

Ben şimdi yazmayı sevdiğimden ve dostlarım için yazıyorum.